Yönetmen: Ingmar Bergman
Senaryo: Ingmar Bergman
Ülke: İsveç
Tür: Dram
Film müziğinin bestecisi: Evald Andersson
Janus Films
Yayın tarihi: 11 Şubat 1963
Oyuncular: Gunnar Björnstrand, Ingrid Thulin, Gunnel Lindblom,
Max von Sydow, Allan Edwall
Efendimiz, İsa Mesih, ihanete uğradığı gece, ekmeği eline aldı, şükretti. Ekmeği böldü ve öğrencilerine uzattı, ''Alın, yiyin,'' dedi, ''Bu, benim bedenimdir, bununla beni hatırlayın''. Aynı şekilde kupayı aldı ve şükretti ve bunu öğrencilerine vererek, ''Hepiniz bundan için,'' dedi. ''Çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır. İçin, içtiğinizde beni hatırlayın.
- Kendimizi yitik hissediyoruz. Aslında benim çok sıkıntım yok ama Jonas'ın sabrı tükendi. Onunla konuşur musunuz lütfen.
- Tabii ki.
- Ne zamandan beri sıkıntılısınız.?
- ...
- Geçen bahar başladı. Jonas gazetede Çin'le ilgili haberler okudu. Yazıda, Çinlilerin nefretle yetiştirildikleri yazıyordu. Ve Çin'de çok yakında, atom bombası üretileceğinden bahsediyordu. Kaybedecek bir şeyleri yokmuş. Bunlar yazıyordu.
Bu beni çok endişelendirmiyor. Belki hayal gücüm çok kuvvetli olmadığındandır. Ama Jonas, bunu düşünmeyi bırakamıyor ve sürekli bunu tartışıyoruz. Ona çok yardımcı olamıyorum. Üç çocuğum ve karnımdaki bebeğimle olmuyor.
- Evet, herkes bir noktaya kadar bu endişeyi taşıyor. İmanımızı Tanrı'ya yöneltmeliyiz.
Basit, sıradan hayatımızı yaşıyoruz. Ve zulüm, güvenli dünyamızı parçalıyor. Bu çok ezici ve Tanrı çok uzakta duruyor.
- Doğru.
- Kendimi aciz hissediyorum. Ne söyleyebilirim bilmem. Istırabınızı anlıyorum ama yaşamanıza devam etmelisiniz.
- Neden yaşamaya devam etmeliyiz.? Bunlarla sizi rahatsız etmeyeyim. Bir şeyler yapmak için gücümüz yok.
- Bu konuyu konuşalım.
- Neyin var Thomas.?
- Tanrı'nın sessizliği.
- Tanrının sessizliği mi.?
- Tanrı'nın sessizliği.
Jonas Persson ve eşi buradaydı ve ben şatafatlı bir biçimde saçmaladım. Yine de her kelime çok kesinmiş gibi geldi. Ne yapacağım.?
Sana gerçekten, duanın gücüne inanıp inanmadığını sormuştum. İnandığını söylemiştin. Çirkin ellerim için dua edip etmediğini sormuştum. Ama bu, senin aklına gelmemişti. Aşırı dramatik bir biçimde, senden, orada dua etmeni istemiştim. İşin tuhafı, kabul ettin. Uysallığın beni öylesine öfkelendirmişti ki, bandajı yırtıp atmıştım. Gerisini anımsarsın.
Açık yaraların görünüşü seni etkilemişti. Dua edememiştin, bütün bunlar seni iğrendirmişti. Ben senin tepkini anlıyordum ama sen beni hiç anlamadın. Seninle bu halde, bir süre yaşadık. Neredeyse iki yıl boyunca. Bu, duygusal noksanlığımızı iyice ortaya çıkartmış olmalı. Aramızdaki sevgi yoksunluğunu, beceriksizce aşk denemelerimizle kapatmaya çalıştık. Kızarıklıklar alnıma ve kafa derime yayıldıkça benden nasıl uzaklaştığını fark ettim. Beni tiksindirici buldun. Buna rağmen hislerimi ayrı tutmaya çalıştın. Ardından kızarıklıklar ellerime ve ayaklarıma yayıldı. Ve, ilişkimiz bitti. Bu beni çok sarstı. Birbirimizi sevmediğimiz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Bu gerçeklerden kaçmak ya da görmemek için şansım yoktu.
Tomas, senin imanına asla inanmadım. Zira, dini sıkıntılar tarafından asla eziyet çekmedim. Hıristiyan olmayan ailem, birliktelik ve sevincin sıcaklığıyla karakterizeydi. Tanrı ve İsa ise, sadece müphem varlıklardı. Ve benim için, senin imanın belirsiz ve nevrotikti. Kimi yönlerden aşırı hislerle dolu ve ilkelceydi. Özellikle de bir yönden anlamam imkânsızdı: İsa Mesih'e yönelik aldırmazlığın.
Ve şimdi sana, yanıt bulmuş dualardan bahsedeceğim. İstersen buna gülebilirsin. Şahsen ben ikisinin birbiriyle ilintili olduğuna inanmıyorum. Hayat, doğa üstü olayları içermeden de yeterince karmaşık.
Hatırlarsan yaralı ellerim için dua edecektik. Ama, hoşnutsuzluğundan nutkun tutulmuştu, daha sonraya ertelemiştin. Öfkelenmek ve seni kışkırtmak istiyordum.
Tanrım beni neden, ebedi hoşnutsuzluk içinde yarattın.? Böyle ürkek, böyle acı.? Niçin böylesine perişan olduğumu fark ettim.? Neden önemsizliğimle, böyle bir azabı yaşamak zorundayım.?
Eğer acılarımın bir nedeni varsa bana söyle. Böylece şikâyet etmeden, onlara katlanabileyim. Hem madden, hem manen çok güçlüyüm. Ama bana gücenme, lâyık bir vazife vermedin. Hayatıma anlam kat ve senin uysal kölen olayım.
Bu sonbahar, dualarımın yanıt bulduğunu far ettim. Zihnimin berraklaşması için, ettim dua kabul oldu. Seni sevdiğimi anladım. Kuvvetime yönelik bir vazife için dua ettim ve bunu buldum.
Vazifem sensin.
Bu karanlık ve yalnız bir gecede, çalmayı reddeden telefona koşan, bir okul öğretmeninin düşünceleridir.
Noksanlığını çektiğim, sana göstermeye çalıştığım aşkımın miktarı. Bunu nasıl yapacağımı bilemiyorum. O kadar sefil durumdayım ki, daha fazla dua etmeyi düşünüyordum. Ama yine de hâlâ, parçalanmış olan, bir özgüvenim var.
Sevgili Tomas. Bu mektup çok uzadı. Ama şimdi, sen benim kollarımdayken, söylemeye cesaret edemediğim şeyleri mektuba yazıyorum. Seni seviyorum ve senin için yaşıyorum. Beni al ve kullan. Bütün boş gururumun ve özgürlük nâralarımın altında, tek bir dileğim var. Başka birisi için yaşamama izin verilmesi. Ve, ıstırap çekiyorum. Bu konuyu düşündüğüm zaman, nasıl başarabileceğimi bilemiyorum. Belki hepsi bir hatâdır. Lütfen bana, hatâ olmadığını söyle Sevgilim.
Dinleyin Jonas, size karşı dürüst olacağım.
Bir zamanlar müthiş hayallerim vardı. Dünyada izimi bırakacaktım. Kötülüğe dâir bir şey bilmezdim. Papazlığa ilk başladığımda bir bebek kadar masumdum. Sonra, her şey, birden oldu. İspanya İç Savaşı'nda, Lizbon'da bir gemide papazdım. Neler olup bittiğini görmeyi reddettim. Gerçekleri kabullenmeyi reddettim. Tanrımla birlikte, her şeyin anlam taşıdığı bir dünyada yaşıyordum. İmanımı, inanılmaz ve özel bir Baba-Tanrı figürüne adadım. Bütün insanları ama bilhassa beni seven. Cahil, şımarık ve kaygılı bir sefilden, çürümüş bir rahibe dönüştüm. Dualarıma, iyi huylu cevaplar veren ve sakinleştirici bir şekilde kutsayan bir taklit tanrı. Tanık olduğum tüm gerçeklerde Tanrı'yla yüzleştiğim anlarda çirkin ve iğrenç bir mahlûka dönüştü. Bir örümcek Tanrı, bir canavar. Böylece ışıktan kaçtım, kendimi karanlığa gömdüm. Tanrımı tek gösterdiğim kişi karımdı. Beni destekledi, yüreklendirdi ve bana yardım etti. Delikleri onardı. Rüyalarımız.
Eğer Tanrı yoksa, bu gerçekten bir fark yaratır mı.?
Hayat, anlaşılır hâle gelir, ne büyük rahatlık.!
Ve ölüm, aniden hayatın sonu olur. Bedenin ve ruhun sona ermesi.
Zulüm, yalnızlık ve korku, bütün bunlar, açık ve net bir hâle gelmeli. Istırap, akıl almaz bir şey, izaha gerek duymuyor.
Bir yaratıcı yok. Hayatı destekleyen birisi yok. Şekillendiren yok.
- Önemli olan sebep, seni istemiyor olmam. Bunu duydun mu.?
- Eveti tabii ki duydum.
- Müşvik ilginden bıktım. Gereksiz telaşlarından. İyi öğütlerinden. Şamdanlarından ve masa örtülerinden. Miyopluğundan bıkkınlık geldi. Hantal ellerinden.
Huzursuzluklarından. Yataktaki sıkılgan tavırlarından.
Beni fiziksel durumunla meşgul olmaya zorladın.
Yetersiz sindirimin, kızarıklıkların, adetlerin, soğuk ısırıklı yanağın.
İlk kez ve tamamen bu döküntü çevreden kaçmam gerekiyordu. Hepsinden yoruldum ve bıktım.
Seninle ilgili her şeyden.
- Neden bunu daha önce söylemedin.?
- Aldığım terbiye yüzünden. Kadınlara yaratılanların üstü bir saygı duymam gerektiği öğretildi. Taktir edilecek yaratıklar, sorgulanamaz şehitler.
- Ya karın.?
- Onu sevdim. Bunu duydun mu.? Onu sevdim. Ve seni sevmiyorum, çünkü karıma aşığım.
O öldüğünde, ben de öldüm. Bunu anladın mı.?
Onu sevdim ve o senin asla olamayacağın bir kişiydi.
- Dilediğin gibi bakabilirsin, bunu kaldırabilirim.
- Aslında gerçek değildsin.
Evet, her şeyi başından beri yanlış yaptığımı görüyorum. Ta başından beri.
Senden her nefret ettiğim seferde, bunu şefkate dönüştürmek için güç sarf ediyordum.
İsa'nın Tutkusu, çektiği acılar..
Tamamen çektiği acılara odaklanmanın yanlış olduğunu söylemez misiniz.?
Fiziksel acıya yapılan bu vurgu. O kadar da kötü olamaz.
Küstahça konuşuyormuş gibi olabilirim ama mütevazı olmam gerekirse,
en az İsa kadar fiziksel acı çektim.
Ve çektiği işkence, nispeten kısaydı. Bildiğim kadarıyla dört saat civarındaydı, değil mi.?
Başka bir çeşit acı çekmiş olabileceğini hissediyorum. Belki tamamen yanlış anlamışımdır.
Ama Gethsemane'i düşünün peder.
İsa'nın öğrencileri uyuyorlardı. Son Yemeğin anlamını kavrayamamışlardı.
Ve sonra, kanun adamları geldiklerinde kaçıp gittiler. Ve Peter, onu reddetti.
İsa öğrenclerini üç yıldan beri tanıyordu.
Her anlarını beraber geçirdiler ama ne demek istediğini anlayamadılar.
En son kişiye kadar onu yalnız bıraktılar. Ve, tek başına kaldı.
Bu, acı vermiş olmalı. Kimsenin anlamadığını, fark etmiş olmak.
Güvenebileceğin birilerini ararken, terk edilmek. Bu, ıstırap verici olmalı.
Ama en kötüsü, daha gelmemişti. İsa çarmıha gerildiğinde ve asılı kaldığında, acılar içinde, bağırdı:
''Tanrım.! Tanrım.! Neden beni terk ettin.?
Bütün gücüyle bağırdı. Cennetteki babasının onu terk ettiğini düşünüyordu. Vaaz verdiği her şeyin yalan olduğunu düşündü.
Ölmeden önceki ânında, İsa, şüphe içerisinde kaldı. Kesinlikle, bu onun, en büyük sıkıntısı olsa gerek.
Tanrının suskunluğu.
***
Evet Marta, aşk hikâyeleri böyle.
''Tanrı sevgidir ve sevgi Tanrı'dır''
''Sevgi, Tanrı'nın varlığının kanıtıdır.''
''Sevgi, insanlık için gerçek güçtür.'
*
Görüyorsun talimi biliyorum. Papazın dışa vurduğu duygularının, iyi bir dinleyicisiyim.
***
Eğer ki kendimizi güvende hissedersek ve birbirimize şefkat göstermeye cesaret edebilirsek.. Eğer inanacağımız gerçekler olursa.. Eğer inanabilirsek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder