Bu Blogda Ara
28 Mayıs 2025
Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)
26 Şubat 2025
Maria (2024)
24 Şubat 2025
Sinemanın Tüm Öyküsü - Genel Editör: Philip Kemp (Çevirmenler: Profesör Nuray Yılmaz - Profesör Ertan Yılmaz)
ÖNSÖZ
*
1950'lerin başında Güney Londra'da büyürken, raflarımızda ''yedi sanat'' üzerine bir bölümü içeren bir çocuk ansiklopedisi vardı. Dokuz Musa değil ama yedi sanat. Bu sanatlar Edebiyat, Müzik, Opera, Dans, Dram, Görsel Sanat ve 20. yüzyılın sanat formu olarak tanımlanan ve eğlencenin bir tür kenar ayağı olarak kökeni olsa da, teknolojik değişim, moda, endüstriyel organizasyon ve insanın yaratıcılığı karışımı sayesinde uzun süredir yedinci sanat biçimine doğru olgunlaşmış olan Film'di. İsimsiz ansiklopedi yazarı uzun süre önce sinema tarihinin -sanat tarihi gibi- müzeler, sergiler, birincil, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayanan bilimsel araştırmalar ve diğer altı sanata rutin olarak uygulanan ciddi eleştiri aracılığıyla kültürün kutsal kapılarından kesinlikle gireceğini öngörmüştü. 10'lu yaşlarımın başında beni ciddi film eleştirisiyle tanıştıran süreç içinde ''yedi sanata'' ayrılmış yayınların istikrarlı bir parçası olarak buna özen gösteren Film and Filming adlı derginin meraklı bir okuyucusuydum.
*
Yarım yüzyıl sonra bu öngörülerin yalnızca bazıları gerçek oldu. Yerleşik sanatlar söz konusu olduğunda, hâlâ ''sanatlar'' (altı tane) vardır, sanatçılar yalnızca birkaç film yapmıştır ve ayrıca sinema ya da film denen bir şeyler vardır: tam bir belirsizlik hali. Tiyatro grupları iyi bilinen filmlerin canlı uyarlamalarını oynadıklarında, popüler kültür nedense sanata dönüşür. Tate Modern, ressam Edward Hopper ile ilgili bir sergi düzenlendiğinde, onun film üzerindeki etkisini gösteren imgeler serginin dışında, gerçekten de yakındaki kafeteryaya yerleştirildi. Walt Disney (1901-66) ve Alfred Hitchcock (1899-1980) üzerine malzemeleri içeren bir sonraki ''Dali ve Film'' sergisi için yapılan tanıtımda sanatseverleri soğutur korkusuyla ''ve Film'' sözcüklerinin harfleri küçültüldü.
*
Kültürel hiyerarşinin bu anlamının nedenleri karmaşıktır ve diğer birçok şeyin arasında filmin geleneksel anlamda koleksiyona dahil edilebilir olmaması gerçeğini içerir. Normal olarak ne kişilerarası iletişimle ilgilidir ne de metaforik bir düzey hariç, bireysel sanatsal yaratıcılıkla ilgilidir. Kültürden çok işle ilgili görülebilir ve çoğu kez de öyle görülür. Gördüğünüz tam olarak insan yapımı değildir. Frankfurt Okulu toplumsal araştırmacılarının ve filozoflarının iki dünya savaşı arasında otantik bireysel deneyimle karşılaştırma eğiliminde oldukları kitle kültürünün bir parçasıdır. Yüzyıllarca geriye giden bir kataloğu yoktur. Canlı değildir. Ve demokratiktir. Bunların çoğunun çağdaş sanatın büyük bölümü için söylenebileceği gerçeği sessizce unutulur. Bu tip hiyerarşiler, kültürel sınırların başka yerlerde nasıl belirsiz hale geldiği düşünüldüğünde, özellikle benzeri olmayan Britanya kültüründe derinlere iner. Ancak bunlar, yüksek öğretimde standartların gerilemesinin yasını tutmak isteyenlerin tercihine uygun şamar oğlanı olarak sosyolojiden devralınmış olan medya incelemeleri üzerine kuru gürültüyle birleştiğinde, ciddi olmaya başlarlar.
*
Bütün bunlar yayımlanan birçok film incelemesinin biraz savunmacı tonunu açıklayabilir: akademik referansları gururla gösterme ve etraftaki daha fazla yerleşmiş disiplinler -sanat tarihi ve görsel incelemelerden ziyade genellikle edebiyat ve tarih- tarafından ciddiye alınma arzusu. Bu savunmacılık film incelemeleri için -arşivlerin, sözlüklerin, ansiklopedilerin ve anlatı tarihlerinin farklı yöntembilimsel nedenlerinden üst düzeyde şüphe duyan- hazır, entelektüel bir yeniden başlangıç sağladığı görülen Avrupa'dan gelen yeni teori dalgalarıyla aynı zamana denk geldi. Sonuçta film incelemeleri daha var olmalarından önce kendi temel inşa bloklarından bir şüpheyi miras aldı.
*
Film incelemelerinin -en sonunda.!- olgunlaşmasıyla birlikte ev eğlencesinin (televizyon, DVD, bilgisayar vs.) ortaya çıkması ''...yapımı'' ile ilgili DVD eklerinin çoğunun yavanlığına karşı koymak, izleme deneyimini bir tür daha geniş sinemasal ve kültürel bağlam içine yerleştirmek ve yağcı bir şekilde tanıtım niteliğindeki film değerlendirmelerine, yıldız oyuncu reytinglerine ve bütçeler ya da setteki tartışmalar hakkındaki dedikodulara iyi araştırılmış bir alternatif sağlamak için sinema tarihiyle ilgili net bir şekilde yazılmış, jargonsuz, güvenilir referans kitaplarına yönelik güçlü bir talebi yaratmıştır. Ve belki de en önemlisi dağıtım ve gösterim teknolojilerin ve filmlerin izlenişinin tam bir dönüm noktasında olduğu bir dönemde durum değerlendirmesi yapmaktır. Dondurulmuş görüntü çoğu durumda yönetmenlerin istediğinden daha yakın bir detaylı incelemeye yol açmıştır, ancak bu genellikle izleyiciyi üstün duruma getiren devamlılık hatalarının ve kronolojik sorunların daha yakından detaylı incelenmesi olmuştur: Hoşgörüsüzlük'te 8Intolerance: Love's Struggle Throughout the Ages, 1916) Persler Babil'e saldırırken bir asistan ceketli ve kravatlıdır; Casablanca'daki (1942) bir geçmişe dönüşte Ilsa, Paris'te bir elbise değil, takım elbise giyer; On Emir'de (The Ten Commandments, 1956) kör bir asker ve Spartacus'te de (1960) çok sayıda asker kol saati takar; Cehennem Dönüşü (Stagecoach; 1939) dahil çok sayıda westernde modern lastik izleri vardır. Siz de Doktor Jivago'da (1965) David Lean (1908-91) ve ekibinin aynadan yansımasını saptayabilirsiniz. Bu kitap tek tek filmlerden ''önemli sahneleri'' akıllıca seçerek ve onların önemini açıklayarak, dondurulmuş görüntüyle çok daha ilginç bir şeyler yapıyor.
Sinemanın Tüm Öyküsü Lumiere Kardeşler'in 1895'teki ilk insanlara açık gösteriminden 9/11 sonrası Amerikan filmlerine, bilgisayarda yaratılan görüntülere, üç boyutlu filme ve milenyum sonrası Avrupa sinemasına kadar sinema tarihinin kronolojik bir açıklamasını veriyor. Hollywood hakkında ''isimler ve tarihler'' öyküsü -genel yaklaşım- değil ama tekilden ziyade çoğul film kültürü içinde kültürlerini öne çıkarak dünya sinemasının senfonik bir anlatısını sunuyor. Zengin malzeme tematik olarak döneme, bölgeye ya da türe göre düzenleniyor. Kitapta uzmanlar tarafından filmleri tarihsel bağlamları içine yerleştiren giriş yazıları, tek tek filmler üzerine makaleler, önemli olayların zaman çizelgeleri, yönetmenlerin profilleri ve ortaya çıkan konular üzerine ek bilgi kutuları bulunuyor (''romandan filme,'' o dönemin sanat hareketiyle ilişkisi, müzik, sinematografi vb.) Sinemanın Tüm Öyküsü''nün bir özelliği bugünden geçmişe dönüşlerle ve ileriye sıçramalarla her bir yönetmen kuşağının kendilerinden öncekilerle nasıl ilişki kurduğu konusunu vurgulamasıdır. Başka bir özelliği de sanat tarihlerinde zaten yer alan ancak yakın tarihe kadar sinema tarihlerinde bulunmayan fotoğrafların yüksek kalitesidir.
Ernst Gombrich'in Sanatın Öyküsü adlı eserinin başındaki ünlü sözler şöyledir: ''Gerçekten sanat diye bir şey yoktur. Yalnızca sanatçılar vardır ... S harfli Sanat bir öcü ya da fetiş gibi bir şey haline gelmiştir.'' Aynı şekilde, bu kitap kavram olarak ''Sinema'' ya da ''film'' hakkında değildir; filmleri yapanlar ve filmler ve onların yaşamlarımızdaki hâlâ yeterince değer verilmemiş önemleri hakkındadır. Bu kitap yapması her zaman cesaret gerektiren örnek incelemelerin çok dikkatli bir seçkisini içermektedir.
*
PROFESÖR SIR CHRISTOPHER FRAYLING
TARİHÇİ, ELEŞTİRMEN ve TELEVİZYON YAYINCISI, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK (Sayfa: 6-7)
*
(><) ClarkGable 1939'da Margaret Mitchell'in çok satan kitabı Rüzgar Gibi Geçti'yi okuyor. Gable'ın Rhett Butler'ı canlandırdığı film 10 dalda Oscar kazandı ve hâlâ bütün zamanların en popüler Hollywood filmlerinden biridir. (Sayfa: 11)
(><) Jean-Luc Godard (ortada) 1965'te Eddie Constantine ve Anna Karina ile birlikte. Diğer Yeni Dalga yönetmenleri gibi Godard da geleneksel sinemaya karşı çıktı ve Wim Wenders'den (d. 1945) Quentin Tarantino'ya (1963) kadar yönetmenlere ilham verdi. (Sayfa: 12)
(><) Sam Fuller II. Dünya Savaşı filmi Ölüme Koşanlar'ın (The Big Red One, 1980) setinde. Fuller'in küçük bütçeli, sal*dırgan filmleri onun daha önceki magazin gazeteciliğini yansıtır. (Sayfa: 13)
(><) Martin Scorsese (ortada) Mean Streets'in (1973) setinde Robert De Niro ve Harvey Keitel ile birlikte. Scorsese senaryoyu New York'teki Küçük İtalya bölgesinde bir ergen olarak tanık olduğu gerçek olaylara dayanarak yazdı. (Sayfa: 13)
''Hindistan'da öncü yönetmen D. G. Phalke (1870-1944) İsa'nın hayatının ilk film versiyonunu izleyip bundan ilham alarak Raja Harishchandra'yı (1913) yapmak için film yapımının temel bilgilerini öğrendi. Hindu mitolojisine dayanan ve özenle hazırlanmış bu dönem filmi (kostüme dram), Hint sinema endüstrisinin başlangıcını gösterdi. Sanskritçe destan Mahabharata'dan alınan bir metni kullanan film, kutsal bir adama verdiği sözü tutmak için krallığından vazgeçen Kral Harishchandra'nın öyküsünü anlatır. Phalke tamamen erkek ve profesyonel olmayan oyuncuları kullanarak ve çekimleri Mumbai çevresindeki kırsal bölgede yaparak kırk dakikalık özenli bir Hindu destanı yarattı. Film Mumbai'deki Coronation Cinema'da ilk gösterildiğinde büyük bir başarı elde etti. Ne yazık ki günümüze yalnızca ilk iki makara kaldı ve modern izleyicilerin filmin geri kalanını tahmin etmeleri gerekiyor.'' (Sayfa: 17-18)
''Fantastik sinemanın öncüsü Georges Melies'nin 500'ü aşkın filmi içinde en iyi bilinen, en çok izlenen ve en başarılı olan (ve en çok korsanı yapılan) 14 dakikalık bu kozmik epik filmi Flash Gordon (1936), Destination Moon, (1950), 2001: Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968, s.292) ve Yıldız Savaşları (Star Wars, 1977, s. 366) filmlerinin öncüsüdür. Heyecanlı bir toplantıda (sivri şapkalarıyla büyücüye benzeyen adamlar tarafından) aya yolculuk tasarlanır, tartışılır ve uygulanır.'' (Sayfa: 20-21)
*
Vigo ana*rşizmin başarıları hakkındaki terbiyesiz komedisi Hal ve Gidiş Sıfır ile Fransız sansürcülerin öfkesini üzerine çekti. 1934'te L'Atalante'yi bitirdikten kısa süre sonra öldü ve dünya sinemasının en önemli ''yaşasaydı neler yapardı.?''larından biri oldu. (Sayfa: 122-123)
Roma, citta aperta, Roberto Rosselini (1906-77)
(><) Gençler rahibin ö*ldürülmesine tanık olduktan sonra Trianfole'den Roma'ya dönerler.
*
(><) Bu duygulandırıcı afişte yüzü olmayan bir fa*şist, Don Pietro ve Pina'nın üzerine gelir.
*
(><) Alman askerleri kapıyı yumruklarken direnişçi Giorgio Manfredi (Marcello Pagliero) çatılar boyunca kaçar. Bu Nazi işgali altındaki Roma'yı anlatan Yeni Gerçekçi bir film olabilir ancak Giorgio bir an için Douglas Fairbanks'ın canlandırdığı kahraman kadar şık görünür.
*
(><) Bir Nazi devriyesi bir apartman bloğundaki hasta olanlar da dahil bütün yaşayanların avluda toplanmasını emreder. Don Pietro Direnişe ait silahları yaşlı bir adamın yatağının altına saklamak için tam zamanında gelir.
*
(><) Nişanlısı Francesco Naziler tarafından yakalanıp bir kamyonla götürülürken Pina arkasından koşar. Doğrudan bir haber filminden alınmış gibi görünen görüntülerde yolun ortasında vu*ru*larak ö*ldürülür. Perişan haldeki oğlu kendini annesinin ö*lü bedeninin üzerine atar.
*
(><) Rahip Don Pietro Pellegrini yan odadan iş*kence gören direnişçi Giorgio'nun korkunç çı*ğlıklarını duyarak çaresizce oturur. Birkaç dakika sonra izleyiciler direnişçinin ka*nlar içindeki ya*ralı bedenini görürler.
*
(><) Bir grup oğlan, sevgili rahipleri Naziler tarafından vu*rulurken acı ve korku içinde izler. Beraber olduklarını göstermek ve son anlarında ona cesaret vermek için ıslık çalarlar. Sonra filmin abartısız ama umut veren kapanış çekiminde yürüyerek şehre geri dönerler. (Sayfa: 180-181)

Satyajıt Ray (1921-92)
''Satyajit Ray'ın Yol Türküsü (1955) filmi 1956'da Cannes Film Festivali'nde gösterildiğinde, bir sansasyona neden oldu. Varoluşunun elli yılı içinde ilk kez Hint sineması sinemanın en iyi yönetmenlerinin filmleriyle karşılaştırmaya değer bir film üretmişti. Bu filmin devede kulak bir bütçeyle ve tanınmayan oyuncularla ilk kez film yöneten bir yönetmen tarafından Hindistan'ın sinema merkezi Bombay'dan çok uzaktaki Bengal'de yapılması filmi tamamen daha da şaşırtıcı hale getirdi. Ray bunun ardından iki devam filmi -Aparajito (Yenilmez, 1956) ve Apur sansar (Apu'nun Dünyası, 1959) yaptığında, hümanist sinemanın büyük ustalarından birinin kendini ilan ettiği açıktı. (..)
Ray daha karmaşık ve sofistike filmler yapmaya devam ederdi ancak Apu üçlemesinin gösterdiği içtenlik, şefkat, mizah, duygusal doğrudanlık, ayrıntılara dikkat ve oyuncuların doğal yeteneği ona hâlâ süren bir çekicilik kazandırmıştır.''
*
(><) Subir Banerjee, Ray'ın karısı onu sokakta gördükten sonra genç Apu olarak başroldeydi.
*
(><) Bu filmler Apu'nun yaşamının öyküsüdür.
*
(><) Apu ve kız kardeşi Durga kabarık bir beyaz kaash tarlasında gezerlerken, bir trenin sesini duyarlar. Apu ufuktaki dumana doğru koşar ve onun meraklı gözlerinin önünde dünyanın dışından gelen gizemli yaratıkların ziyareti vardır.
*
(><) Babasının Benares'de ö*lmesinden sonra Apu annesi tarafından köylerine götürülür. O artık annesinin sahip olduğu tek şeydir ancak o büyüdükçe yavaşça, acımasızca ve annesinin ona ihtiyacı daha acil hale geldiğinde bile annesinden uzaklaşır.
*
(><) Genç karısını kaybeden Apu kederli bir halde yıllarca orada burada dolaşır ancak sonunda hiç görmediği oğlunu talep etmek için geri döner. Başlangıçta oğlan onu reddeder ama sonunda Apu ayrılırken, oğlan onun arkasından koşar. Apu ve oğlu şehirde ve dünyada gezintiye çıkarlar.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1921-55) Satyajıt Ray, Kalküta'da doğdu. Santiniketan'da Rabindranath Tagore'nin ''dünya üniversitesinde'' okudu. Sanat yönetmeni olarak bir İngiliz reklam ajansına girdi ve Kalküta'nın ilk sinema topluluğunu kurdu. İlk filmi Yol Türküsü uluslararası düzeyde beğenildi.
*
(1970-81) Daha politik bir döneme giren Ray Düşman, Sidharta ve Şehir (Pratidwandi, 1971), Seemabaddha (Company Limited, 1971) ve Satranç Oyuncuları'nda (Shatranj ke khiladi, 1977) toplumsal protestoyu, endüstriyel mekanizmaları ve İngilizlerin kötü emperyal yönetimlerini inceledi.
*
(1982-92) Bu yıllarda hastalık verimliliğini azalttı ancak Yabancı (Agantuk, 1991) adında güzel bir veda filmi çekti. Bir Onur Oscar'ı aldıktan haftalar sonra 23 Nisan'da öldü.
*
ROMANDAN BEYAZPERDEYE
*
Bibhutibhushan Banerji'nin (1894-1950) ilk romanı ve 20. yüzyıl Bengal edebiyatında en sevilen yapıtlardan biri olan Yol Türküsü ilk olarak 1929'da yayımlandı. Banerji iki devam kitabı daha (Aparajito ve Kajal) yazdı ancak bunlar hiçbir zaman aynı popülerliğe ulaşmadılar. Ray'ın Yol Türküsü filmi Banerji'nin romanının yaklaşık üçte ikisini, ailenin Benares'e taşınmasına kadar olan bölümü içerir. Asla tam bir senaryo kullanmamasına rağmen Ray aynı beş temel karakteri ve aynı önemli olayların çoğunu koruyarak romana sadık kaldı ve Banerji'nin panteist merak duygusunu büyük ölçüde aktardı. Yenilmez ilk romanın geri kalan bölümünü ve devam kitabının ilk bölümünü kullanır ancak bazı önemli bölümleri dışarıda bırakır ve Apu'nun annesiyle ilişkisine yapılan önemli vurguyu değiştirir. Apu'nun Dünyası devam romanının büyük bölümünün, atmosferi daha da sertleştirilmiş ve karanlık hale gelmiş biçimde uyarlanmasıdır. Banerji'nin Yenilmez'inin son yüz sayfası ve Kajal'ın bütünü Ray'ın üçlemesinde bir rol oynamaz. Yol Türküsü haklı olarak yazarın başyapıtı olarak değerlendirilir. (Sayfa: 218-219)
![]() |
Milos Forman |
![]() |
Blow-Up (CinayetiGördüm, 1966) |
Who Framed Roger Rabbit, Robert Zemeckis (d. 1951)
(><) Kathleen Turner tarafından seslendirilen baştan çıkaran kadın Jessica Rabbit ile Bob Hoskins.
*
(><) Bu film Zemeckis ile onun Geleceğe Dönüş'ündeki yıldızı C. Lloyd'u bir araya getirdi.
*
(><) İki boyutlu (2-D) bir çizgi filmin çekiminin arasına girilir ve üç boyutlu (3-D) çizgi karakterlerle insan olan bir yönetmen iletişim kurar. Zemin çizgi film dünyasından, Bugs, Daffy ve şirket için çalışan herkesi biraraya getiren eski Warner Bros, düşüncesini onöre eden bir biçimde düşer.
*
(><) Disney ve Warner Bros'un çizgi karakter ekibi arasında, önceden imkansız olan hayret verici bir kesişmede Daffy Duck başrolü paylaştığı Donald Duck'a dair memnuniyetsizliğini dile getirir: ''Bu peltek peltek tonuşan biritiyle yaptığım ton talışma olacak.''
*
(><) Roger'in karısının bir çizgi karakter olmadığı, Gilda (1946) filminde oynayan Rita Hayworth ölçülerinde vücuda sahip bir poster olduğu ortaya çıkar. Onun ''performans modeli'' Betsy Brantley iken, Amy Irving o şe*hvetli ''Neden Doğru Şekilde Yapmıyorsun.?'' sözü için vokal sağlamıştır.
*
(><) Hain Hakim Doom (Chiristopher Lloyd) geleceğin Los Angeles'ına dair hayalinin tüyler ürpertici halini tarif eder: ''Otoyola giren ve çıkan insanların olduğu bir yer görüyorum. Giren, çıkan, giren, çıkan, tüm gün ve tüm gece boyunca.. Tanrım, muhteşem olacak.!'' (Sayfa: 408-409)