Bu Blogda Ara

04 Ekim 2023

Nuri Bilge Ceylan - Kuru Otlar Üstüne



Kuru Otlar Üstüne, Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği ve senaryosunu Ebru Ceylan ve Akın Aksu ile birlikte yazdığı 2023 çıkışlı bir Türk dram filmi. Başrollerini Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar ve Musab Ekici'nin paylaştığı film, Doğu Anadolu'nun kırsal kesiminde çalışan ve İstanbul'a atanmayı ümit eden bir öğretmenin öğrencisini taciz etmekle suçlanmasını konu alır. Filmin prömiyeri, Dizdar'ın En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandığı 2023 Cannes Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde 19 Mayıs 2023 tarihinde yapıldı. Türkiye'de 29 Eylül 2023 tarihinde sinemalarda gösterime girdi.
*
Oyuncu Kadrosu:
*
Deniz Celiloğlu - Samet
Merve Dizdar - Nuray
Musab Ekici - Kenan
Ece Bağcı - Sevim
Erdem Şenocak - Tolga
Yüksel Aksu - Vahit
Münir Can Cindoruk - Feyyaz
Onur Berk Arslanoğlu - Müdür Bekir
Yıldırım Gücük - Eğitim Şube Müdürü
Cengiz Bozkurt - Polis
S. Emrah Özdemir - Çavuş
Elif Ürse - Müdür Yardımcısı Saime
Elit Andaç Çam - Firdevs
Nalan Kuruçim - Kevser
Ferhat Akgün - Rehberlik öğretmeni Atakan
Eylem Canpolat - Halime



- Geldiğim ilk dakikadan beri aklımda gitmek var.
*
- İnsanın hayal ettiği her şey gerçekleşmeyebilir.
+ Hayal değildi ki bu. Gerçekleşmesi gerekendi.
*
- İnsana ait hiçbir şey yabancı değil.


- Sen realiteye teslim olmuşsun; başka yerlerde hak arıyorsun.


- Hiçbiriniz ressam olmayacaksınız. 
Sizler patates, şeker pancarı ekeceksiniz ki, zenginler rahat yaşayacak. Öyle değil mi.? Maalesef böyle. Gerçek bu, yapacak bir şey yok. Ama bu deveyi gütmek zorundayız. O yüzden yazın şimdi.!


- İlk atandığımı öğrendiğim gün, yedi sene önce, bir Ağustos günü, dağdayım böyle köyün yamacında. Dedemin danalarına bakıyorum o zaman. Tabii sırtımdan yük kalktı, mesleği ele aldık diye, o kadar mutluyum ki içim kıpır kıpır. Atanma haberinden sonra daha bir gün geçmedi, eniştemin ölüm haberi geldi. Ablam da yeni evliydi daha. Enişte ablamın öğretmenlik yaptığı yere, Diyarbakır'a gidiyor. Tabii kimse tanımıyor onu orda daha. İstihbaratçı sanmışlar, çarşının ortasında vuruyorlar adamı. Sonra da örgüt özür diliyormuş: Askeri istihbaratçı sandık diye. 
Am*na koyayım, adam ölmüş ya, özür dilesen ne.?!
+ Ya vurup kırmayla anlaşmak Doğu'nun kaderi oldu gitti ne yazık ki ya..


- Kenan'ın köyü de Alevi köyüdür bu arada. Yani kültürleriniz benziyordur.
+ Benim öyle mezhep falan umurumda olmaz ya. İlkel şeyler..
*
- Senin bir fotoğrafını çekebilir miyim ya.? 
+ Niye, hayırdır.? Yani çek tabii de..
- Ya bayağı ilginç bir tipin var senin ha. Yani böyle bu toprakların hikâyesini bir şekilde içinde taşıyan bir yüz.
+ Öyle mi diyorsun.? 
- Tabii kesinlikle..
Aslında ilk bakışta böyle sıradan, çok sık rastlanan bir yüz gibi ama baktıkça tuhaf bir hüzün de var sanki derinlerde bir yerlerde. 


- Yalnız benimki değil ki. Anaların kalbi hep elinde. Hocam bizim pederi, ben daha yedi yaşındayken, böyle karanlık bir gece, jandarma aldı götürdü. Bi de yataktan kaldırıp yani. Peder kapıdan çıkarılırken bir dakka dedi, durdurdu herkesi, ceplerini karıştırdı, arandı falan, sonra cebinden bi milli piyango bileti çıkardı verdi anama, gidiş o gidiş. Bi daha da görmedim. Yani boşuna değil. Anam onun korkusundan dolandı yıllarca peşimde. Yoksa hayırsızlığımdan değildi yani. Neyse.. Buraları geç Hocam, boş ver. Asıl enteresan olan şey, bak, o karanlık geceden tek hatırladığım ne Peder ne bi şey.. Hiçbi şey.. Sadece şu soba alevinin tavanda titreşen görüntüsü. Niye bilmem.. Ben bunu yıllarca da düşündüm. 
Sonra dedim ki, olan biten değil de mesele, çünkü adı üstünde kardeşim,  olan her yerde geçip bitmekte. Asıl mesele görünenin ötesinde, içerde olup bitende. 
*
- Lan oğlum, benim zamanımla şimdi bir mi.? Zamanlar değişti, şimdi kan davasına döndü gitti iş. Millet intikam peşinde. Oturup da ortaya net bi şey koyan yok. Ne isteyenin ne istediği tam belli; ne vermeyenin niye vermediği. Zaten alınıp verilen şey ne.? Kimin.? O da ayrı bir mesele..
Bak oğlum, bataklığa inersen batarsın. İki kere iki dört. Ha, bataklığı kurutmak istiyorsan, dışardan bakacaksın. Aklını kullanacaksın oğlum, aklını. Biraz da mecbur zamana bırakacaksın. Ha, derdin batmaksa onu bilemem tabii. O ayrı. 
*
- Karın tokluğundan önemli şeyler de var bu hayatta. Gerekiyorsa batarız da yani am*na koyim, kaybedecek neyimiz kalmış ya bizim.!
+ Neyimiz kalmış mı.? Ulan sahip olduğun hayat az şey mi lan.? Gençliğin lan, gençliğin.! Gençliğin az şey mi lan.?! (..)
Kim demiş Hocam onu: Gençlik muhteşem bi şey ama ne yazık ki gençlerin elinde harap olup gidiyo.. 
*
- Adamın iki tane hasta ineğini ayağa diktim. Gelmiş köpeği vurmuş benim sonra.
+ Neden.? 
- İnsan olduğu için. İnsan olduğu için Hocam.!



- Sadece, bizim Kenan'ın yüzünde nasıl bi anlam bulmayı başardın, onu anlayamadım.
+ Anlam dediğin şeyin nerden çıkacağı belli olmaz.
*
- Bütün sıkıntılarının faturasını buralara çıkarıyorsun, bence alâkası yok. İstanbul'da seni ne bekliyor sanıyorsun.?
+ Bilemem tabii.
- İnsan nereye giderse, kendini de götürüyor sonuçta. 
+ Tek bildiğim burada algımın bile yorulmaya başladığı. Nereye baksam bir boşluk. Soğuktan kıvranmış, büzülmüş nesneler. Aç, hasta, biçare köpekler..
- Senin gibi biri İstanbul'u bırak, İsviçre'ye de gitse görülecek benzer şeyler bulur. 
(..)
- Ben her zaman kolaylaştırmaktan yanayım. İnsan el atmalı, dokunmalı bir şeylere.. Çünkü dünyanın ihtiyacı olan şey bu. 
*
- Çağımızdan, geldiği noktadan mutlu muyum, memnun muyum, dersen, değilim. Ama bunun için illa bir safa girmeyi, dahil olmayı gerektirecek bir durum da değil bu.
+ İşte bence en büyük sorun da bu. Senin gibi toplumun eğitimli, aydın kesimi, bu tarz bir belirsizlik içinde kaybolup gidiyo, susuyorlar. Meydanı cahil andavallara bırakıyorlar
Meydan dediğin de zaten bu cahil andaval tayfasına göredir de, ondan belki. Karşıt kamplara ayırmanın, insan faktörü olduğu, ideolojilerin, görüşlerin, hattâ amaçların bile yeri geldiğinde insanlar tarafından kolaylıkla birer araç haline dönüştürülebildiği artık anlaşılmadı mı.?
Bunlar benim üzerinde çok da düşündüğüm şeyler değil.. İnsanoğlu işte, hayal ediyo, deniyo, yapıyo, sonra da yıkıyo.. Tarih de bi şekilde böyle de işliyo işte.. TARİH, UMUT ETMENİN YORGUNLUĞUNU ÇAĞRIŞTIRIYOR BANA. 
*
- Peki sen insanların tüm ihtiyaçları karşılandığında, gerçekten mutlu olabileceğine inanıyor musun.?
+ Niye inanmayayım ya.! Zaten elimizde bu umuttan başka da bir şey yok ki. Belki soyut bir fikir ama umut insanlar için en önemli güç olmadı mı her zaman.?
- Mehdi bekliyen ilahi dinler gibi..
+ Ne alakası var ya.! Ben bir şeyler yapabilmenin, hiçbir zaman acizlikle denk tutulamayacağını savunuyorum. 
- Toplumsal kurtuluşa inanıyorsun, bireysel kurtuluşa inanmıyorsun.
+ Bir toplumsal mücadele var ve bunun bir sosyal sorumluluğu var, diyorum. Sen kendini bu sürecin neresinde görüyorsun diyorum.
- Ben kendimi özgürlükten yana görüyorum, diyim.
+ Özgürlük dediğin ne ya.! 
- İnsanın özgür olması. Yani nasıl tarihin bir işleyişi, dünyanın bir yörüngesi varsa, insanın yörüngesi de özgürlüktür, diyorum.
+ Toplumcu insanlar, özgürlüğü kısıtlanmış, bir kafeste yaşayan insanlar gibi mi geliyor sana.?
- Hayır.
+ Zaten biz insanların özgürleşmesi için mücadele veriyoruz ya.
Lümpen takılıyorsun biraz. Suya sabuna bulaşmayayım, ama birileri ayağıma bir şey getirirse destek vereyim..
*
- Ben fedakârlığın bile, diğerini kendine borçlu bırakmak anlamına geldiğini düşünüyorum çok kez. Yani, orda kendini patlatan canlı bo*bacının amacının yok olmak değil var olmak olduğunu görüyorum. İdeolojik güdülerle bir araya gelmiş bütün o insanların, her bi şeylerine sinen kör ahlâklarına, birbirleriyle hemfikir olmanın mutluluğunu yaşamalarına ya da hak edilmemiş ayarsız güvenlerine de sinir olmadan duramıyorum yani. Kusura bakma, hep birlikte aynı şeyi düşünebilmek neden bu kadar önemliyse. Bense, bütün bu gürültünün ortasında yapayalnızım. Ama yine de içimdeki o eşsiz kaynağın şırıltısı, en sessiz anlarda bile, karşı çıkmanın ve sıkılmanın ne derece insanca olduğunu hatırlatıyo bana. Yani takıntılarla, fikirler arasındaki ilişkiyi görebilecek yeteneğimin olması, beni yozlaşmış durumuna düşürmez bence.
+ Bir insanın ister bir amaç, bir ideal, bir dava uğruna olsun; isterse de başka bir sebeple, hattâ beyni yıkanarak bile olsun, kendini fedâ edebilme cesareti gösterebilmesinin hiç mi önemi yok peki.?
- Var. Vardır tabii canım olmaz olur mu.? Ama o zaman senin o bacağına mâl olan pat*amada, kendini p*tlatan c*nlı b*mbayı da hoş görmen, anlaman gerekiyor bir şekilde. Bunu yapabilecek misin.? Yani düşünceleri ve inançları ne olursa olsun. Hı.? (..)
Şöyle bi şey söyliyeyim sana: Bi topluluğun davranışı, onu oluşturan bireylerin teker tekerken gösterecek oldukları davranışların toplamına eşit değil, biliyorsun. Yani sadece bunu bilmek bile, ne gerekçeyle bir araya gelmiş olurlarsa olsunlar, sürüden uzak durmak için geçerli bir sebep sayılmaz mı ya.?
+ Zaten tuzu kuru olanın böyle bir lüksü olabilir tabii. 
- Sürü içinde yol almak istersen, hayatın boyunca sadece kıç görürsün, diye de bi atasözü de var, biliyosun değil mi.? 


- Yani şimdi, bi insanı tanımak için muhakkak ki belli bir zamana ihtiyaç var. Ama öte yandan, zamana bırakılmasına gerek olmayan, zamana bırakılırsa o zamana yazık olacak şeyler de var. Öyle değil mi.? (..) Ben bu tarz zaman kayıplarını sevmiyorum. (..)
İnançlı mısın mesela.?
+ Bazen. 
- Yani tanrı var mı sence.?
+ İnananlar için var, inanmayanlar için yok.
- Kaçıyosun.
+ Geçelim.
- Ailene düşkün müsün.?
+ Hiçbir şeye karşı aşırı düşkünlüğüm yoktur.
- Kinci misin.?
+ Hem de nasıl.!
- Vayy, cesursun.
+ Korkmadığım zamanlarda, evet. 
*
- Umut etmenin yorgunluğu, güzel söz.




-.. ben diyorum ki bunlar irade dışı gerçekleşen şeyler. İradenin diş geçiremediği o sisli alanlarda olan biten, o nedenle de herhangi bir sorumluluk duymak zorunda olmadığımız eylemler aslında.


- Ben bi suç mu işledim senin gözünde.? Samet'le yaşanan o şey, beni senin gözünde suçlu biri mi yaptı.? Senin arkadaşlığına ihanet mi etmiş oldum.? Ya da ne bileyim, bi kızda hayal ettiğin ahlâk seviyesinin altında mı kaldım.? Lütfen yanlış anlama, sanma ki senden bi şey bekliyorum. Hiç bi beklentim yok. Sadece merak ediyorum. Çünkü kendimi bi kadın olarak, bu hâlimle başkalarının gözünde ilk kez sınıyorum. Bu yeni hâlimle neler yapmaya hakkım olduğunu, neler yapabilmeye gücüm olduğunu merak ediyorum. İnsan olarak, artık bu dünyada ne kadar yer kapladığımı anlamaya çalışıyorum. Ben, bu bacakla birlikte neler kaybettiğimi, elimde kalanın ne olduğunu bilmek zorundayım. Sanma ki acıma, şefkat ya da anlayış bekliyorum. Yok öyle bi şey. Bi şey talep edilmiyor buda. Bi daha görüşmeyebiliriz de hattâ. O da problem değil. Belki de haklısındır kendince. Bilmiyorum ki, o da olabilir. Ama, bana öyle geliyo ki, dünya da güzel olan her şey, daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyo.


MARIA CALLAS 
La Traviata, Addio del passato 1953 



- Burda yalnız iki mevsim yaşanır Hocam, demişlerdi yeni geldiğimde. Kış ve yaz. Gerçekten de öyle oldu yine. Baharı yaşamadan yaza geçtik. Aylar boyunca karlar altında kalan otlar, hayata küsmüş, sararmış gibiydi. Birkaç hafta önce neşeyle şakıyan kuşlar bile, yılgınlık içinde ötüyodu.
Metruk bi değirmen gibiydim. İşe yaramaz, gözden çıkarılmış, kuşların bile uğramaktan vazgeçtiği, yıkılmayı bekliyen bi değirmen. Yeryüzünün unutulmuş bu ücra köşesinde, başka bi çok şey gibi.. İyinin ve kötünün; acının ve mutluluğun arasındaki çizgi belirsizleşmiş, SANKİ HER ŞEY, YALNIZCA ZAMANI UNUTMAK İÇİN YAŞANIYO GİBİYDİ. Sanki bu, durmadan yağan kar, her şeyin üstünü örtüp, bu unutuşu mümkün kılmak için didiniyo gibiydi. Mevsimler geliyor geçiyor, umutlar başlayıp tükeniyor ama YİNE DE HAYAT NEDEN OLDUĞU BELLİ OLMAYAN SABIRLI BİR İNANÇLA İNADINA DEVAM EDİYORDU.




- Onlardan ayrılınca, o kuruyup gitmiş otlarla kaplı tepeye doğru yürümeye başladım. Adını bile bilmediğim, sararıp gitmiş, incecik otlar. Ki, adsız sansız, kimsenin umurunda olmayan bu değersiz otlar, burdaki hayatıma benzer şekilde , hiç bi değere lâyık görülmediği için belki, ilk kez önemli göründü gözüme. Sonra Sevim'i düşündüm. Onda aradığımı. Bu yaşama kapanmış, kıpırtısız coğrafyada onda aradığımı.. Kendimde bulamadığım bir şeydi belki. Biten her şey.. Aşkımın küçük bir belirtisi. Onu değil, onun ötesini düşlemiştim ben. Onun ötesinde kurduğum bir hayal dünyasına, sadece aracı kılmak istemiştim aslında onu. Ama biliyodum, aramızda yine, çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum; bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı. İmkânsızlığı düşlemiştim. Şimdi, yine onunla konuşuyorum kafamda. Sevim.!





Son konuşmamızda yalan söyledim sana. Tüm kendimi inandırma çabalarıma rağmen, pişman değilim seni tanıdığıma. Senin gözünden kendimi görmek isterdim. İlerde bana benzemeyeceğin kesin. Ve hayatla daha sıkı, doğrudan bir bağ kurabilen, hırçın, yırtıcı, mutlu ve umutlu biri olacağını da. Ki böyle olacağı için bi yandan acırken, bi yandan da seviniyorum senin adına. Hayat böyle. Bizi birbirimizle buluşturan bu rastlantı bile, ne akıl almaz bir bilmece. Bu düşüncenin başlangıcında bile, bizi saran his, yaşananların hiç bi kıymeti yok, dedirtmeyecektir. Yaşananlar, konuşulanlar, duygular.. Belki de evrenin karanlık bi dehlizindeki kusursuz bi bilince yansıyo. Ama görünen şu ki, gerçek, sıkıcı olduğu kadar, acımasız da. Her insan gibi, sen de görüceksin bunu. Zaman geçip gidecek ve kendi içine batmış, binbir aksiliğin yaşandığı bu coğrafyada hayatta kalırsan, yine de sararıp, kuruyup gideceksin sonunda. Bakmışsın ki, ortalarına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış. Ellerin bomboş.




Adagio for Bassoon (Baroque Music)

Bilge Adam.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bizim Krino - Our Krino / Belgesel

  Anthony Kafato (Oğlu): * Bize öğrettiği üç önemli değer vardı. Bunlar: dürüstlük, saygı ve çalışmak.. Eğer bu üç şeyi yaparsak, kendimizle...