Güzel, gerçeğin peşinden koşmayanlardan kendini gizler. (Andrey Tarkovski)
Bu Blogda Ara
24 Şubat 2025
Sinemanın Tüm Öyküsü - Genel Editör: Philip Kemp (Çevirmenler: Profesör Nuray Yılmaz - Profesör Ertan Yılmaz)
ÖNSÖZ * 1950'lerin başında Güney Londra'da büyürken, raflarımızda ''yedi sanat'' üzerine bir bölümü içeren bir çocuk ansiklopedisi vardı. Dokuz Musa değil ama yedi sanat. Bu sanatlar Edebiyat, Müzik, Opera, Dans, Dram, Görsel Sanat ve 20. yüzyılın sanat formu olarak tanımlanan ve eğlencenin bir tür kenar ayağı olarak kökeni olsa da, teknolojik değişim, moda, endüstriyel organizasyon ve insanın yaratıcılığı karışımı sayesinde uzun süredir yedinci sanat biçimine doğru olgunlaşmış olan Film'di. İsimsiz ansiklopedi yazarı uzun süre önce sinema tarihinin -sanat tarihi gibi- müzeler, sergiler, birincil, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayanan bilimsel araştırmalar ve diğer altı sanata rutin olarak uygulanan ciddi eleştiri aracılığıyla kültürün kutsal kapılarından kesinlikle gireceğini öngörmüştü. 10'lu yaşlarımın başında beni ciddi film eleştirisiyle tanıştıran süreç içinde ''yedi sanata'' ayrılmış yayınların istikrarlı bir parçası olarak buna özen gösteren Film and Filming adlı derginin meraklı bir okuyucusuydum. * Yarım yüzyıl sonra bu öngörülerin yalnızca bazıları gerçek oldu. Yerleşik sanatlar söz konusu olduğunda, hâlâ ''sanatlar'' (altı tane) vardır, sanatçılar yalnızca birkaç film yapmıştır ve ayrıca sinema ya da film denen bir şeyler vardır: tam bir belirsizlik hali. Tiyatro grupları iyi bilinen filmlerin canlı uyarlamalarını oynadıklarında, popüler kültür nedense sanata dönüşür. Tate Modern, ressam Edward Hopper ile ilgili bir sergi düzenlendiğinde, onun film üzerindeki etkisini gösteren imgeler serginin dışında, gerçekten de yakındaki kafeteryaya yerleştirildi. Walt Disney (1901-66) ve Alfred Hitchcock (1899-1980) üzerine malzemeleri içeren bir sonraki ''Dali ve Film'' sergisi için yapılan tanıtımda sanatseverleri soğutur korkusuyla ''ve Film'' sözcüklerinin harfleri küçültüldü. * Kültürel hiyerarşinin bu anlamının nedenleri karmaşıktır ve diğer birçok şeyin arasında filmin geleneksel anlamda koleksiyona dahil edilebilir olmaması gerçeğini içerir. Normal olarak ne kişilerarası iletişimle ilgilidir ne de metaforik bir düzey hariç, bireysel sanatsal yaratıcılıkla ilgilidir. Kültürden çok işle ilgili görülebilir ve çoğu kez de öyle görülür. Gördüğünüz tam olarak insan yapımı değildir. Frankfurt Okulu toplumsal araştırmacılarının ve filozoflarının iki dünya savaşı arasında otantik bireysel deneyimle karşılaştırma eğiliminde oldukları kitle kültürünün bir parçasıdır. Yüzyıllarca geriye giden bir kataloğu yoktur. Canlı değildir. Ve demokratiktir. Bunların çoğunun çağdaş sanatın büyük bölümü için söylenebileceği gerçeği sessizce unutulur. Bu tip hiyerarşiler, kültürel sınırların başka yerlerde nasıl belirsiz hale geldiği düşünüldüğünde, özellikle benzeri olmayan Britanya kültüründe derinlere iner. Ancak bunlar, yüksek öğretimde standartların gerilemesinin yasını tutmak isteyenlerin tercihine uygun şamar oğlanı olarak sosyolojiden devralınmış olan medya incelemeleri üzerine kuru gürültüyle birleştiğinde, ciddi olmaya başlarlar. * Bütün bunlar yayımlanan birçok film incelemesinin biraz savunmacı tonunu açıklayabilir: akademik referansları gururla gösterme ve etraftaki daha fazla yerleşmiş disiplinler -sanat tarihi ve görsel incelemelerden ziyade genellikle edebiyat ve tarih- tarafından ciddiye alınma arzusu. Bu savunmacılık film incelemeleri için -arşivlerin, sözlüklerin, ansiklopedilerin ve anlatı tarihlerinin farklı yöntembilimsel nedenlerinden üst düzeyde şüphe duyan- hazır, entelektüel bir yeniden başlangıç sağladığı görülen Avrupa'dan gelen yeni teori dalgalarıyla aynı zamana denk geldi. Sonuçta film incelemeleri daha var olmalarından önce kendi temel inşa bloklarından bir şüpheyi miras aldı. * Film incelemelerinin -en sonunda.!- olgunlaşmasıyla birlikte ev eğlencesinin (televizyon, DVD, bilgisayar vs.) ortaya çıkması ''...yapımı'' ile ilgili DVD eklerinin çoğunun yavanlığına karşı koymak, izleme deneyimini bir tür daha geniş sinemasal ve kültürel bağlam içine yerleştirmek ve yağcı bir şekilde tanıtım niteliğindeki film değerlendirmelerine, yıldız oyuncu reytinglerine ve bütçeler ya da setteki tartışmalar hakkındaki dedikodulara iyi araştırılmış bir alternatif sağlamak için sinema tarihiyle ilgili net bir şekilde yazılmış, jargonsuz, güvenilir referans kitaplarına yönelik güçlü bir talebi yaratmıştır. Ve belki de en önemlisi dağıtım ve gösterim teknolojilerin ve filmlerin izlenişinin tam bir dönüm noktasında olduğu bir dönemde durum değerlendirmesi yapmaktır. Dondurulmuş görüntü çoğu durumda yönetmenlerin istediğinden daha yakın bir detaylı incelemeye yol açmıştır, ancak bu genellikle izleyiciyi üstün duruma getiren devamlılık hatalarının ve kronolojik sorunların daha yakından detaylı incelenmesi olmuştur: Hoşgörüsüzlük'te 8Intolerance: Love's Struggle Throughout the Ages, 1916) Persler Babil'e saldırırken bir asistan ceketli ve kravatlıdır; Casablanca'daki (1942) bir geçmişe dönüşte Ilsa, Paris'te bir elbise değil, takım elbise giyer; On Emir'de (The Ten Commandments, 1956) kör bir asker ve Spartacus'te de (1960) çok sayıda asker kol saati takar; Cehennem Dönüşü (Stagecoach; 1939) dahil çok sayıda westernde modern lastik izleri vardır. Siz de Doktor Jivago'da (1965) David Lean (1908-91) ve ekibinin aynadan yansımasını saptayabilirsiniz. Bu kitap tek tek filmlerden ''önemli sahneleri'' akıllıca seçerek ve onların önemini açıklayarak, dondurulmuş görüntüyle çok daha ilginç bir şeyler yapıyor. Sinemanın Tüm Öyküsü Lumiere Kardeşler'in 1895'teki ilk insanlara açık gösteriminden 9/11 sonrası Amerikan filmlerine, bilgisayarda yaratılan görüntülere, üç boyutlu filme ve milenyum sonrası Avrupa sinemasına kadar sinema tarihinin kronolojik bir açıklamasını veriyor. Hollywood hakkında ''isimler ve tarihler'' öyküsü -genel yaklaşım- değil ama tekilden ziyade çoğul film kültürü içinde kültürlerini öne çıkarak dünya sinemasının senfonik bir anlatısını sunuyor. Zengin malzeme tematik olarak döneme, bölgeye ya da türe göre düzenleniyor. Kitapta uzmanlar tarafından filmleri tarihsel bağlamları içine yerleştiren giriş yazıları, tek tek filmler üzerine makaleler, önemli olayların zaman çizelgeleri, yönetmenlerin profilleri ve ortaya çıkan konular üzerine ek bilgi kutuları bulunuyor (''romandan filme,'' o dönemin sanat hareketiyle ilişkisi, müzik, sinematografi vb.) Sinemanın Tüm Öyküsü''nün bir özelliği bugünden geçmişe dönüşlerle ve ileriye sıçramalarla her bir yönetmen kuşağının kendilerinden öncekilerle nasıl ilişki kurduğu konusunu vurgulamasıdır. Başka bir özelliği de sanat tarihlerinde zaten yer alan ancak yakın tarihe kadar sinema tarihlerinde bulunmayan fotoğrafların yüksek kalitesidir. Ernst Gombrich'in Sanatın Öyküsü adlı eserinin başındaki ünlü sözler şöyledir: ''Gerçekten sanat diye bir şey yoktur. Yalnızca sanatçılar vardır ... S harfli Sanat bir öcü ya da fetiş gibi bir şey haline gelmiştir.'' Aynı şekilde, bu kitap kavram olarak ''Sinema'' ya da ''film'' hakkında değildir; filmleri yapanlar ve filmler ve onların yaşamlarımızdaki hâlâ yeterince değer verilmemiş önemleri hakkındadır. Bu kitap yapması her zaman cesaret gerektiren örnek incelemelerin çok dikkatli bir seçkisini içermektedir. * PROFESÖR SIR CHRISTOPHER FRAYLING TARİHÇİ, ELEŞTİRMEN ve TELEVİZYON YAYINCISI, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK (Sayfa: 6-7)
*
GİRİŞ:
(><) Sinemanın ilk döneminde çok önemli bir figür olan Charlie Chaplin 1914'te Keystone Stüdyoları'ndaki sette. Onun ikon sinema karakteri Serseri (The Tramp) bol elbisesi, melon şapkası ve bambu bastonuyla hemen tanınabilirdi. (Sayfa: 8 )
(><) Auguste ve Louis Lumiere 1892'de Fransa, Lyon'da. Lumiere kardeşler hareketli görüntüler çekecek bir kamera geliştirdiler ve sinemanın öncüleri arasındaydılar. İlk filmleri (1895) Lumiere fabrikasından çıkan işçileri gösteriyordu. (Sayfa: 9)
(><) Howard Hawks Büyük Uyku'nun (The Big Sleep, 1946)
setinde Lauren Bacall ve Humphrey Bogart ile birlikte. Yönetmen genellikle kendi filmlerinin yapımcılığını yaptı ve sansür otoritelerinin onayını almadan doğaçlama sahneler çekti. (Sayfa: 10)
(><) Ernst Lubitsch 1932'de Jeanette MacDonald ile birlikte. Almanya doğumlu yönetmen görgüye dair zarif komedi filmleriyle ünlüydü. Filmlerin riskli konuları ve dolaylı, imalı diyalogları sansürcülerin kafasını karıştırdı. (Sayfa: 11)
(><) ClarkGable 1939'da Margaret Mitchell'in çok satan kitabı Rüzgar Gibi Geçti'yi okuyor. Gable'ın Rhett Butler'ı canlandırdığı film 10 dalda Oscar kazandı ve hâlâ bütün zamanların en popüler Hollywood filmlerinden biridir. (Sayfa: 11)
*
''...bugün bile kimsenin önemli olduğunu düşünmediği büyük bir tekdüze beceri, sıradanlık içeren ve kötü yapılmış bir süprüntü yığını vardır. Her zaman, muhtemelen dünyanın yıllık film üretiminin %5'inden fazlası dikkat etmeye bile değmezdir ve buna rağmen değerinden fazla değer verilmiştir.'' (Sayfa: 11)
(><) Jean-Luc Godard (ortada) 1965'te Eddie Constantine ve Anna Karina ile birlikte. Diğer Yeni Dalga yönetmenleri gibi Godard da geleneksel sinemaya karşı çıktı ve Wim Wenders'den (d. 1945) Quentin Tarantino'ya (1963) kadar yönetmenlere ilham verdi. (Sayfa: 12)
(><) Sam Fuller II. Dünya Savaşı filmi Ölüme Koşanlar'ın (The Big Red One, 1980) setinde. Fuller'in küçük bütçeli, sal*dırgan filmleri onun daha önceki magazin gazeteciliğini yansıtır. (Sayfa: 13)
(><) Martin Scorsese (ortada) Mean Streets'in (1973) setinde Robert De Niro ve Harvey Keitel ile birlikte. Scorsese senaryoyu New York'teki Küçük İtalya bölgesinde bir ergen olarak tanık olduğu gerçek olaylara dayanarak yazdı. (Sayfa: 13)
ÖNCÜ FİLMLER:
''Filmler geçmişi yeniden yaratmanın olanaklı olduğunu göstererek, bugünü yeniden oluşturarak ve geleceği görselleştirerek, gösteri evreni için hem bir arzu yaratmış hem de onu beslemiştir. Film yapım teknolojisi 1895'de icat edildi ancak ilk filmler genellikle yalnızca birkaç saniye uzunluktaydı ve basit gündelik olayları anlatıyor ve hile efektlerini kullanıyordu. Tanınabilir bir öykünün anlatıldığı filmler 20. yüzyılla ortaya çıktı. İlk öncü filmler o dönemde film yapımının merkezi olmayan Hollywood'da değil, Avrupa'da çekildi. Dikkat çeken bu isimler arasında Fransız yönetmen Georges Melies (1861-1938), Charles Pathe (1863-1957) ve Ferdinand Zecca (1864-1947) vardı. Zecca garip bir uçan makineyle Paris yakınlarındaki Belleville üzerinde uçuş yaptığı bir dakika uzunluğundaki A la conquete de l'air'i (Conquering the Skies, 1901) yönetti. Film, 1896 yılında Charles Pathe ve kardeşi Emile tarafından kurulan yapım şirketi Pathe Freres için yapıldı. Eski lokantacı olan kardeşler aşçılık geçmişlerine gönderme yapmak için marka olarak bir horozu kullandılar.'' (Sayfa: 16)
*
1) İlk bölünmüş ekran çekimi Ferdinand Zecca'nın Ala conquete de l'air filminde Paris, Belleville'deki çatıların üzerinde uçuşu gösterir.
*
2) Pathe Freres'nin 1908'e ait afişinin zeminindeki horoza dikkat edin. Horoz bugün de şirketin simgesidir.
*
3) Kauçuk Başlı Adam'da bilim insanı (George Melies) ayrılmış başıyla deneye hazırlanırken körükler laboratuarda hazır durur. (Sayfa: 16-17)
''Bir sanat formu olarak filmin potansiyelini sınırlayan teknik zorluk, birbirini izleyen çekimlerle aksiyonun devamlılığını sağlayamamaktı. Attack a China Mission-Bluejackets to the Rescue (1900) sinemasal bir dönüm noktası oldu. Çin'deki Boxer Ayaklanması'ndan (1898-1901) esinlenen film Boxer askerlerinin kuşatması altındaki bir grup Hıristiyan misyoneri konu almıştı. Film, döneminin en gelişkin anlatılarından birini yaratan İngiliz sinema öncüsü James Williamson tarafından yönetildi. Film terk edilmiş bir evde kurulan set ve iki düzine insanın oynamasıyla ünlendi ve aksiyon sahneleri düzmece pa*tlama ve sil*ah seslerinin yardımıyla çekildi.'' (Sayfa: 16-17)
''Hindistan'da öncü yönetmen D. G. Phalke (1870-1944) İsa'nın hayatının ilk film versiyonunu izleyip bundan ilham alarak Raja Harishchandra'yı (1913) yapmak için film yapımının temel bilgilerini öğrendi. Hindu mitolojisine dayanan ve özenle hazırlanmış bu dönem filmi (kostüme dram), Hint sinema endüstrisinin başlangıcını gösterdi. Sanskritçe destan Mahabharata'dan alınan bir metni kullanan film, kutsal bir adama verdiği sözü tutmak için krallığından vazgeçen Kral Harishchandra'nın öyküsünü anlatır. Phalke tamamen erkek ve profesyonel olmayan oyuncuları kullanarak ve çekimleri Mumbai çevresindeki kırsal bölgede yaparak kırk dakikalık özenli bir Hindu destanı yarattı. Film Mumbai'deki Coronation Cinema'da ilk gösterildiğinde büyük bir başarı elde etti. Ne yazık ki günümüze yalnızca ilk iki makara kaldı ve modern izleyicilerin filmin geri kalanını tahmin etmeleri gerekiyor.'' (Sayfa: 17-18)
*
''İtalya'daki ilk yönetmenler mitsel ve gösterişli konulara yöneldiler. Dante'nin yapıtları verimli bir malzeme kaynağı sağladı. En başarılı örnek olan L'inferno (1911) ilk uzun metrajlı İtalyan filmi olarak değerlendirilir. Aynı dönemde tarihsel film türü Giovanni Pastrone'nin (1883-1959) La cadut di Troia (Troya'nın Düşüşü, 1911) ve Mario Caserini'nin (1874-1920) Gli ultimi gioni di Pompeii (Pompeii'nin Son Günleri, 1913) filmleri gibi bir dizi özenli kısa film aracılığıyla gelişmeye başladı.'' (Sayfa: 18)
(><) Macera serisi Judex'in bir afişi. Kılık değiştirme uzmanı ve gizem adamı olan bu suç intikamcısı daha sonraki süper kahramanları haber verdi.
*
(><) Ben-Hur: A Taale of Christ'teki ünlü atlı araba yarışı beyaz perdede defalarca taklit edilmiştir. 1959'daki yeniden yapımı bu sekansı neredeyse çekim çekim yeniden yarattı. (Sayfa: 18-19)
Ay'a Seyahat (1902)
Le Voyage dans la lune - Georges Melies (1861-1938)
''Fantastik sinemanın öncüsü Georges Melies'nin 500'ü aşkın filmi içinde en iyi bilinen, en çok izlenen ve en başarılı olan (ve en çok korsanı yapılan) 14 dakikalık bu kozmik epik filmi Flash Gordon (1936), Destination Moon, (1950), 2001: Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968, s.292) ve Yıldız Savaşları (Star Wars, 1977, s. 366) filmlerinin öncüsüdür. Heyecanlı bir toplantıda (sivri şapkalarıyla büyücüye benzeyen adamlar tarafından) aya yolculuk tasarlanır, tartışılır ve uygulanır.'' (Sayfa: 20-21)
Büyük Tren Soygunu (1903)
The Great Train Robbery, Edwin S. Porter (1870-1941)
''Edwin S. Porter'ın Western'i; dış mekan çekimleri, kamera hareketleri ve paralel kurgusuyla modern film yapımının ortaya çıkışını gösterdi. Bu tarz, sonraki 20 yılda Charlie Chaplin (1889-1977), Mack Sennett (1880-1960) ve D. W. Griffith tarafından daha mükemmel hale getirildi.''
*
(><) Soyguncular trenin kontrolünü ele geçirirler. Bir Western olmasına rağmen film New Jersey'de çekildi.
*
(><) Bu afiş filmin ünlü son çekimini yansıtır ve Eski Batı'nın klasik romantik tasvirlerini anımsatır.
*
(><) İlk sahnede soyguncular istasyon ofisini kontrol altına alırlar. Acımasızca ve özenle yapılmış planlamayla telgraf operatörünü ve bilte toplayan adamı rehin alırlar. Bu sahne filmin öyküsüne giriştir ve so*yguncuların eylemine dikkat çeker.
*
(><) Son sekans son derece merakta bırakan bir sahnedir. Dördüncü duvarı kaldıran (bir oyuncunun doğrudan izleyiciye yönelmesi) bu sahne, sinemanın şi*ddetle açık ilişkisini gösteren ilk örneği sunar. Bu çekim o dönemde bazı izleyicilerin biraz endişe yaşamalarına neden olur.
*
(><) SİNEMANIN İLK WESTERN YILDIZI: 21 Mart 1880'de Arkansas, Little Rock'da doğan Max Aronson sinemanın ilk western kahramanıydı. İlk ortaya çıkışı Büyük Tren Soygunu ile oldu. Edwin S. Porter, Aronson'u üç rolde oynattı. İlki so-ygunculardan kaçmaya çalışırken arkasından vu*rulan yolcuydu. Ayrıca dans ederken ayaklarının altına a*teş edilen adamı ve trenin makinistlerinden birini canlandırdı. Filmin başarısı kendi filmlerini yönetmesini sağladı ancak Brancho Billy'nin Kurtarılışı (Brancho Billy's Redemption, 1910) için başrol oyuncusu bulamadı ve onu yıldız yapacak bu rolü kendisi oynamaya karar verdi. Bunu pek çok devam filmi izledi ve Broncho Billy and The Parson'da (1915) karakterin sondan bir önceki çıkışına kadar Broncho Billy olarak tanındı. 50 yıl sonra Aronson 85 yaşındayken The Bounty Killer (1965) ile son kez sinemaya döndü. (Sayfa: 22-23)
Vampirler (1915)
Les Vampires, Louis Feuıllade (1873-1925)
(><) Büyük Vampir'in izniyle kısa süre sonra sahnede ö*lecek olan balerin Marta.
*
(><)Musidora'nın vamp giysisi, Catwoman ve Batman'ın gotik giysisini haber verdi.
*
(><) Müfettiş Durtal'ın ko*pmuş kafası Chesnaye Şatosu'nda bulunur. Milyoner Bayan Simpson ve Dr. Nox (Jean Ayme) yakın koruma altında tutulurlar ancak kısa bir süre sonra Bayan Simpson ö*ldürü*lür. Dr. Nox ''Ben Büyük Va*mpirim'' yazan bir not bırakarak çatılardan kaçar.
*
(><) Kıyafet değiştiren genç gazeteci Philippe Guerande (Edouard Mathe) va*mpir çetesinin buluştuğu eski bir gece kulübü olan Howling Cat'e gider. İçeride Irma Vep'in (vampire sözcüğünün anagramı) şarkısı kaba beğeniyi ortaya çıkarır. Guerande evine döner.
*
(><) Grand Veneur Oteli'ndeki misafirler arasında Kont Kerlor ve oğlu (aslında Büyük Va*mpir ve Irma Vep) ve rakip suçlu Moreno (Fernand Herrmann) vardır. Kedi kıyafetli Irma Vep, Werner'in odasını araştırıp çıkarken Moreno'ya yakalanır. (Sayfa: 24-25)
İLK EPİK FİLMLER
(><) Epik filmler Quo Vadis?deki muhteşem atlı savaş arabaları yarışında olduğu gibi geniş, özenle hazırlanmış set tasarımlarını gerektirir.
*
(><) Uygarlık filminin afişi. Savaş teası büyük ekranda çok etkileyicidir.
*
(><) Cecil B. DeMille'in büyük epik filmi Krallar Kralı'nda İsa (H. B. Warner) vaaz veriyor.
*
''T. H. Ince, uzun metrajlı filmler yapmak için büyük setler, sahne malzemeleri, soyunma odaları ve sahnelerin olduğu bir yer gerektiğini anladı. İlk tanınmış sütüdyo olan İnceville'i Los Angeles'da büyük bir çiftlikte kurdu ve Uygarlık'ı orada çekti. Hayali Wredpryd krallığında geçen film, ülkesinin düşmanları için cephane taşıdığından kuşkulanılan sivil bir gemiye ateş açmayı reddeden, kendi denizaltısını batıran ve kendisini arafta bulan bir denizaltı kumandanının kaderini anlatır. Bir şovmen olan Ince, bir milyon dolarını filmin ölçüsüzlüğünün çığırtkanlığını yapan gazete reklamlarıyla destekledi: ''Bir çarpışmada mühimmat için 18.000 dolar / 40.000 insan / Heyecan Verici Süvari Saldırıları İçin 40.000 At / Büyük Hava Savaşında 40 uçak kullanıldı.'' Film başarılı oldu ve ka*nlı sa*vaş tasviri öyle etkiliydi ki, ABD 1917 yılında I. Dünya Savaşı'na gireceği sırada dağıtımdan geri çekildi.'' (Sayfa: 27)
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1912) Enrico Guazzoni'nin 120 dakikalık dram filmi Quo Vadis? iki saat boyunca gösterilen ilk filmdi.
*
(1915) Bir Ulusun Doğuşu (The Birth of a Nation) 190 dakika uzunluğundaydı ve en uzun film rekorunu kırdı.
*
(1916) D. W. Griffith gericilik suçlamalarına epik filmi Hoşgörüsüzlük'le yanıt verdi.
*
(1923) Cecil B. DeMille'in On Emir filmi Technicolor'un devreye sokulmasıyla izleyicileri şaşırtan ve keyiflendiren ilk renkli filmdir.
*
(1925) The Big Parade'in ilk gösterimi yapıldı. Dünya çapında 22 milyon dolarlık gişe hasılatı yaparak o güne kadar en çok kazandıran sessiz film oldu.
*
(1925) Erich von Stroheim (1885-1957) 10 saatlik dram filmi Tutku'yu (Greed) yapmak için 500 bin dolar harcadı. MGM tarafından 150 dakikaya indirilmesinin ardından gösterime girdi.
*
(1927) Cecil B. DeMille'in İsa'nın yaşamını anlatan ve binlerce oyuncunun rol aldığı 1 milyon 265 bin dolarlık epik filmi Krallar Kralı gösterime girdi. (Sayfa: 26-27)
Cabiria (1914)
GIOVANNI PASTRONE (1883-1959)
(><) Cabiria'nın ustalık gerektiren büyük setleri daha sonraki epiklerin atmosferini belirledi.
*
(><) D'Annunzio'nun adlı filmin gişesini yükseltti.
*
(><) Kartacalıların Moloch Tapınağı'nda kurban edilmek için esir Cabiria seçilirken, kalabalık toplanır. Öldürülmeden önce bir Romalı soylu ve casus Fulvio Axilla (Umberto Mozzato) ve onun sadık kölesi Maciste olağanüstü bir mücadeleyle kızı kurtarır.
*
(><) Romalılar on yıllık bir mücadeleden sonra Kartacalıları mağlup ederler. Böylece artık yetişkin olan Cabiria (Lidia Quaranta) ve kurtarıcısı Fulvio Roma'ya dönebilirler. Gemi Roma'ya vardığında aşık çift kucaklaşır ve neşeyle yelkenlinin etrafını saran melekleri izlerler. (Sayfa: 28-29)
Bir Ulusun Doğuşu (1915)
The Birth of a Nation, D. W. GRIFFITH (1875-1948)
(><) Ku Klux Klan siyah askerler tarafından savunulan bir kasabaya doğru zaferle ilerler.
*
(><) Bu afiş filmin adını kötüye çıkaran Klan şövalyelerin bir soylu gibi tasvir edilmesini gösterir.
*
(><) Film, Abraham Lincoln'ün vu*rulduğu Theatre'ın her ayrıntısının birebir aynısının yapıldığı tarihsel sahnelerinin doğruluğuyla gurur duyar. Her ne kadar kendi içinde sorunlu olmasa da, böylesi bir gerçeğe benzerlik filmin son bölümünün bir tür hakikat olarak sunulmasını destekler. (Sayfa: 30-31)
Napolyon (1927)
Napoleon, ABEL GANCE (1889-1981)
(><) Filmin çarpıcı dış mekan çekimlerinin birinde Napolyon Korsika'dan denize açılır.
*
(><) Gance'ın görsel betimleme duygusu, Fransız liderin aslında uygun bir kahraman olarak resmedilmesi nedeniyle filmin afişinde yansır.
*
(><) Gazeteci Jean-Paul Marat'nın Jacques-Louis David'in The Death of Marat (1793) adlı tablosunu taklit eden ö*ldü*rülme sahnesi durağan güzelliğe devinen bir imge olarak canlılık kazandırdı. Marat'nın başındaki ışık, hale efekti yaratır ve onun şehit benzeri rolünü akla getirir.
*
(><) Film; siyah beyazdan, Fransız bayrağı tarzında elle boyanmış mavi, beyaz ve kırmızıya dönüşerek Bonaparte'ın zaferle sonuçlanan İtalya seferini öven üç parçalı görüntüden oluşan sekansta doruğa ulaşır. Gance bu değişen görüntüleri yaratmak için çok sayıda pozlandırma kullandı. (Sayfa: 32-33)
SESSİZ SİNEMANIN KADIN KAHRAMANLARI
(><) Theda Bara, J. Gordon Edwards (1867-1925) tarafından yönetilen Cleopatra'da Mısır Kraliçesi rolünde.
*
(><) Saf ama tehlikeli genç kadın hakkındaki melodram Pandora'nın Kutusu 8Die Büchse der Pandora, 1929) için yapılmış bir Alman afişi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
1917:
*
Müs*tehcen kostümleriyle tanınan Bara epik film Cleopatra'da göğüslerinin çoğunu açıkta bırakan metal yılanlı bir sütyenle gösteri yaptı. (Sayfa: 34-35)
Orada Bir Çılgın Vardı, 1915
A Fool There Was, FRANK POWELL (1877-1964)
(><) Theda Bara sinemanın ilk döneminin bir fenomeniydi. Stüdyo tanıtım mekanizması onun gizemli, egzotik imajını yarattı ve destekledi.
*
(><) Filmin afişi Theda Bara'nın baştan çıkarıcı, aynı zamanda tehlikeli cazibesini gösteriyor.
*
(><) Vampirin terk ettiği sevgilisi onu gemiye kadar takip eder ve önünü keser. Vampir adamın yüzüne kahkahayla güler ve şu okunur: ''Öp beni aptalım.'' Adam kendisini v*urur ve güvertede bulunan Schuyler ö*lüm sahnesini görür.
*
SAHNE ADI
*
Theda Bara Hollywood stüyyoları tarafından adı değiştirilen ne ilk ne de son yıldızıydı. Asıl adı Florence Annie Bridgwood olan ''Biograph kızı'' Florence Annie, sinemanın 1910 yılında ismini değiştirdiği ilk yıldızdı. Daha pek çok kişiye sahne isimleri verildi, çok nadiren de bu ad seçtirildi. O dönemde bunun nedeni kulağa hoş gelmesiydi: Julius Ulman Douglas Fairbanks oldu, Frances Gumm Judy Garland'a dönüştü. Ne yazık ki bazı soyadlarının çağrışımları vardı: Hedwig Kiesler'in soyadı ''kiester''i (popo) çağrıştırdığı için Hedy Lamarr oldu. Ancak eski stüdyo sisteminin hakimiyeti zayıflamaya başladığında, Jack Lemmon gibi aktörler isim değişikliğini reddedebildiler. Yakın zamanda Arnold Schwarzenegger ve Renee Zellweger gibi oyuncular soyadlarını gururla koruyarak yıldız oyuncu kariyerlerini sürdürmüşlerdir. (Sayfa: 36-37)
It (1927)
CLARENCE BADGER (1880-1964)
(><) Clara Bow'un adı afişe hakimdir.
*
''1927 yılında Calara Bow'un başrolde oynadığı altı sessiz filmden biri olan It bşr Caz Çağı ikonu yarattı. Bu film o dönemde Paramount'un en çok kazandıran filmi olması nedeniyle ona 21 yaşındayken ''It girl'' lakabını kazandırdı. Böylece sinemanın ilk se*ks sembollerinden biri haline geldi. Her ne kadar diğer filmlerinde daha uslanmaz bir çapkın olsa da, It onun sinema tarihindeki yerini garantileyen film oldu.'' (Sayfa: 38)
FANTASTİK SİNEMA
''Edgar Allan Poe'nun fantastik öyküleri, uyarlama yapmak için yaygın bir kaynaktı.. Poe'nun ziyaret ettiği bir akıl hastanesinde hastalarla görevliler arasında güçlükle ayrım yapabilen bir insanı konu alan ''The System of Dr. Tarr ve Professor Fether'' adlı öyküsünden alınan ve 1913'de Maurice Tourneur (1873-1961) tarafından yönetilen Le systeme du docteur Goudron et du professor Plume ilk örneklerinden biriydi.'' (Sayfa: 41)
*
(><) Haxan: Witchcraft Through the Ages i*şken*ce ve çı*plak*lığı gösteren grafik sahneleri yüzünden ABD'de yasaklandı ve diğer ülkelerde de sa*nsüre uğradı.
*
(><) Der Golem filminin 1920 versiyonunun afişi Prag'da bir gettonun dışa vurumcu illüstrasyonunu içerir.
*
(><) Deneysel Japon filmi Kurutta İppeiji'nin başrolünde ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Masao Inoue oynadı. (Sayfa: 40-41)
''Fritz Lang'ın (1890-1976), ''The Masque of teh Red Death'den yapılmış başka bir Poe uyarlaması olan Die Past in Florenz (1919) gibi ilk senaryolarının çoğu bir ö*lüm saplantısı gösterdi. Lang savaş döneminde Avusturya ordusunda aktif olarak görev almış ve ciddi yaralar almıştı: ''Dört yıl boyunca yaşamın en uç noktalarını gördüm - açlık, umutsuzluk ve ö*lüm.'' 1917 yılında Joe May'in (1880-1954) yönettiği Hilde Warren und der Tod'da Lang, her ne kadar oyunculuğu etkileyici bulunmasa da, Azrail rolünü kendisi oynadı.'' (Sayfa: 41-42)
''Nosferatu ile aynı yıl gösterime giren Lang'ın Kader (Der müde Tod, 1921) adlı filmde Azrail, taze bir geline, alıkoyduğu kocasını kurtarması için üç fırsat sunar. Ancak Azrail'in genç kadına gösterdiği öyküler -Hilafet dönemi Bağdat, Rönesans dönemi Venedik ve peri masalındaki Çin- yalnızca ölüme mahkum bir hayatı kurtarmanın olanaksızlığını kanıtlar. En sonunda kadın, eğer sevgilisiyle yeniden birleşecekse ölümü kabul eder. ''Aynı yapı içinde üç öykü'' formatı daha sonra Mumyalar Müzesi'nde (Das Wachsfigurenkabinett, 1924) Paul Leni (1885-1929) tarafından kopyalanmıştır. Bu filmde üç kişinin -Harun al-Rachid (Emil Jannings), Korkunç Ivan (Conrad Veidt) ve Karındeşen Jack (Werner Krauss)- öyküsü anlatılır.'' (Sayfa: 42)
''...G. W. Pabst sinemada psikanaliz ile ilgilenen filmlerden biri olan Bir Ruhun Gizleri'ni (Geheimnisse einer Seele, 1926) yönetmişti. Cinayet rüyaları görme sorunu yaşayan kimya profesörü (Krauss), bir uzmana başvurur: bu vakanın geçmişinin belgesele yakın sunumu ateşli bir ci*nsel sembolizm, dönüp duran çoklu kareler ve ustaca yapılmış dışavurumcu set tasarımları ile dolu rüya açıklamalarıyla çelişir. Amerikalı göçmen Arthur Robison (1883-1935), hipnoz uygulanan psikozlu kıskanç bir koca hakkındaki Schatten'de (1923) benzer bir şeylere kalkışmıştı ancak filmin atmosferi, olay örgüsünden çok daha güçlüydü.'' (Sayfa: 42-43)
''İlk Golem filmini yöneten Henrik Galeen, Edgar Allan Poe'nun ''William Wilson'' adlı eserinden uyarlanan Prag'lı Öğrenci'yi (Der Student von Prag, 1926) yapmak için Prag'a döndü. Bu uyarlamada Conrad Veidt yalnızca kendi adıyla yapılan kötü şeyleri bulmak için aynadaki görüntüsünü satan bir öğrenciyi canlandırır.'' (Sayfa: 43)
''Rupert Julian (1879-1943) tarafından yönetilen ve en unutulmaz performanslarından biri olan Operadaki Hayalet'te (The Phantom of the Opera, 1925) Chaney, yüzü tümüyle deforme olmuş hayaleti canlandırdı. Burada Chaney yalnızca oyunculuk yeteneğini değil aynı zamanda da kendi yaptığı yenilikçi makyajla sanatçılığını ortaya koyarak ciddi övgüler aldı.'' (Sayfa: 43)
''Victor Hugo'nun aynı adlı romanından uyarlanan, Grand Guignol sapığını Conrad Veidt'in oynadığı ve Paul Leni tarafından yönetilen Gülen Adam (The Man Who Laughs, 1928) bir istisnaydı. Veidt, Kral II. James'i kızddıran gözden düşmüş bir İngiliz soylusunun oğlu Gwynplaine'i canlandırdı. Kralın emirleri üzerine Gwynplaine'in yüzüne, daimi bir sırıtma ifadesi oluşturacak şekilde hasar verilmiştir. Gwynplaine'in tuhaf sırıtması daha sonraları Batman çizgi romanında ve Batman serisinde, örneğin The Dark Knight (2008) filminde Heath Ledger gibi oyuncuların canlandırdığı Joker karakterini tasarlayanları etkileyecekti.'' (Sayfa: 43)
Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, 1920
Das Cabinet des Dr. Caligari, Robert Wiene (1873-1938)
(><) Dr. Caligari Cesare'ı kaşıkla besler. Enerjik, düş-benzeri dekorların çoğunun kâğıttan yapılması önemlidir.
*
(><) Ledl Bernhard tarafından tasarlanan bu afiş açık bir şekilde dışavurumcu imgelemi kullanır.
*
CALIGARISM VE DIŞAVURUMCULUK
Eleştirmenler 1920'lerin Almanya'sında yapılan garip fantastik filmlerden, ''Caligarism''in unsurlarını gösteriyor diye bahsettiler. Bu türden filmler insanların gözünde Wassily Kandinsky ve Franz Marc'ın (Fate of the Animals, 1913) eserleriyle temsil edilen Dışavurumcu sanat hareketiyle ilişkiliydi. Bu hareket Dr. Caligari'nin Muayenehanesi'nin teatral düzlemlerinin ötesine geçerek F. W. Murnau'nun yönettiği Nosferatu gibi dış mekanlarda çekilen filmlere ya da Paul Wegener tarafından çekilen ortaçağ canavarı filmi Der Golem (1920) gibi özenle hazırlanmış stüdyo setlerinin olduğu filmlere kadar yayıldı. Fritz Lang, Kader, 1922'den 1933'e kadar Dr. Mabuse filmleri ve Metropolis (1927) gibi filmlerinde Dışavurumculuktan yararlanmaya devam etti. (Sayfa: 44-45)
Nosferatu, 1922
Nosferatu, eine Symphonie des Grauens, F. W. Murnau (1888-1931)
(><) Gün doğumundaki ışınlar Kont Orlok-Nosferatu (Ö*lüm Kuşu) için ö*lüm anlamına gelir.
*
(><) Prana-Film'in ilk ve son uzun metrajlı filminin anlaşılmaz afişi.
*
ROMANDAN FİLME
*
Nosferatu'nun Henrik Galeen tarafından yazılan senaryosu, büyük ölçüde Bram Stoker'ın klasik vampir romanı Dracula'nın (1897) ana hatlarından yararlandı. Ancak öykü sadeleştirildi ve karakterlerin bazıları azaltıldı ya da marjinalleştirildi. Genç kahraman Jonathan Harker Hutter oldu. Dracula'nın güçlü rakibi Profesör Van Helsing etkisiz Profesör Bulwer'e dönüştü. Filmdeki kadın fedakarlığı (Hutter'ın karısı Ellen kocasına zararı olmasın diye kendisini vampire verir) teması romanda yoktur. Ortam farklıdır: Whitby, Baltık'taki kurmaca Wisborg limanı halline geldi. Özellikle Dracula'nın kendisi, muhtemelen yapımcıların Stoker'ın öyküsünü izin almadan kullandıklarının bilinmesini engellemek için Kont Orlok'a dönüştü. Bu şekilde olsa bile söz konusu değişim işe yaramadı. Stoker'ın varisleri başarılı bir biçimde, telif hakkının çiğnendiğini ileri sürdüler ve filmin tüm kopyalarının imha edilmesine karar verildi. Nosferatu'nun ilk ve tek gösterimini gerçekleştiren yapım şirketi Prana (Sanskritçe ''yaşam gücü'') iflas etti. (Sayfa: 46-47)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder