Bu Blogda Ara

26 Şubat 2025

Maria (2024)

 


Yönetmen: Pablo Larrain
Senaryo: Steven Knight
Görüntü: Edward Lachman
Oyuncular: Angelina Jolie, Alba Rohrwacher, Haluk Bilginer, Kodi Smith McPhee, Stephen Ashfield, Valeria Golino, Caspar Philipson, Lydia Koniordou, Pierfrancesco Favini/
ABD filmi, 2024


Köpekleri için:
*
''Bağlılığın %90'ı yemekle ilgili.''


''Muhtemelen erkekler, öldüklerinde daha çok söz dinliyorlar.''
*
''Elbiselerimi yaktım, çünkü geçmişin bir parçasıydı.''
*

- Müzik sefaletten, yoksulluktan doğar.


- Sen Maria Callas'sın, geç kalmadın, herkes erken geldi.


- Benim tutkum, dolaptaki bir hazine olmak değil.!
*
- Onasis gibi bir zalimle nasıl birlikte olabildin.?

- Çünkü onunlayken, tekrar bir kız çocuğu olabiliyordum.
*
- O pi*çten alıntı mı yapıyorsun.?
- Hayır, kendi düşüncelerimi söylüyorum. Yüksek sesle.


- Biz Yunanız. Ölüm bizim yoldaşımızdır.!

24 Şubat 2025

Sinemanın Tüm Öyküsü - Genel Editör: Philip Kemp (Çevirmenler: Profesör Nuray Yılmaz - Profesör Ertan Yılmaz)

 

ÖNSÖZ
*
1950'lerin başında Güney Londra'da büyürken, raflarımızda ''yedi sanat'' üzerine bir bölümü içeren bir çocuk ansiklopedisi vardı. Dokuz Musa değil ama yedi sanat. Bu sanatlar Edebiyat, Müzik, Opera, Dans, Dram, Görsel Sanat ve 20. yüzyılın sanat formu olarak tanımlanan ve eğlencenin bir tür kenar ayağı olarak kökeni olsa da, teknolojik değişim, moda, endüstriyel organizasyon ve insanın yaratıcılığı karışımı sayesinde uzun süredir yedinci sanat biçimine doğru olgunlaşmış olan Film'di. İsimsiz ansiklopedi yazarı uzun süre önce sinema tarihinin -sanat tarihi gibi- müzeler, sergiler, birincil, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayanan bilimsel araştırmalar ve diğer altı sanata rutin olarak uygulanan ciddi eleştiri aracılığıyla kültürün kutsal kapılarından kesinlikle gireceğini öngörmüştü. 10'lu yaşlarımın başında beni ciddi film eleştirisiyle tanıştıran süreç içinde ''yedi sanata'' ayrılmış yayınların istikrarlı bir parçası olarak buna özen gösteren Film and Filming adlı derginin meraklı bir okuyucusuydum.
*
Yarım yüzyıl sonra bu öngörülerin yalnızca bazıları gerçek oldu. Yerleşik sanatlar söz konusu olduğunda, hâlâ ''sanatlar'' (altı tane) vardır, sanatçılar yalnızca birkaç film yapmıştır ve ayrıca sinema ya da film denen bir şeyler vardır: tam bir belirsizlik hali. Tiyatro grupları iyi bilinen filmlerin canlı uyarlamalarını oynadıklarında, popüler kültür nedense sanata dönüşür. Tate Modern, ressam Edward Hopper ile ilgili bir sergi düzenlendiğinde, onun film üzerindeki etkisini gösteren imgeler serginin dışında, gerçekten de yakındaki kafeteryaya yerleştirildi. Walt Disney (1901-66) ve Alfred Hitchcock (1899-1980) üzerine malzemeleri içeren bir sonraki ''Dali ve Film'' sergisi için yapılan tanıtımda sanatseverleri soğutur korkusuyla ''ve Film'' sözcüklerinin harfleri küçültüldü.
*
Kültürel hiyerarşinin bu anlamının nedenleri karmaşıktır ve diğer birçok şeyin arasında filmin geleneksel anlamda koleksiyona dahil edilebilir olmaması gerçeğini içerir. Normal olarak ne kişilerarası iletişimle ilgilidir ne de metaforik bir düzey hariç, bireysel sanatsal yaratıcılıkla ilgilidir. Kültürden çok işle ilgili görülebilir ve çoğu kez de öyle görülür. Gördüğünüz tam olarak insan yapımı değildir. Frankfurt Okulu toplumsal araştırmacılarının ve filozoflarının iki dünya savaşı arasında otantik bireysel deneyimle karşılaştırma eğiliminde oldukları kitle kültürünün bir parçasıdır. Yüzyıllarca geriye giden bir kataloğu yoktur. Canlı değildir. Ve demokratiktir. Bunların çoğunun çağdaş sanatın büyük bölümü için söylenebileceği gerçeği sessizce unutulur. Bu tip hiyerarşiler, kültürel sınırların başka yerlerde nasıl belirsiz hale geldiği düşünüldüğünde, özellikle benzeri olmayan Britanya kültüründe derinlere iner. Ancak bunlar, yüksek öğretimde standartların gerilemesinin yasını tutmak isteyenlerin tercihine uygun şamar oğlanı olarak sosyolojiden devralınmış olan medya incelemeleri üzerine kuru gürültüyle birleştiğinde, ciddi olmaya başlarlar.
*
Bütün bunlar yayımlanan birçok film incelemesinin biraz savunmacı tonunu açıklayabilir: akademik referansları gururla gösterme ve etraftaki daha fazla yerleşmiş disiplinler -sanat tarihi ve görsel incelemelerden ziyade genellikle edebiyat ve tarih- tarafından ciddiye alınma arzusu. Bu savunmacılık film incelemeleri için -arşivlerin, sözlüklerin, ansiklopedilerin ve anlatı tarihlerinin farklı yöntembilimsel nedenlerinden üst düzeyde şüphe duyan- hazır, entelektüel bir yeniden başlangıç sağladığı görülen Avrupa'dan gelen yeni teori dalgalarıyla aynı zamana denk geldi. Sonuçta film incelemeleri daha var olmalarından önce kendi temel inşa bloklarından bir şüpheyi miras aldı.
*
Film incelemelerinin -en sonunda.!- olgunlaşmasıyla birlikte ev eğlencesinin (televizyon, DVD, bilgisayar vs.) ortaya çıkması ''...yapımı'' ile ilgili DVD eklerinin çoğunun yavanlığına karşı koymak, izleme deneyimini bir tür daha geniş sinemasal ve kültürel bağlam içine yerleştirmek ve yağcı bir şekilde tanıtım niteliğindeki film değerlendirmelerine, yıldız oyuncu reytinglerine ve bütçeler ya da setteki tartışmalar hakkındaki dedikodulara iyi araştırılmış bir alternatif sağlamak için sinema tarihiyle ilgili net bir şekilde yazılmış, jargonsuz, güvenilir referans kitaplarına yönelik güçlü bir talebi yaratmıştır. Ve belki de en önemlisi dağıtım ve gösterim teknolojilerin ve filmlerin izlenişinin tam bir dönüm noktasında olduğu bir dönemde durum değerlendirmesi yapmaktır. Dondurulmuş görüntü çoğu durumda yönetmenlerin istediğinden daha yakın bir detaylı incelemeye yol açmıştır, ancak bu genellikle izleyiciyi üstün duruma getiren devamlılık hatalarının ve kronolojik sorunların daha yakından detaylı incelenmesi olmuştur: Hoşgörüsüzlük'te 8Intolerance: Love's Struggle Throughout the Ages, 1916) Persler Babil'e saldırırken bir asistan ceketli ve kravatlıdır; Casablanca'daki (1942) bir geçmişe dönüşte Ilsa, Paris'te bir elbise değil, takım elbise giyer; On Emir'de (The Ten Commandments, 1956) kör bir asker ve Spartacus'te de (1960) çok sayıda asker kol saati takar; Cehennem Dönüşü (Stagecoach; 1939) dahil çok sayıda westernde modern lastik izleri vardır. Siz de Doktor Jivago'da (1965) David Lean (1908-91) ve ekibinin aynadan yansımasını saptayabilirsiniz. Bu kitap tek tek filmlerden ''önemli sahneleri'' akıllıca seçerek ve onların önemini açıklayarak, dondurulmuş görüntüyle çok daha ilginç bir şeyler yapıyor.
Sinemanın Tüm Öyküsü Lumiere Kardeşler'in 1895'teki ilk insanlara açık gösteriminden 9/11 sonrası Amerikan filmlerine, bilgisayarda yaratılan görüntülere, üç boyutlu filme ve milenyum sonrası Avrupa sinemasına kadar sinema tarihinin kronolojik bir açıklamasını veriyor. Hollywood hakkında ''isimler ve tarihler'' öyküsü -genel yaklaşım- değil ama tekilden ziyade çoğul film kültürü içinde kültürlerini öne çıkarak dünya sinemasının senfonik bir anlatısını sunuyor. Zengin malzeme tematik olarak döneme, bölgeye ya da türe göre düzenleniyor. Kitapta uzmanlar tarafından filmleri tarihsel bağlamları içine yerleştiren giriş yazıları, tek tek filmler üzerine makaleler, önemli olayların zaman çizelgeleri, yönetmenlerin profilleri ve ortaya çıkan konular üzerine ek bilgi kutuları bulunuyor (''romandan filme,'' o dönemin sanat hareketiyle ilişkisi, müzik, sinematografi vb.) Sinemanın Tüm Öyküsü''nün bir özelliği bugünden geçmişe dönüşlerle ve ileriye sıçramalarla her bir yönetmen kuşağının kendilerinden öncekilerle nasıl ilişki kurduğu konusunu vurgulamasıdır. Başka bir özelliği de sanat tarihlerinde zaten yer alan ancak yakın tarihe kadar sinema tarihlerinde bulunmayan fotoğrafların yüksek kalitesidir.
Ernst Gombrich'in Sanatın Öyküsü adlı eserinin başındaki ünlü sözler şöyledir: ''Gerçekten sanat diye bir şey yoktur. Yalnızca sanatçılar vardır ... S harfli Sanat bir öcü ya da fetiş gibi bir şey haline gelmiştir.'' Aynı şekilde, bu kitap kavram olarak ''Sinema'' ya da ''film'' hakkında değildir; filmleri yapanlar ve filmler ve onların yaşamlarımızdaki hâlâ yeterince değer verilmemiş önemleri hakkındadır. Bu kitap yapması her zaman cesaret gerektiren örnek incelemelerin çok dikkatli bir seçkisini içermektedir.
*
PROFESÖR SIR CHRISTOPHER FRAYLING
TARİHÇİ, ELEŞTİRMEN ve TELEVİZYON YAYINCISI, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK (Sayfa: 6-7)

*

GİRİŞ:


(><) Sinemanın ilk döneminde çok önemli bir figür olan Charlie Chaplin 1914'te Keystone Stüdyoları'ndaki sette. Onun ikon sinema karakteri Serseri (The Tramp) bol elbisesi, melon şapkası ve bambu bastonuyla hemen tanınabilirdi. (Sayfa: 8 )


(><) Auguste ve Louis Lumiere 1892'de Fransa, Lyon'da. Lumiere kardeşler hareketli görüntüler çekecek bir kamera geliştirdiler ve sinemanın öncüleri arasındaydılar. İlk filmleri (1895) Lumiere fabrikasından çıkan işçileri gösteriyordu. (Sayfa: 9)




(><) Howard Hawks Büyük Uyku'nun (The Big Sleep, 1946)
setinde Lauren Bacall ve Humphrey Bogart ile birlikte. Yönetmen genellikle kendi filmlerinin yapımcılığını yaptı ve sansür otoritelerinin onayını almadan doğaçlama sahneler çekti. (Sayfa: 10)


(><) Ernst Lubitsch 1932'de Jeanette MacDonald ile birlikte. Almanya doğumlu yönetmen görgüye dair zarif komedi filmleriyle ünlüydü. Filmlerin riskli konuları ve dolaylı, imalı diyalogları sansürcülerin kafasını karıştırdı. (Sayfa: 11)


(><) ClarkGable 1939'da Margaret Mitchell'in çok satan kitabı Rüzgar Gibi Geçti'yi okuyor. Gable'ın Rhett Butler'ı canlandırdığı film 10 dalda Oscar kazandı ve hâlâ bütün zamanların en popüler Hollywood filmlerinden biridir. (Sayfa: 11)
*
''...bugün bile kimsenin önemli olduğunu düşünmediği büyük bir tekdüze beceri, sıradanlık içeren ve kötü yapılmış bir süprüntü yığını vardır. Her zaman, muhtemelen dünyanın yıllık film üretiminin %5'inden fazlası dikkat etmeye bile değmezdir ve buna rağmen değerinden fazla değer verilmiştir.'' (Sayfa: 11)


(><) Jean-Luc Godard (ortada) 1965'te Eddie Constantine ve Anna Karina ile birlikte. Diğer Yeni Dalga yönetmenleri gibi Godard da geleneksel sinemaya karşı çıktı ve Wim Wenders'den (d. 1945) Quentin Tarantino'ya (1963) kadar yönetmenlere ilham verdi. (Sayfa: 12)


(><) Sam Fuller II. Dünya Savaşı filmi Ölüme Koşanlar'ın (The Big Red One, 1980) setinde. Fuller'in küçük bütçeli, sal*dırgan filmleri onun daha önceki magazin gazeteciliğini yansıtır. (Sayfa: 13)


(><) Martin Scorsese (ortada) Mean Streets'in (1973) setinde Robert De Niro ve Harvey Keitel ile birlikte. Scorsese senaryoyu New York'teki Küçük İtalya bölgesinde bir ergen olarak tanık olduğu gerçek olaylara dayanarak yazdı. (Sayfa: 13)

ÖNCÜ FİLMLER:


''Filmler geçmişi yeniden yaratmanın olanaklı olduğunu göstererek, bugünü yeniden oluşturarak ve geleceği görselleştirerek, gösteri evreni için hem bir arzu yaratmış hem de onu beslemiştir. Film yapım teknolojisi 1895'de icat edildi ancak ilk filmler genellikle yalnızca birkaç saniye uzunluktaydı ve basit gündelik olayları anlatıyor ve hile efektlerini kullanıyordu. Tanınabilir bir öykünün anlatıldığı filmler 20. yüzyılla ortaya çıktı. İlk öncü filmler o dönemde film yapımının merkezi olmayan Hollywood'da değil, Avrupa'da çekildi. Dikkat çeken bu isimler arasında Fransız yönetmen Georges Melies (1861-1938), Charles Pathe (1863-1957) ve Ferdinand Zecca (1864-1947) vardı. Zecca garip bir uçan makineyle Paris yakınlarındaki Belleville üzerinde uçuş yaptığı bir dakika uzunluğundaki A la conquete de l'air'i (Conquering the Skies, 1901) yönetti. Film, 1896 yılında Charles Pathe ve kardeşi Emile tarafından kurulan yapım şirketi Pathe Freres için yapıldı. Eski lokantacı olan kardeşler aşçılık geçmişlerine gönderme yapmak için marka olarak bir horozu kullandılar.'' (Sayfa: 16)
*
1) İlk bölünmüş ekran çekimi Ferdinand Zecca'nın Ala conquete de l'air filminde Paris, Belleville'deki çatıların üzerinde uçuşu gösterir.
*
2) Pathe Freres'nin 1908'e ait afişinin zeminindeki horoza dikkat edin. Horoz bugün de şirketin simgesidir.
*
3) Kauçuk Başlı Adam'da bilim insanı (George Melies) ayrılmış başıyla deneye hazırlanırken körükler laboratuarda hazır durur. (Sayfa: 16-17)



''Bir sanat formu olarak filmin potansiyelini sınırlayan teknik zorluk, birbirini izleyen çekimlerle aksiyonun devamlılığını sağlayamamaktı. Attack a China Mission-Bluejackets to the Rescue (1900) sinemasal bir dönüm noktası oldu. Çin'deki Boxer Ayaklanması'ndan (1898-1901) esinlenen film Boxer askerlerinin kuşatması altındaki bir grup Hıristiyan misyoneri konu almıştı. Film, döneminin en gelişkin anlatılarından birini yaratan İngiliz sinema öncüsü James Williamson tarafından yönetildi. Film terk edilmiş bir evde kurulan set ve iki düzine insanın oynamasıyla ünlendi ve aksiyon sahneleri düzmece pa*tlama ve sil*ah seslerinin yardımıyla çekildi.'' (Sayfa: 16-17)




''Hindistan'da öncü yönetmen D. G. Phalke (1870-1944) İsa'nın hayatının ilk film versiyonunu izleyip bundan ilham alarak Raja Harishchandra'yı (1913) yapmak için film yapımının temel bilgilerini öğrendi. Hindu mitolojisine dayanan ve özenle hazırlanmış bu dönem filmi (kostüme dram), Hint sinema endüstrisinin başlangıcını gösterdi. Sanskritçe destan Mahabharata'dan alınan bir metni kullanan film, kutsal bir adama verdiği sözü tutmak için krallığından vazgeçen Kral Harishchandra'nın öyküsünü anlatır. Phalke tamamen erkek ve profesyonel olmayan oyuncuları kullanarak ve çekimleri Mumbai çevresindeki kırsal bölgede yaparak kırk dakikalık özenli bir Hindu destanı yarattı. Film Mumbai'deki Coronation Cinema'da ilk gösterildiğinde büyük bir başarı elde etti. Ne yazık ki günümüze yalnızca ilk iki makara kaldı ve modern izleyicilerin filmin geri kalanını tahmin etmeleri gerekiyor.'' (Sayfa: 17-18)
*
''İtalya'daki ilk yönetmenler mitsel ve gösterişli konulara yöneldiler. Dante'nin yapıtları verimli bir malzeme kaynağı sağladı. En başarılı örnek olan L'inferno (1911) ilk uzun metrajlı İtalyan filmi olarak değerlendirilir. Aynı dönemde tarihsel film türü Giovanni Pastrone'nin (1883-1959) La cadut di Troia (Troya'nın Düşüşü, 1911) ve Mario Caserini'nin (1874-1920) Gli ultimi gioni di Pompeii (Pompeii'nin Son Günleri, 1913) filmleri gibi bir dizi özenli kısa film aracılığıyla gelişmeye başladı.'' (Sayfa: 18)








(><) Macera serisi Judex'in bir afişi. Kılık değiştirme uzmanı ve gizem adamı olan bu suç intikamcısı daha sonraki süper kahramanları haber verdi.
*
(><) Ben-Hur: A Taale of Christ'teki ünlü atlı araba yarışı beyaz perdede defalarca taklit edilmiştir. 1959'daki yeniden yapımı bu sekansı neredeyse çekim çekim yeniden yarattı. (Sayfa: 18-19)

Ay'a Seyahat (1902)
Le Voyage dans la lune - Georges Melies (1861-1938)



''Fantastik sinemanın öncüsü Georges Melies'nin 500'ü aşkın filmi içinde en iyi bilinen, en çok izlenen ve en başarılı olan (ve en çok korsanı yapılan) 14 dakikalık bu kozmik epik filmi Flash Gordon (1936), Destination Moon, (1950), 2001: Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968, s.292) ve Yıldız Savaşları (Star Wars, 1977, s. 366) filmlerinin öncüsüdür. Heyecanlı bir toplantıda (sivri şapkalarıyla büyücüye benzeyen adamlar tarafından) aya yolculuk tasarlanır, tartışılır ve uygulanır.'' (Sayfa: 20-21)

Büyük Tren Soygunu (1903)
The Great Train Robbery, Edwin S. Porter (1870-1941)



''Edwin S. Porter'ın Western'i; dış mekan çekimleri, kamera hareketleri ve paralel kurgusuyla modern film yapımının ortaya çıkışını gösterdi. Bu tarz, sonraki 20 yılda Charlie Chaplin (1889-1977), Mack Sennett (1880-1960) ve D. W. Griffith tarafından daha mükemmel hale getirildi.''
*
(><) Soyguncular trenin kontrolünü ele geçirirler. Bir Western olmasına rağmen film New Jersey'de çekildi.
*
(><) Bu afiş filmin ünlü son çekimini yansıtır ve Eski Batı'nın klasik romantik tasvirlerini anımsatır.
*
(><) İlk sahnede soyguncular istasyon ofisini kontrol altına alırlar. Acımasızca ve özenle yapılmış planlamayla telgraf operatörünü ve bilte toplayan adamı rehin alırlar. Bu sahne filmin öyküsüne giriştir ve so*yguncuların eylemine dikkat çeker.
*
(><) Son sekans son derece merakta bırakan bir sahnedir. Dördüncü duvarı kaldıran (bir oyuncunun doğrudan izleyiciye yönelmesi) bu sahne, sinemanın şi*ddetle açık ilişkisini gösteren ilk örneği sunar. Bu çekim o dönemde bazı izleyicilerin biraz endişe yaşamalarına neden olur.
*
(><) SİNEMANIN İLK WESTERN YILDIZI: 21 Mart 1880'de Arkansas, Little Rock'da doğan Max Aronson sinemanın ilk western kahramanıydı. İlk ortaya çıkışı Büyük Tren Soygunu ile oldu. Edwin S. Porter, Aronson'u üç rolde oynattı. İlki so-ygunculardan kaçmaya çalışırken arkasından vu*rulan yolcuydu. Ayrıca dans ederken ayaklarının altına a*teş edilen adamı ve trenin makinistlerinden birini canlandırdı. Filmin başarısı kendi filmlerini yönetmesini sağladı ancak Brancho Billy'nin Kurtarılışı (Brancho Billy's Redemption, 1910) için başrol oyuncusu bulamadı ve onu yıldız yapacak bu rolü kendisi oynamaya karar verdi. Bunu pek çok devam filmi izledi ve Broncho Billy and The Parson'da (1915) karakterin sondan bir önceki çıkışına kadar Broncho Billy olarak tanındı. 50 yıl sonra Aronson 85 yaşındayken The Bounty Killer (1965) ile son kez sinemaya döndü. (Sayfa: 22-23)

Vampirler (1915)
Les Vampires, Louis Feuıllade (1873-1925)



(><) Büyük Vampir'in izniyle kısa süre sonra sahnede ö*lecek olan balerin Marta.
*
(><)Musidora'nın vamp giysisi, Catwoman ve Batman'ın gotik giysisini haber verdi.
*
(><) Müfettiş Durtal'ın ko*pmuş kafası Chesnaye Şatosu'nda bulunur. Milyoner Bayan Simpson ve Dr. Nox (Jean Ayme) yakın koruma altında tutulurlar ancak kısa bir süre sonra Bayan Simpson ö*ldürü*lür. Dr. Nox ''Ben Büyük Va*mpirim'' yazan bir not bırakarak çatılardan kaçar.
*
(><) Kıyafet değiştiren genç gazeteci Philippe Guerande (Edouard Mathe) va*mpir çetesinin buluştuğu eski bir gece kulübü olan Howling Cat'e gider. İçeride Irma Vep'in (vampire sözcüğünün anagramı) şarkısı kaba beğeniyi ortaya çıkarır. Guerande evine döner.
*
(><) Grand Veneur Oteli'ndeki misafirler arasında Kont Kerlor ve oğlu (aslında Büyük Va*mpir ve Irma Vep) ve rakip suçlu Moreno (Fernand Herrmann) vardır. Kedi kıyafetli Irma Vep, Werner'in odasını araştırıp çıkarken Moreno'ya yakalanır. (Sayfa: 24-25)

İLK EPİK FİLMLER



(><) Epik filmler Quo Vadis?deki muhteşem atlı savaş arabaları yarışında olduğu gibi geniş, özenle hazırlanmış set tasarımlarını gerektirir.
*
(><) Uygarlık filminin afişi. Savaş teası büyük ekranda çok etkileyicidir.
*
(><) Cecil B. DeMille'in büyük epik filmi Krallar Kralı'nda İsa (H. B. Warner) vaaz veriyor.
*
''T. H. Ince, uzun metrajlı filmler yapmak için büyük setler, sahne malzemeleri, soyunma odaları ve sahnelerin olduğu bir yer gerektiğini anladı. İlk tanınmış sütüdyo olan İnceville'i Los Angeles'da büyük bir çiftlikte kurdu ve Uygarlık'ı orada çekti. Hayali Wredpryd krallığında geçen film, ülkesinin düşmanları için cephane taşıdığından kuşkulanılan sivil bir gemiye ateş açmayı reddeden, kendi denizaltısını batıran ve kendisini arafta bulan bir denizaltı kumandanının kaderini anlatır. Bir şovmen olan Ince, bir milyon dolarını filmin ölçüsüzlüğünün çığırtkanlığını yapan gazete reklamlarıyla destekledi: ''Bir çarpışmada mühimmat için 18.000 dolar / 40.000 insan / Heyecan Verici Süvari Saldırıları İçin 40.000 At / Büyük Hava Savaşında 40 uçak kullanıldı.'' Film başarılı oldu ve ka*nlı sa*vaş tasviri öyle etkiliydi ki, ABD 1917 yılında I. Dünya Savaşı'na gireceği sırada dağıtımdan geri çekildi.'' (Sayfa: 27)
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1912) Enrico Guazzoni'nin 120 dakikalık dram filmi Quo Vadis? iki saat boyunca gösterilen ilk filmdi.
*
(1915) Bir Ulusun Doğuşu (The Birth of a Nation) 190 dakika uzunluğundaydı ve en uzun film rekorunu kırdı.
*
(1916) D. W. Griffith gericilik suçlamalarına epik filmi Hoşgörüsüzlük'le yanıt verdi.
*
(1923) Cecil B. DeMille'in On Emir filmi Technicolor'un devreye sokulmasıyla izleyicileri şaşırtan ve keyiflendiren ilk renkli filmdir.
*
(1925) The Big Parade'in ilk gösterimi yapıldı. Dünya çapında 22 milyon dolarlık gişe hasılatı yaparak o güne kadar en çok kazandıran sessiz film oldu.
*
(1925) Erich von Stroheim (1885-1957) 10 saatlik dram filmi Tutku'yu (Greed) yapmak için 500 bin dolar harcadı. MGM tarafından 150 dakikaya indirilmesinin ardından gösterime girdi.
*
(1927) Cecil B. DeMille'in İsa'nın yaşamını anlatan ve binlerce oyuncunun rol aldığı 1 milyon 265 bin dolarlık epik filmi Krallar Kralı gösterime girdi. (Sayfa: 26-27)

Cabiria (1914)
GIOVANNI PASTRONE (1883-1959)



(><) Cabiria'nın ustalık gerektiren büyük setleri daha sonraki epiklerin atmosferini belirledi.
*
(><) D'Annunzio'nun adlı filmin gişesini yükseltti.
*
(><) Kartacalıların Moloch Tapınağı'nda kurban edilmek için esir Cabiria seçilirken, kalabalık toplanır. Öldürülmeden önce bir Romalı soylu ve casus Fulvio Axilla (Umberto Mozzato) ve onun sadık kölesi Maciste olağanüstü bir mücadeleyle kızı kurtarır.
*
(><) Romalılar on yıllık bir mücadeleden sonra Kartacalıları mağlup ederler. Böylece artık yetişkin olan Cabiria (Lidia Quaranta) ve kurtarıcısı Fulvio Roma'ya dönebilirler. Gemi Roma'ya vardığında aşık çift kucaklaşır ve neşeyle yelkenlinin etrafını saran melekleri izlerler. (Sayfa: 28-29)

Bir Ulusun Doğuşu (1915)
The Birth of a Nation, D. W. GRIFFITH (1875-1948)



(><) Ku Klux Klan siyah askerler tarafından savunulan bir kasabaya doğru zaferle ilerler.
*
(><) Bu afiş filmin adını kötüye çıkaran Klan şövalyelerin bir soylu gibi tasvir edilmesini gösterir.
*
(><) Film, Abraham Lincoln'ün vu*rulduğu Theatre'ın her ayrıntısının birebir aynısının yapıldığı tarihsel sahnelerinin doğruluğuyla gurur duyar. Her ne kadar kendi içinde sorunlu olmasa da, böylesi bir gerçeğe benzerlik filmin son bölümünün bir tür hakikat olarak sunulmasını destekler. (Sayfa: 30-31)

Napolyon (1927)
Napoleon, ABEL GANCE (1889-1981)


(><) Filmin çarpıcı dış mekan çekimlerinin birinde Napolyon Korsika'dan denize açılır.
*
(><) Gance'ın görsel betimleme duygusu, Fransız liderin aslında uygun bir kahraman olarak resmedilmesi nedeniyle filmin afişinde yansır.
*
(><) Gazeteci Jean-Paul Marat'nın Jacques-Louis David'in The Death of Marat (1793) adlı tablosunu taklit eden ö*ldü*rülme sahnesi durağan güzelliğe devinen bir imge olarak canlılık kazandırdı. Marat'nın başındaki ışık, hale efekti yaratır ve onun şehit benzeri rolünü akla getirir.
*
(><) Film; siyah beyazdan, Fransız bayrağı tarzında elle boyanmış mavi, beyaz ve kırmızıya dönüşerek Bonaparte'ın zaferle sonuçlanan İtalya seferini öven üç parçalı görüntüden oluşan sekansta doruğa ulaşır. Gance bu değişen görüntüleri yaratmak için çok sayıda pozlandırma kullandı. (Sayfa: 32-33)

SESSİZ SİNEMANIN KADIN KAHRAMANLARI


(><) Theda Bara, J. Gordon Edwards (1867-1925) tarafından yönetilen Cleopatra'da Mısır Kraliçesi rolünde.
*
(><) Saf ama tehlikeli genç kadın hakkındaki melodram Pandora'nın Kutusu 8Die Büchse der Pandora, 1929) için yapılmış bir Alman afişi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
1917:
*
Müs*tehcen kostümleriyle tanınan Bara epik film Cleopatra'da göğüslerinin çoğunu açıkta bırakan metal yılanlı bir sütyenle gösteri yaptı. (Sayfa: 34-35)

Orada Bir Çılgın Vardı, 1915
A Fool There Was, FRANK POWELL (1877-1964)



(><) Theda Bara sinemanın ilk döneminin bir fenomeniydi. Stüdyo tanıtım mekanizması onun gizemli, egzotik imajını yarattı ve destekledi.
*
(><) Filmin afişi Theda Bara'nın baştan çıkarıcı, aynı zamanda tehlikeli cazibesini gösteriyor.
*
(><) Vampirin terk ettiği sevgilisi onu gemiye kadar takip eder ve önünü keser. Vampir adamın yüzüne kahkahayla güler ve şu okunur: ''Öp beni aptalım.'' Adam kendisini v*urur ve güvertede bulunan Schuyler ö*lüm sahnesini görür.
*
SAHNE ADI
*
Theda Bara Hollywood stüyyoları tarafından adı değiştirilen ne ilk ne de son yıldızıydı. Asıl adı Florence Annie Bridgwood olan ''Biograph kızı'' Florence Annie, sinemanın 1910 yılında ismini değiştirdiği ilk yıldızdı. Daha pek çok kişiye sahne isimleri verildi, çok nadiren de bu ad seçtirildi. O dönemde bunun nedeni kulağa hoş gelmesiydi: Julius Ulman Douglas Fairbanks oldu, Frances Gumm Judy Garland'a dönüştü. Ne yazık ki bazı soyadlarının çağrışımları vardı: Hedwig Kiesler'in soyadı ''kiester''i (popo) çağrıştırdığı için Hedy Lamarr oldu. Ancak eski stüdyo sisteminin hakimiyeti zayıflamaya başladığında, Jack Lemmon gibi aktörler isim değişikliğini reddedebildiler. Yakın zamanda Arnold Schwarzenegger ve Renee Zellweger gibi oyuncular soyadlarını gururla koruyarak yıldız oyuncu kariyerlerini sürdürmüşlerdir. (Sayfa: 36-37)

It (1927)
CLARENCE BADGER (1880-1964)



(><) Clara Bow'un adı afişe hakimdir.
*
''1927 yılında Calara Bow'un başrolde oynadığı altı sessiz filmden biri olan It bşr Caz Çağı ikonu yarattı. Bu film o dönemde Paramount'un en çok kazandıran filmi olması nedeniyle ona 21 yaşındayken ''It girl'' lakabını kazandırdı. Böylece sinemanın ilk se*ks sembollerinden biri haline geldi. Her ne kadar diğer filmlerinde daha uslanmaz bir çapkın olsa da, It onun sinema tarihindeki yerini garantileyen film oldu.'' (Sayfa: 38)

FANTASTİK SİNEMA

''Edgar Allan Poe'nun fantastik öyküleri, uyarlama yapmak için yaygın bir kaynaktı.. Poe'nun ziyaret ettiği bir akıl hastanesinde hastalarla görevliler arasında güçlükle ayrım yapabilen bir insanı konu alan ''The System of Dr. Tarr ve Professor Fether'' adlı öyküsünden alınan ve 1913'de Maurice Tourneur (1873-1961) tarafından yönetilen Le systeme du docteur Goudron et du professor Plume ilk örneklerinden biriydi.'' (Sayfa: 41)
*
(><) Haxan: Witchcraft Through the Ages i*şken*ce ve çı*plak*lığı gösteren grafik sahneleri yüzünden ABD'de yasaklandı ve diğer ülkelerde de sa*nsüre uğradı.
*
(><) Der Golem filminin 1920 versiyonunun afişi Prag'da bir gettonun dışa vurumcu illüstrasyonunu içerir.
*
(><) Deneysel Japon filmi Kurutta İppeiji'nin başrolünde ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Masao Inoue oynadı. (Sayfa: 40-41)







''Fritz Lang'ın (1890-1976), ''The Masque of teh Red Death'den yapılmış başka bir Poe uyarlaması olan Die Past in Florenz (1919) gibi ilk senaryolarının çoğu bir ö*lüm saplantısı gösterdi. Lang savaş döneminde Avusturya ordusunda aktif olarak görev almış ve ciddi yaralar almıştı: ''Dört yıl boyunca yaşamın en uç noktalarını gördüm - açlık, umutsuzluk ve ö*lüm.'' 1917 yılında Joe May'in (1880-1954) yönettiği Hilde Warren und der Tod'da Lang, her ne kadar oyunculuğu etkileyici bulunmasa da, Azrail rolünü kendisi oynadı.'' (Sayfa: 41-42)


''Nosferatu ile aynı yıl gösterime giren Lang'ın Kader (Der müde Tod, 1921) adlı filmde Azrail, taze bir geline, alıkoyduğu kocasını kurtarması için üç fırsat sunar. Ancak Azrail'in genç kadına gösterdiği öyküler -Hilafet dönemi Bağdat, Rönesans dönemi Venedik ve peri masalındaki Çin- yalnızca ölüme mahkum bir hayatı kurtarmanın olanaksızlığını kanıtlar. En sonunda kadın, eğer sevgilisiyle yeniden birleşecekse ölümü kabul eder. ''Aynı yapı içinde üç öykü'' formatı daha sonra Mumyalar Müzesi'nde (Das Wachsfigurenkabinett, 1924) Paul Leni (1885-1929) tarafından kopyalanmıştır. Bu filmde üç kişinin -Harun al-Rachid (Emil Jannings), Korkunç Ivan (Conrad Veidt) ve Karındeşen Jack (Werner Krauss)- öyküsü anlatılır.'' (Sayfa: 42)


''...G. W. Pabst sinemada psikanaliz ile ilgilenen filmlerden biri olan Bir Ruhun Gizleri'ni (Geheimnisse einer Seele, 1926) yönetmişti. Cinayet rüyaları görme sorunu yaşayan kimya profesörü (Krauss), bir uzmana başvurur: bu vakanın geçmişinin belgesele yakın sunumu ateşli bir ci*nsel sembolizm, dönüp duran çoklu kareler ve ustaca yapılmış dışavurumcu set tasarımları ile dolu rüya açıklamalarıyla çelişir. Amerikalı göçmen Arthur Robison (1883-1935), hipnoz uygulanan psikozlu kıskanç bir koca hakkındaki Schatten'de (1923) benzer bir şeylere kalkışmıştı ancak filmin atmosferi, olay örgüsünden çok daha güçlüydü.'' (Sayfa: 42-43)



''İlk Golem filmini yöneten Henrik Galeen, Edgar Allan Poe'nun ''William Wilson'' adlı eserinden uyarlanan Prag'lı Öğrenci'yi (Der Student von Prag, 1926) yapmak için Prag'a döndü. Bu uyarlamada Conrad Veidt yalnızca kendi adıyla yapılan kötü şeyleri bulmak için aynadaki görüntüsünü satan bir öğrenciyi canlandırır.'' (Sayfa: 43)


''Rupert Julian (1879-1943) tarafından yönetilen ve en unutulmaz performanslarından biri olan Operadaki Hayalet'te (The Phantom of the Opera, 1925) Chaney, yüzü tümüyle deforme olmuş hayaleti canlandırdı. Burada Chaney yalnızca oyunculuk yeteneğini değil aynı zamanda da kendi yaptığı yenilikçi makyajla sanatçılığını ortaya koyarak ciddi övgüler aldı.'' (Sayfa: 43)


''Victor Hugo'nun aynı adlı romanından uyarlanan, Grand Guignol sapığını Conrad Veidt'in oynadığı ve Paul Leni tarafından yönetilen Gülen Adam (The Man Who Laughs, 1928) bir istisnaydı. Veidt, Kral II. James'i kızddıran gözden düşmüş bir İngiliz soylusunun oğlu Gwynplaine'i canlandırdı. Kralın emirleri üzerine Gwynplaine'in yüzüne, daimi bir sırıtma ifadesi oluşturacak şekilde hasar verilmiştir. Gwynplaine'in tuhaf sırıtması daha sonraları Batman çizgi romanında ve Batman serisinde, örneğin The Dark Knight (2008) filminde Heath Ledger gibi oyuncuların canlandırdığı Joker karakterini tasarlayanları etkileyecekti.'' (Sayfa: 43)


Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, 1920
Das Cabinet des Dr. Caligari, Robert Wiene (1873-1938)



(><) Dr. Caligari Cesare'ı kaşıkla besler. Enerjik, düş-benzeri dekorların çoğunun kâğıttan yapılması önemlidir.
*
(><) Ledl Bernhard tarafından tasarlanan bu afiş açık bir şekilde dışavurumcu imgelemi kullanır.
*
CALIGARISM VE DIŞAVURUMCULUK


Eleştirmenler 1920'lerin Almanya'sında yapılan garip fantastik filmlerden, ''Caligarism''in unsurlarını gösteriyor diye bahsettiler. Bu türden filmler insanların gözünde Wassily Kandinsky ve Franz Marc'ın (Fate of the Animals, 1913) eserleriyle temsil edilen Dışavurumcu sanat hareketiyle ilişkiliydi. Bu hareket Dr. Caligari'nin Muayenehanesi'nin teatral düzlemlerinin ötesine geçerek F. W. Murnau'nun yönettiği Nosferatu gibi dış mekanlarda çekilen filmlere ya da Paul Wegener tarafından çekilen ortaçağ canavarı filmi Der Golem (1920) gibi özenle hazırlanmış stüdyo setlerinin olduğu filmlere kadar yayıldı. Fritz Lang, Kader, 1922'den 1933'e kadar Dr. Mabuse filmleri ve Metropolis (1927) gibi filmlerinde Dışavurumculuktan yararlanmaya devam etti. (Sayfa: 44-45)

Nosferatu, 1922
Nosferatu, eine Symphonie des Grauens, F. W. Murnau (1888-1931)



(><) Gün doğumundaki ışınlar Kont Orlok-Nosferatu (Ö*lüm Kuşu) için ö*lüm anlamına gelir.
*
(><) Prana-Film'in ilk ve son uzun metrajlı filminin anlaşılmaz afişi.
*
ROMANDAN FİLME
*
Nosferatu'nun Henrik Galeen tarafından yazılan senaryosu, büyük ölçüde Bram Stoker'ın klasik vampir romanı Dracula'nın (1897) ana hatlarından yararlandı. Ancak öykü sadeleştirildi ve karakterlerin bazıları azaltıldı ya da marjinalleştirildi. Genç kahraman Jonathan Harker Hutter oldu. Dracula'nın güçlü rakibi Profesör Van Helsing etkisiz Profesör Bulwer'e dönüştü. Filmdeki kadın fedakarlığı (Hutter'ın karısı Ellen kocasına zararı olmasın diye kendisini vampire verir) teması romanda yoktur. Ortam farklıdır: Whitby, Baltık'taki kurmaca Wisborg limanı halline geldi. Özellikle Dracula'nın kendisi, muhtemelen yapımcıların Stoker'ın öyküsünü izin almadan kullandıklarının bilinmesini engellemek için Kont Orlok'a dönüştü. Bu şekilde olsa bile söz konusu değişim işe yaramadı. Stoker'ın varisleri başarılı bir biçimde, telif hakkının çiğnendiğini ileri sürdüler ve filmin tüm kopyalarının imha edilmesine karar verildi. Nosferatu'nun ilk ve tek gösterimini gerçekleştiren yapım şirketi Prana (Sanskritçe ''yaşam gücü'') iflas etti. (Sayfa: 46-47)
*
EGZOTİK KAHRAMANLAR:
*
''Tümüyle yeni bir tür olan egzotik kahraman filmleri Zorro'nun İşareti 8The Mark of Zorro, 1920) ile doğdu.''
*
''Fairbanks'ın okuduğu ucuz bir dergide seri olarak yayınlanan ve filme uyarlanmasına yardım ettiği The Curse of Capistrano'ya dayanan bu film o dönemin dramlarında romantik başrol oyuncusu olarak bilinen yıldız için büyük bir riskti.
Zorro macerasıyla ilgili izleyicinin tepkisi onu öylesine tedirgin etti ki aynı yıl romantik komedi The Nut filmini yaptı, ancak bu serüven filmi gişede başarısız olursa diye Zorro'nun İşareti'nin sonrasına kadar bu filmin gösterimini erteledi. Endişelenmesine gerek yoktu: Zorro o güne kadarki en yüksek gişe başarısını elde etti. Halkın isteği arttı ve Fairbanks Üç Silahşörler (Three Musketeers, 1921), Robin Hood (1922), Bağdat Hırsızı (The Thief of Bagdad, 1924) ve Don Q. Son of Zorro'nun da (1925) aralarında bulunduğu bir dizi egzotik kahraman filminde başrolü oynadı.''
*
(><) Atletik oyuncu Douglas Fairbanks (maskeli olan) ilk egzotik kahraman filmi Zoro'nun İşareti'ndeki kılıç kullanımını mükemmel hale getirebilmek için eskrim hocasıyla çalıştı.
*
(><) Ronald Colman, P. C. Wren'in aynı adlı romanından uyarlanan Gönüllü Kahramanlar'da başrol oynadı.
*
(><) John Gilbert Muhteşem Bardelys'te hovarda markiyi canlandırdı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1919) Fairbanks, Pickford, Chaplin ve Griffith sanatsal üretimlerini kendileri kontrol altında tutmak için United Artists'i kurdular.
*
(1922) Douglas Fairbanks'ın başrolü oynadığı Robin Hood gösterime girdi ve bir Hollywood filmi olarak gişe rekorunu kırdı.
*
(1922) John Gilbert, Alexander Dumas'nın klasik romanından uyarlanan Monte Cristo'da Kont Edmont Dantes'yi oynedı.
*
(1929) Fairbanks, son sessiz filmi Demir Maske'de başrol oynadı. Aslında film kısmen sesliydi ve Fairbanks'ın iki kısa konuşmasını, film müziğini ve ses efektlerini içeriyordu.
*
(1931) Stan Laurel ve Oliver Hardy kısa filmleri Beau Hunks'ta (daha sonra Beau Chumps) Gönüllü Kahramanlar'ın bir parodisi içinde Fransız Yabancılar Lejyonu'na katılırlar. (Sayfa: 48-49)





Şeyh, 1921
The Sheik, George Melford (1877-1961)



(><) Rudolph Valentino ve Agnes Ayres duygusal çalkantılarının doruğundadırlar.
*
(><) Afiş, özünde romantik olan soylu bir vahşiyi gösterir.
*
İLK SİNEMA İDOLÜ
*
1895'de doğan Valentino Hollywood'un ilk erkek se*ks sembolü oldu. Bir İtalyan göçmeniydi ve Akdenizli görünümü ve ji*golo rolleri ona Latin Aşık lakabını kazandırdı. Çok geçmeden sinemasal egzotik cazibenin doruk noktası haline geldi. Efemine tarzı nedeniyle eleştirilmesine rağmen kendisine bayılan kadın hayranlarının çokluğu yüzünden ünlü statüsünü elde eden ilk oyuncu oldu. İki kez evlendi ve boşandı. Tanınmış oyuncu Paula Negri ile ilişkisi nedeniyle çok eşlilikle suçlanması ve Famous Players-Lasky stüdyosuna karşı tek başına grev yapması, sinemada ne kadar ünlü olursa olsun onun kötü şöhretli olduğu anlamına geliyordu. 1926 yılında 31 yaşındayken karın zarı iltihabından zamansız ölümü statüsünü ve şöhretini garantiledi. New York'taki cenazesine çoğu kadın 80.000 kişi katıldı. (Sayfa: 50-51)

Bağdat Hırsızı, 1924
The Thief Of Bagdad, Raoul Walsh (1887-1980)



(><) Bütün Şıklığıyla JulanneJohnston, Douglas Fairbanks'ın canlandırdığı hırsızdan etkilenir.
*
(><) Çığır açıcı özel efektler fantastik bir dünya oluşturmaya yardım etti.
*
(><) Wong entrikacı Moğol köleyi canlandırdığı role uyan se*ksi yöresel giysiler giyer. Oyunculuğu ona eleştirel övgüler ve uluslararası şöhret getirdi. Bir moda ikonu haline geldi ve 1930'ların önde gelen Asyalı oyuncularından biri oldu.
*
(><) UÇAN HALI: Bu sahnede ölmekte olan prensesi yaşatmak için uçan halıyla çölden Bağdat'a giden prensesin üç talibi görülüyor. Bu türden özel efektleri yaratmak oldukça pahalıydı ve filmin bütçesi iki milyon dolara ulaştı. Bu, bir milyon dolardan fazlaya mal olan ilk filmdi. (Sayfa: 52-53)

RUS SİNEMASINDA DEVRİM:


(><) Mat (Ana), 1905 Rusya Devrimi sırasında bir kadının oğlunu hapisten kurtarma mücadelesinin anlatıldığı Maxim Gorky'nin romanından bir uyarlamadır.
*
(><) Sergei Eisenstein'ın Grev adlı filminin basit geometrik formlardan oluşan afişi çağın Sovyet sanatının dinamizmini yansıtır.
*
(><) 1929'da aralarında Stalin'in olduğu Sovyet parti liderleri Soyuzkinokhronika'dan belgesel, yönetmenlerle.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR
*
(1917) Rus Devrimi başladı. Şubat'taki ilk devrimde Rusya Çarı II. Nicholas tahttan indirildi ve geçici hükümet kuruldu.
*
(1917) Ekim'de Bolşevikler iktidarı ele geçirdi ve sanatları ''proletarya diktatörlüğünün'' hizmetine koşmak için Proletkult kuruldu.
*
(1919) Sovyet sineması ulusallaştırıldı ve dünyanın ilk sinema okulu Devlet Sinema Enstitüsü Moskova'da kuruldu.
*
(1921) Ülke içi film üretimi hâlâ 1918 düzeyinin altındaydı. Vladimir Lenin Sovyetlerin ekonomik çöküşünü önlemek için Yeni Ekonomi Politika'yı devreye soktu.
*
(1922) Lev Kuleshov, yakın çekimler ve hızlı kurgu kullanımıyla çağdaş yaşam arasında organik bağ olduğunu savunduğu ''Amerikanizm'' adlı makalesini yayınladı.
*
(1924) Lev Kuleshov Bay Batı'nın Bolşevikler Ülkesinde olağanüstü Serüvenleri filminde Amerika'nın sinemasal dilini kullandı.
*
(1925) Sergei Eisenstein ilk uzun metraj filmini yaptı. Grev 28 Nisan'da, ardından da Potemkin Zırhlısı 24 Aralık'ta gösterime girdi.
*
(1926) Vsevolod Pudovkin'in ona şöhret kazandıran montaj kuramlarını geliştirdiği ilk uzun metrajlı filmi Ana, gösterime girdi.
*
(1928) Eisenstein'in Ekim'i 1917 Ekim Devrimi'nin onuncu yıl dönümünü kutlamak üzere Ocak ayında gösterime girdi.
*
(1928) Dziga Vertov'un kaydırmalı çekimler ve hızlı kurgulama kullandığı deneysel filmi Kameralı Adam sinema dilini değiştirdi.
*
(1929) Girgory Kozintsev ve Leonid Trauberg Sovyet hükümetinin desteğiyle propagandacı ve esprili olan ilk filmleri Yeni Babil'i (Novyy Vavilon) yaptılar.
*
(1930) Joseph Stalin Sovyet sinema endüstrisinin farkına vardı ve kendi otoriter rejimini eleştiriyor diye yenilikçi film yapımını yok etti.
*
''..yaratıcılık teoride ve pratikte film yapımının bütün alanlarına uygulandı: Sovyet sinemasının belgesel film yapımı ve montaj (görüntülerin yan yana getirilmesiyle oluşan efektler) sanatında en bilinen iki gelişmenin yanı sıra oyunculuk tekniği ve sinematografi, kostüm, sanat ve sahne tasarımı. 1924'ten 1930'a kadar yapılan ve aralarında Vsevolod Pudovkin'in (1893-1953) Ama (Mat, 1926), Eisenstein'ın Ekim (Oktyabr, 1928), Dziga Vertov'un (1896-1954) Kameralı Adam (Chelovek s kino-apparatom, 1929) ve Alexander Dovzhenko'nun (1894-1956) Toprak (Zemlya, 1930) filmlerinin de olduğu Sovyet filmlerinin yaratıcılığı, cesareti ve başarısı çok uzun ve zahmetli bir çıraklık döneminin sonuçlarıydı.'' (Sayfa: 54-55)






(><) Amerikalı Bay West ve arkadaşları Lev Kuleshov'un Bay Batı'nın Bolşevikler Ülkesinde Olağanüstü Serüvenleri filminde Bolşeviklerle karşılaşırlar.
*
(><) Cephanelik (Arsenal, 1929) 1918'deki Sovyet İç Savaşı sırasında Kiev Cephaneliği'nin öyküsü ile Bolşevik ordusuna yardım etmek için ayaklanan işçiler arasında bağlantı kurar.
*
(><) Grigory Kozintsev ve Leone Trauberg'in alegorik filmi Yeni Babil 1817'de Paris Komünü'nün barikatlarında ayrı düşen iki aşık olan bir tezgahtar kız ile asker olan iki sevgilinin trajik kaderine odaklanır. (Sayfa: 56)
*
''Sanatta, tasarımda, şiirde, edebiyatta ve tiyatroda eşzamanlı devrimler oldu. Konstrüktivist sanatın dinamik geometrisi, tiyatro yönetmeni Vsevolod Meyerhold ve Constantin Stanislavksy'nin tiyatro faaliyeti ve fütürist yazar ve şair Vladimir Mayakovsky son derece etkiliydi. (Sayfa: 55)
*
''Kuleshov'un atölyede yaptığı ilk filmlerden biri, bir Amerikalının Moskova'daki çılgın maceralarını konu alan esprili parodi Bay Batı'nın Bolşevikler Ülkesinde Olağanüstü Serüvenleri'ydi (Neobychainye priklyucheniya mistera Vesta v strane bolshevikov, 1924). Kuleshov'un en dikkate değer öğrencisi, filmlerinde montajı ustaca kullanan Pudovkin'di.'' (Sayfa: 56)
*
''..Bu filmler arasında Chyortovo koleso (The Devil's Wheel), Shinel (The Overcoat, ikisi de 1926), eksantrik bir tezgahtar kızın 1870 Paris Komünü'ne bakışını anlatan ve besteci Dmitri Shostakovich'in ilk film müziğini yaptığı Yeni Babil de vardı. Ukraynalı yönetmen Dovzhenko'nun insan ve doğal çevresi arasındaki ilişkiye olan ilgisi onun sinemaya daha sakin, resimsel ve şiirsel bir yaklaşımı benimsemesini sağladı. Cephanelik ve Toprak'ta sınıf mücadelesi öykülerine ritüel, mitsel ve folklorik unsurlar ekledi.
Bahsedilen filmlerin çoğunun kalıcı klasikler olduğu kanıtlandı ama çok azı sıradan insanların ilgisini çekti. Onlar Gürcü-Yunan yönetmen Ivan Perestiani'nin (1870-1959) yaptığı Tsiteli eshmakunebi (The Red Imps, 1923) gibi sürükleyici macera öyküleri, Yakov Protazanov'un (1881-1945) yaptığı Aelita'nın (Aelita: Queen of Mars, 1924) popüler Konstrüktivist tasarımlı fantezisi gibi bilim-kurgu melodram ve Kuleshov'un deneysel atölyesinin üyesi Boris Barnet'in (1902-65) yaptığı Dom na Trubnoy (The House on Trubnaya, 1928) filmi gibi romantik saatirik komediler biçimindeki daha az didakt olan eğlenceleri tercih ettiler. Bu film, Lenin'in Sovyet ekonomisini canlandırmak için serbest girişime sınırlı ölçüde izin veren Yeni Ekonomi Politikası'nın abesliklerini eleştirmek için, Moskova'ya gelen ve başka birisi sanılan bir hizmetçinin eğlenceli öyküsünü kışkırtıcı bir şekilde kullanır.'' (Sayfa: 57)






Potemkin Zırhlısı, 1925
Bronenosets Potyomkin, SERGEI EISENSTEIN (1898-1948)


(><) Sinemada olduğundan daha büyük görünen dev Potemkin sinema tekniklerinin kökten değişmesinde inanılmaz bir rol oynadı.
*
(><) Klasik Sovyet sanat anlayışındaki afiş, gemiyi ve onun isyan eden mürettebatını gösterir.
*
(><) CEPHEDEKİ SORUNLAR: Görüş ayrılığının ilk tohumları, askerlerin yiyeceklerini kurtların sarmasından şikayetçi olmalarıyla atılır. Tabip subay iddiaları reddeder ve Eisenstein büyük bir ustalıkla ezilenlerle (askerler) -ve izleyicilerle- yönetici sınıfın (subaylar) arasındaki çelişkiyi gösterir.
*
(><) Çarın askerileri silahsız insanlara doğru ilerleyerek Odessa merdivenlerinden inmekte olan insanları ö*ldü*rür. Gerilimi artıran unsur, bakıcısı öldürüldüğü için merdivenlerden aşağı yuvarlanan bebek arabasındaki bir çocuğun kaderidir.
*
FİLMDEKİ ODESSA MERDİVENLERİ
*
Çok az film sekansı Potemkin Zırhlısı'nın en ünlü sekansı kadar taklit edilmiş ya da saygı görmüştür. Bunların ilk örneklerinden biri Alfred Hitchcock'un (1899-1980) Van Meer su*ikastıyla ilgili Yabancı Muhabir (Foreign Correspondent, 1940) filminde görüldü. Benzer bir su*ikast Baba (The Godfather, 1972) filminde Don Barzini'nin vu*rulduğu zirve sekansında yapıldı. Woody Allen tarafından çekilen Bananas'da (1971) bir binanın dışındaki merdivenlerde yaşanan siyasal bir su*ikast spor yorumcusu Howard Cesell tarafından olay yerinde anlatıldı. Brian De Palma (d. 1940) Dokunulmazlar (The Untouchables, 1987) filmindeki, merdivenlerden kontrolsüz inen bebek arabasını gösterdiği gerilim ve ci*nayet dolu sahneyle bu sekansa duyduğu saygıyı gösterdi. (Sayfa: 58-59)

Kameralı Adam, 1929
Chelovek s kino-apparatom, DZIGA VERTOV (1896-1954)



(><) Vertov, kamerasının bir insan gözünün üzerine bindirilmiş objektifini izleyiciye yöneltir.


(><) (Afiş) Baş döndürücü görüntüler ve merkeze yönelen yazılar şehir hayatının dinamizmini yansıtır.


VERTOV VE AVANGARD
*
Vertov biçimsel radikalizmini Fütürizmle karşılaşmasına ve şair ve oyun yazarı Vladimir Mayakovsky'den etkilenmesine borçluydu. Sovyet avangardının bir üyesi olan Mayakovsky, sanatçı Alexander Rodchenko tarafından yapılan bir afişle ölümsüzleşen Lilya Brik'le bir aşk yaşadı. Propaganda için kullanılan grafik tasarımın öncüsü olan Rodchenko'nun montajı kullanması, Vertov'un kullandığı yenilikçi montaja yansıdı. Bu stil onların Bolşevik Devrimi'nden sonra ortaya çıkan ve en önemlisi ''sanat sanat içindir'' ilkesini reddeden Konstrüktivist ilkeleri benimsediklerini gösterir. (Sayfa: 60-61)


SESSİZ SİNEMA KOMEDYENLERİ:
*


(><) Harold Lloyd sessiz sinemanın en önemli görsel anlarından birinde En Son Güven.! de, bir saatin yüzeyinde şehrin caddelerinin üstüne doğru sallanır.



(><) Yumurcak'ta Charlie Chaplin ve Jackie Coogan dolandırıcı ikili rolünde.
*


(><) W. C. Fields'in Profesör Eustance McGargle olarak rol aldığı Sally of the Sawdust'ın afişi. (Sayfa: 62-63)

Altına Hücum, 1925
The Gold Rush, Charlie Chaplin (1889-1977)




''Charlie Chaplin Altına Hücum için ''hatırlanmasını istediğim film'' dedi. Gerçekten de filmin tam bir Charlie Chaplin filmi olduğu iddiası vardı. Film Chaplin'in oyunculuk yapmadığı daha ciddi filmi A Woman of Paris'ten (Paris'li Kadın, 1923) sonra yapıldı. İzleyiciler bu filmi beğenmediler ve Chaplin Altına Hücum ile tatsız konudan yola çıkıp epik bir komedi yaparak yönünü değiştirmeye karar verdi. Film bir grup altın arayıcısının dağlarda mahsur kaldığı Donner Geçidi faciasından esinlendi. Chaplin otobiyografisinde şunları yazar: ''160 dağcıdan yalnızca 18'i hayatta kaldı. Çoğu açlıktan ve soğuktan öldüler. Bazıları ö*lenlerin e*tlerini yiyerek ya*mya*mlık yaptılar, diğerleri ise açlıklarını yenmek için deri ayakkabılarını yediler.''..''
*
(><) Chaplin akşam yemeği olarak yediği eski bir botun bağcıklarının tadını çıkarıyor.
*
(><) (Afiş) Chaplin'in mizah ve acındırma yeteneğinin bir kombinasyonu bu afişte görülüyor.
*
(><) (Altın Arayıcı Araştırmada) Chaplin, Alaska'nın zirvelerinde karla kaplı dağın tepesine doğru yorucu bir yoldadır. Altın madenine doğru ağır adımlarla yürürken birkaç adım gerisinde onu takip eden kocaman ayının farkında değildir.
*
(><) (Akşam Yemeğinde Ayakkabı) Filmin en ünlü (ve kesinlikle en çok taklit edilen) sahnesinde Chaplin aç arkadaşına pişmiş ayakkabıdan muhteşem bir akşam yemeği sunar. Bu sahnedeki davranış biçimleri beş yıldızlı bir restoran ciddiyetiyle uygulanmıştır.
*
(><) (Ekmek Dilimlerinin Dansı) Chaplin iki dilim ekmekle oldukça hareketli bir dans sergiler. Rahat ve biraz da çekingen ifadesiyle Chaplin zahmetsiz görünen bütün hızlı figürleri gösterir. Bu sahne Şişko Arbuckle'ın The Rough House'daki (1977) sahnelerinden birinin taklididir.


CHAPLİN: İKİ VERSİYON
*
1942'de Chaplin'in Altına Hücum'un (olay örgüsünde değişikliklerle tamamlanmış) kısaltılmış sesli versiyonunu yeniden gösterime sokma kararı sessiz sinema taraftarlarına bir saygısızlık olarak değerlendirildi. Yönetmen-yıldız oyuncu dış ses anlatıyı kendisi sağladı. İzleyiciler güçlü ve aktörce ses tonlamalarıyla şaşırmış olmalıdırlar. Dış ses, öykü anlatımına çok önemli bir tarafsızlık kazandırdı. Chaplin kendi karakterinin öyküsünü üçüncü tekil şahıs ağzıyla anlatarak, 20 yıl önce yarattığı karakterlere yukardan bakıyor olduğu izlenimini yarattı. Yönetmen 1929'da ''sesli filmler dünyadaki en eski ve yok olmaya yüz tutmuş sanat dalı olan pandomimi mahvediyorlar. Onlar sessizliğin güzelliğini bozuyorlar'' demişti. Yine de Altına Hücum'un sesli versiyonu, Chaplin'in sessiz dönem başarısını bilmeyen 1940'ların izleyicileri nezdinde büyük bir başarı elde etti.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1937-47) Chaplin ilk gerçek sesli filmi Büyük Diktatör'ü yaptı. 1947'de Monsieur Verdoux'da bir seri ka*tili canlandırdı. (Sayfa: 64-65)

General, 1926
The Genearl, Buster Keaton (1895-1966)



''Öykü, William Pittenger'in çalınan lokomotifini bulmaya çalışan bir makinisti anlatan romanı The Great Locomotive Chase'den esinlendi.''
*
(><) Keaton, tren üstündeki top gösterisinde görüldüğü üzere mekanik bir aygıt icat etti.
*
(><) Keaton'a has sinsi ifade aşağıdaki şatafatsız afişte görünmektedir.
*
(><) Annabelle'le tanışma fikriyle kendinden geçen Johnnie, iki gencin kendisini takip ettiğinin ve kapısını çalmadan önce kendisine çeki düzen verirken kızın zaten orada olduğunun farkında değildir. Bu sahne Keaton'a özgü komedi, dram ve burada olduğu gibi aşkın bir harmanlanışını gösterir.
*
(><) Gerçek bir tren bütün ağırlığıyla, tehlikeli bir şekilde, çökmekte olan köprünün üzerindedir. Bu, döneminin en pahalı sekanslarından biri oldu. Filmin dönüm noktası Johnnie'nin tesadüfen olaydan kurtulmasıydı. (Sayfa: 66-67)

SESSİZ SİNEMANIN ZİRVESİ


''1920'lerin ortasında diyalogdan yoksun olan sinema, sözcükler kadar etkili ve ustaca kullanılan bir görsel anlatım biçimi geliştirdi.''
*
''Aslında son dönem sessiz sinemadaki en önemli özellik görsel güzellikle duygusal samimiyeti bir araya getirebilmesiydi.''
*
''1920'lerin sonlarındaki sessiz sinemanın mükemmelliği, birçok insanın sesin sinemaya gelişini neden geriye doğru bir adım olarak gördüğünü açıklamaya yardım eder.''
*
(><) Murnau'nun Faust'undan: Faust'un ruhu için şeytanla bahse giren meleği gösteren bir kare.


(><) Die Nibelungen''in masalsı atmosferi daha sonraki fantastik epiklerin tarzını belirledi.


(><) Fritz Lang'ın Machinenmensch'i (makine-insan) içeren Metropolis (1927) filminin orijinal film afişi. (Sayfa: 68-69)


Şafak, 1927
Sunrise: A Song of Two Humans, F. W. Murnau (1888-1931)
*


''Film 1929'da ilk kez verilen Akademi Ödüllerinde en iyi film, en iyi görüntü yönetimi (Charles Rosher ve Karl Struss) ve en iyi kadın oyuncu (Janet Gaynor) dallarında Oscar kazandı.''
*
(><) Şafak çığır açan görüntü yönetimi ve dokunaklı öykü anlatımıyla ünlüdür.
*
(><) Göz alıcı afişine rağmen büyük bütçeli Şafak gişede başarısız oldu.
*
(><) Tramvay yolculuğu kırsal bölgeden büyük şehrin merkezine doğru devam eder ve Murnau'nun büyük, stilize ve çok pahalıya mal olan setini gösterir. Film ses efektlerinin Fox Movietone sesli film sistemi tarafından kaydedildiği ilk filmlerden biridir.
*
SİNEMAYA SESİN GİRMESİ
*
Sessiz filmler nadiren sessizdir ve görüntüye solo piyano ve orgdan büyük orkestraya kadar müzik eşlik eder. 1920'lerde hareketli görüntülere diyaloğu ve müziği dahil etme girişimleri vardı ve bu da şarkıların ve konuşma parçalarının olduğu Caz Şarkıcısı'nın yapılmasını sağladı. Hızla sese geçme telaşı içinde, aralarında Şafak'ın da bulunduğu teknik donanıma sahip birçok sessiz başyapıt gözden kaçırıldı ve bu filmlerin çoğunlukla ilkel ses kullanımı yüzünden sanatsallığı ve şiirsel ara-yazıları gölgede kaldı. Mobil kameralar görüntüyü içeri vermeyen kutuların içine hapsedildi ve önemli pandomim ustalarının yerine Broadway'de eğitim almış oyuncular geçti. Oyuncuların kariyerleri hoşa gitmeyen aksanları ve konuşma güçlükleri yüzünden sona erdi. Artık sinemanın tamamen yeni bir gramerinin icat edilmesinin vakti gelmişti. (Sayfa: 70-71)
*
Jeanne d'Arc'ın Tutkusu, 1928
La passion de Jeanne d'Arc, Carl Theodor Dreyer (1889-1968)



''Ağırbaşlı Danimarkalı usta yönetmen Carl Theoder Dreyer Jeanne d'Arc'ın Tutkusu'nu yapalı 80 yıldan fazla zaman geçti ama çok az insan filmin sinemada portrenin altın standartlarını hala gösterdiğini inkar edebilir. Film, bir ulusun sorumluluğunu omuzlarında taşıyarak şehit edilmiş savaşçı bir genç kızı anlatır ve bunu tüm inancına yalnızca gözlerindeki ifadeyle sahip olarak yapar. Bu büyük oranda Dreyer tarafından Paris'te keşfedilen tiyatro oyuncusu, esrarengiz Maria Falconetti'nin yeteneğinden kaynaklanan acılı ve ruhani bir performansa bağlıdır (Bu onun ekranda ilk görünüşü değildi ancak belki de Dreyer'in yöntemlerinden bunaldığından olsa gerek asla başka bir filmde oynamadı.) Falconetti'nin ekranda açıkça hissedilen ıstırabı -iddia edildiğine göre- onu parke taşlarında dizlerinin üzerine çöktürerek ve yüz hatları hakkında tam bir bilgiye sahip olsun diye günlük çekimler tekrar tekrar izlettirilerek daha da belirginleştirildi.''
*
(><) Joan'a (Maria Falconetti) kazıktayken bir haç uzatılır. Gözyaşlarını silerken ''Bu gece seninle cennette buluşacak mıyız.?'' diye sorar.
*
(><) Filmin kendisi gibi afişi de doğrudan Falconetti'nin yüz ifadesine odaklanır.
*
(><) Tanrının emirlerini yerine getirdiği iddiası konusunda alaycı bir soru yağmuruna tutulan Joan sonunda İsa'nın öğrettiği duayı okurken filmdeki ilk gözyaşlarını dökmeye başlar. Duygusal tepkisi muğlaktır: Öfkeden çıldırdı mı.? Sevinçli mi.? Kendinden emin mi.? Üzgün mü.?
*
(><) Belki de en etkileyici sahnede Joan, dini inanışlara karşı geldiğini kabul eden bir karara zorla imza attırılarak hücresine geri gönderilir. Saçları kesilir ancak yere düşen saçları süpürülürken Joan inançları ve vatanı için yaşamını feda etmesi gerektiğini anlar.
*
(><) Rahipler Joan'ı iş*kenceyle tehdit ederler. Saahne taş kesilmiş Joan'la iş*kence aletinin dönen sivri uçları arasında kurgulanır. Tekerin dönüşü hızlandıkça kurgu da hızlanır ve Joan'ı tinsel inançlarından vazgeçirmek için yapılan korkunç baskıyı gösterir.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1926-28) Dreyer Fransa'da Jeanne d'Arc'ın Tutkusu'nu yaptı. Film yoğun bir biçimde sansürlendi. Eksiksiz versiyonu 1981'e kadar kayıptı, orjinal filmin bir kopyası Norveç'te bir akıl hastanesinin dolabında bulundu. (Sayfa: 72-73)

GERÇEKÜSTÜCÜ SİNEMA
*
''Gerçeküstücülüğün kurucusu Andre Breton sinemayı bilinçdışını özgürleştirmenin bir yolu olarak gördü.''
*
''Gerçeküstücü sinemanın etkisi önemlidir ve onun rüya benzeri görüntüleri, yersiz sözleri, Freudyen simgeler kullanması ve görüntüleri tuhaf yan yana getirişleri Federico Fellini (1920-93), Kenneth Anger (d. 1927) ve David Lynch (d. 1946) gibi yönetmenlerin filmlerinde görülebilmektedir.''
*


(><) Clair, Antrakt'da kafa karıştıran bir etki yaratmak için balerini ayak altından çekmesinde olduğu gibi ilginç görüntüleri montajladı.



(><) L'âge d'or'un (Altın Çağ) afişi filmin e*rotik içeriğine dikkat çeker.



(><) Deniz Kabuğu ve Rahip'in sinir bozucu görüntüleri bilinçdışını incelemek için fantastikle gerçekliği harmanlar. (Sayfa: 74-75)
*
Bir Endülüs Köpeği, 1929
Un chien andalou, Luis Bunuel (1900-83)
*


''1929 yazında Parisli izleyiciler yeni bir filmin gösterimi için toplandılar. Perdenin arkasında yönetmen düşmanca bir tepki durumunda izleyiciye atmak üzere bir kova dolusu taşla bekledi.''
*
''Luis Bunuel otobiyografisinde kendisi ve sanatçı Salvador Dali'nin Bir Endülüs Köpeği'nde nasıl çalıştıklarını şöyle anlatır: ''Tek kuralımız son derece basitti; kabul edilebilecek herhangi bir rasyonel açıklamaya uygun olan ne bir düşünce ne de görüntü olacak. İrrasyonel olana tüm kapıları açmak ve nedenini açıklamaya çalışmadan yalnızca bizi şaşırtan görüntüleri tutmak zorundaydık.''..''
*
''Bir Endülüs Köpeği ilk Gerçeküstücü film olmayabilir ancak Gerçeküstücülüğün dönüm noktasıdır.''
*
(><) İkonik ve dehşet verici açılış sahnesi.
*
(><) Afiş, filmin şok eden Gerçeküstücü görüntülerinin çoğunu içerir.



(><) Mehtaplı balkonda bir adam (Bunuel) ustrasını biler. Daha sonra genç bir kızı (Simone Mareuil) tutar ve kızın gözünü ke*smek için bu bıçağı kullanır. Bu sahne büyük bir öfkeye yol açtı. Bunuel bu sahne için ölü bir dananın gözünü kullandığını söyledi. (Sayfa: 76-77)

İLK SESLİ FİLMLER
*

Eleştirmen Andrew Sarris, sesli filmler hakkındaki You Ain't Heard Nothin'Yet başlıklı kitabında Jazz Singer'ın (Caz Şarkıcısı) New York'ta ilk gösteriminin yapıldığı 23 Ekim 1927'yi ''Waterloo, Sarajevo ve Pearl Horbour'un tüm ürkütücü belirleyiciliğine rağmen sinema tarihindeki kutsal bir tarih'' olarak tanımlar. Bu abartılı düşünce, sesin getireceği değişimin sarsıntılı doğasını ve sesli filmlerin sinema sanatını zayıflatacağına inananların geleceğe dair korkularını yansıtır.'' (Sayfa: 78)
*
''..Jolson'un coşkulu ''henüz bir şey duymadınız'' sözleri, sesli filmler döneminin karşı konulmaz sloganı haline geldi.'' (Sayfa: 79)
*
''Warner Bros'un yaptığı bir gangster melodramı olan New York Işıkları (1928) tamamen sesli ilk uzun metraj filmdi.'' (..) ''Warner Bros yapımcısı Darry Zanuck'un söylediği gibi, ''Caz Şarkıcısı sesleri kullandı, New York Işıkları ise konuşmaları. Bu, akıntının yönünü tümüyle değiştirdi.''..'' (Sayfa: 79)
*
''King Vidor'un (1894-1982) ilk sesli filmi Hallelujah (1929) da bir müzikaldi. Siyah marabaların yaşamlarını konu alan öyküsüyle Hallelujah tamamen Afro-Amerikalı oyuncuları kullanan ilk Hollywood filmlerinden biriydi ve film Hollywood'un post prodüksiyonu ile stüdyo dışı ses kaydını birleştirdi.'' (Sayfa: 79)
*
(><) Caz Şarkıcısı'nın ilk gösterimi New York'taki Warner Bros sinema salonunda yapıldı ve sesli sinema dönemi başladı.
*
(><) Kitty Lewis (Helene Costello) ve Eddie Morgan (Cullen Landis) ilk uzun sesli filmleri Lights of New York'da (New York Işıkları).
*
(><) Hallelujah'ın afişi, filmdeki blues, caz, honky-tonky ve dini müziklere odaklanır. (Sayfa: 78-79)
*
''Sesli sinemanın ilk döneminin en önemli yönetmenlerinden biri Rouben Mamoulian'dı (1897-1987). Meslek yaşamına tiyatro yönetmeni olarak başlayan Mamoluian stüdyolar tarafından davet edildi çünkü stüdyoların diyaloglarla başa çıkacak yönetmenlere gereksinimi vardı.'' (Sayfa: 80)
*
''Alfred Hitchcock (1899-1980) tarafından yönetilen Şantaj (Blackmail, 1929) aslında bir sessiz film olarak tasarlandı ve günümüzde hem sesli hem de sessiz versiyonları bulunmaktadır.'' (Sayfa: 80)
*
''Fransa'da Caz Şarkıcısı'nın ilk gösterimi 1929'a kadar yapılmadı ve sesli filmin yaygınlaşması çok yavaştı. Stüdyolar tarz değiştirirken başka yerlerde (özellikle İngiltere'de) sesli filmler çekiliyor ve sessiz filmler dönüştürülüyordu. 1930'da ilk önemli avangard film yapıldı: Luis Bunuel'in yaptığı L'âge d'or (Altın Çağ, 1930) ve Jean Cocteau'nun (1889-1963) çektiği Le sang d'un poete (Bir Şairin Kanı) . İki film de sesi deneysel olarak kullansalar bile asla sesli film olarak tanımlanmazlar.'' (Sayfa: 80)
*
''Rene Clair (1898-1981) yaptığı üç başarılı filmle hızla kendisini sesli film ustası olarak kabul ettirdi. Bu filmlerden ilki olan Sous les toits de Paris (Paris'in Çatıları Altında, 1930) işçi sınıfı mahallesinde geçen, gerçekçi konuşmalardan ziyade şiirsel ifadeyi tercih eden müzikaldir. İkincisi kayıp bir piyango bileti hakkındaki romantik komedi Le million'dur (1931). Üçüncü film ise Charlie Chaplin (1889-1977) tarafından yapılan Modern Times'ı (Asri Zamanlar, 1936) haber veren, endüstrinin insanı yohttps://www.youtube.com/watch?v=BkoplrKwKdok etmesi üzerine anarşik bir müzikal taşlama olan A nous la liberte'dir (Özgürlük Bizimledir, 1931). (Sayfa: 80-81)
*
''Almanya'da sinemaya sesin girmesi Weimar Cumhuriyeti'nin son yıllarında sinemaya yeni bir güç verdi. Josef von Strenberg'ın (1894-1969) Mavi Melek (Der blaue Engel, 1930) filmi Marlene Dietrich'e uluslararası düzeyde yıldız unvanı kazandıran ilk büyük başarıydı.'' (Sayfa: 81)
*
''Bertolt Brecht'in Die 3- Groschen Oper'inin (Uç Kuruşluk Opera) uyarlamasını aynı anda Almanca ve Fransızca çekti.'' (Sayfa: 81)
*
(><)Hitchcock'un yönetmen olarak on ikinci filmi Şantaj'a sessiz film olarak başlandı ama sonra sesliye dönüştürüldü.
*
(><) Cocteau'nun Bir Şairin Kanı'ndaki kışkırtıcı tasviri dini bir skandala neden oldu ve gösterimi bir yıl ertelendi.
*
(><) Milyon'un Fransızca afişi beş parasız bir oyuncunun sıfırdan zenginliğe giden romantik hikayesini yansıtır.
*
(><) Dietrich'in Josef von Strenberg'in Mavi Melek filminde bir kabare oyuncusu olarak performansı ona uluslararası düzeyde ün kazandırdı. (Sayfa: 80-81)









M, 1931
Fritz Lang (1890-1976)
*
(><) M filmi Peter Lorre'yi yıldız yaptı, ancak hayatı boyunca uğursuz olarak anıldı.


(><) Gerçek ci*nayet vakalarına dayanan M'in senaryosunu Lang'ın karısı T. Harbou yazdı.


(><) Daha izleyici bu sesli filmdeki ilk sözcükleri duymadan önce sert, sessiz Dışavurumcu ara yazılarla karşılaşır. Nero Film Stüdyolarının logosunun ardından filmin ve yönetmenin adı görünür. Ürpertici bir ses duyulurken ekran kararır.


(><) Direğe takılmış balon ci*nayet işlendiğini simgeler. Lang annenin küçük kızının eve gelmemesine giderek sinirlenmesi ile ona balonu veren Beckert tarafından Eisie'nin götürülmesi arasında almaşık kurgu yaparak gerilimi arttırır.


(><) Beckert ışıldayan bıçakların olduğu vitrine özlemle bakar. Daha sonra dükkanın vitrininde kızın yansımasını görerek donakalır ve arzu dolu dürtülerinin esiri haline gelir. Lang, atmosferi ve duyguyu ifade etmek için film boyunca yansımaları ve gölgeleri kullanır.


(><) M harfi Beckert'in omzuna onu takip edenlere ka*til olduğunu göstermek için bir sokak hırsızı tarafından tebeşirle yazılır. Avcı, av haline gelir. Bu noktada Lang, ahlaki sorunları gündeme getirmeye başlar ve izleyicinin ka*tille empati kurmasına yol açar.


(><) Beckert suçlular tarafından yargılanır ve kendisini savunur. Onların suçlu olmalarının kendi seçimleri olduğunu, ancak kendisinin bir dürtünün pençesinde bulunduğunu öne sürer: ''Engelleyemiyorum.! İçimdeki şey*tanı, yangını, sesleri, acıyı kontrol edemiyorum.!'' (Sayfa: 82-83)


Bu Gece Sevişelim, 1932
Love Me Tonight, Rouben Mamoulıan (1897-1987)
*
''Caz Şarkıcısı'ndan (1927) yalnızca beş yıl sonra yapılan ama Roben Mamouluen'in ses ve görüntü konusundaki ustalığını yansıtan göz kamaştırıcı, müzikal peri masalı Bu Gece Sevişelim (Love me Tonight) bu kadar kısa bir süre içinde sinemanın ne kadar geliştiğini gösterir. Bu Gece Sevişelim'in abartılı operet konusu, onu müzikal filmler arasında benzersiz kılan görsellik ve sesle ilgili buluşlar açısından bir atlama tahtasıdır.''
*
(><) Alaycı bakışlı Chevalier Bu Gece Sevişelim'in afişinde.


(><) Prensesle uygunsuz bir durumda yakalanan Maaurice iki saat içinde ona bir kıyafet dikerek kendisini kanıtlamak zorundadır. Görevi bütün becerikliliğiyle tamamlar ama bu onun gerçek kimliğini açığa çıkarır. Ancak Jeanette yalnızca terzi olan bir adamı kabul edebilir mi.?
*

(><) Maurice ve Jeanette ilk kez kadının arabası devrildiğinde tanışırlar. Adam kadına kur yapar ama kadın mağrur bir şekilde onu reddeder. Bu fille birlikte üçüncü filmlerinde Chevalier ve MacDonald öylesine tanınmış bir ikili oluştururlar ki, filmdeki adları ile gerçek adları aynı olur.


(><) Av sırasında Prenses, Maurice'i bir kulübede avcılardan kurtardığı bir geyiği beslerken bulur. Film av sekansı sırasında hızlanır ve sonrasında Maurice, avcıları, geyiğin dinlenmeye ihtiyacı olduğu gerekçesiyle sessizce gitmeleri konusunda ikna ettiği zaman yavaşlar. (Sayfa: 84-85)



GOTİK KORKU FİLMLERİ





''Gotik korku sinemasının tarihi gotik korku romanı ile bağlantılıdır. Horace Walpole'un The Castle of Otranto (1764) ve Ann Radcliffe'in Mysteries of Udolpho (Udolpho'nun Gizemleri, 1794) romanları aşkı ve korkuyu harmanladığı için popüler olan bir edebiyat türünü ortaya çıkardı. Bu popülerlik Mary Shelley'nin başyapıtı Frankenstein; ya da Modern Prometheus (1818) ile zirveye ulaştı. Daha sonraki eserler arasında egzotizme, sap*kınlığa ve doğaüstüne göndermeleri, kötümserlik ve önsezi duygularıyla birleştiren Edgar Allan Poe'nun yazdıkları ve Hector Berlioz'un müziği vardır. Diğer tipik unsurlar delilik tanımlamaları ve yeni teknolojilerden duyulan kuşkuydu. 1897'de Bram Stoker'ın Drakula romanı yayımlandığında gotik korkunun biçimsel ve tematik özellikleri, içinde Robert Louis Stevenson'un Strange Case of Dr. Jekyll anda Mr. Hyde (1886) romanının da olduğu pek çok öykü anlatımını etkiledi.
Sinema tarihinin ilk on yıllarında gotik romanları sinemaya uyarlama konusunda birkaç girişim görüldü ancak bu 1920'lere kadar gerçekleşmedi. Gotik film geleneği, 18. ve 19. yüzyılların gotik romanlarından ve Fritz Lang'ın Der müde Tod (Kader, 1921) ve F. W. Murnau'nun Nosferatu, eine Symphonie des Grauens (Nosferatu, a Symphony of Horror, 1922) gibi Alman Dışavurumcu filmlerinin karanlık, boğucu atmosferlerinden yararlanan filmlerle yerleşti. Bu filmler yarasalar ve cadılar tarafından işgal edilen viran şatoların karanlık ortamını yaratmak için gereken ışığın ve set tasarımının sinemasal gücünü gösterdi. Aynı zamanda sinemayı Nosferatu'nun şablon haline gelen Max Schreck'i (adı ''korku'' anlamına gelir) gibi erkek avcı ve isterik kadın kurban karakterleriyle tanıştırdı.''
*
''Dracula gotik korku sinemasının ne yapabileceğini özetlerken, Frankenstein önemli bir yeni unsuru, toplumun bir kurbanı olarak cana*vara acıma duygusunu ekledi.''
*
(><) Fredric March'ın Dr. Jekyll ve Bay Hyde'da akıl hastası ka*til Mr. Hyde olarak büyüleyici performansı bir yetenek gösterisidir.
*
(><) Bela Lugosi en az düzeyde makyaj ve doğal belirgin Macar aksanıyla Kont Dracula'yı nazik ama şey*tani bir beyefendi olarak canlandırdı.
*
(><) 1922'de Tutankhamun'un mezarının bulunmasından esinlenen The Mummy'de (Mumya) Karloff, bir arkeolojik kazı sırasında hayata geri dönen eski bir Mısırlı rahibi canlandırdı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1930) Rupert Julian (1879-1943) ve John Willard (1885-1942) ilk sesli korku filmi olan The Cat Creeps'i Universal için çektiler.
*
(1932) Fredric March Dr. Jekyll ve Bay Hyde'daki oyunculuğu nedeniyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını aldı. Akademi Ödülü kazanan ilk korku filmi oyuncusu oldu.
*
(1933) Fantastik korku filmi King Kong yapılırken kullanılan Stopmotion teknolojisi ileriye doğru dev bir adım oldu.
*
(1935) James Whale'ın Frankenstein'ın Gelini filmi Frankenstein'in ilk devam filmi oldu ve bir kadın ca*navar yer aldı. İlkinden daha iyi olduğu iddia edildi.
*
(1938) Universal kazanç elde etmek için Frankenstein ve Drakula'yı yeniden vizyona soktu. Bir filmin ikinci defa gösterime girmesi dünyada ilk kez gerçekleşti. (Sayfa: 88-89)
*
*
''Çok önemli yenilikler arasında kadın rollerinin derinleşmesi vardı. Yapımlar öykünün etrafında döndüğü kirli arzu nesneleri oluşturmada giderek daha yaratıcı hale geldiler. Böylece söz konusu filmler birçok kadın ve erkek izleyicide, cin*sel baskı, kirlilik, kaygı ve is*teri duygularının uyanmasında etkili oldu.
Savunmasız kadın kurban veya kadın kahramanın içgüdüsel, keskin çığlığı ilk kez Merian C. Cooper (1893-1973) ve Ernest B. Schoedsack (1893-1979) tarafından yönetilen RKO'nun King Kong (1933) filminde dev goril King'in karşısındaki Fay Wray'ın canlandırdığı cesur sarışın rehine Ann Darrow'dan duyuldu. Kendisi bu tür filmlerin sağladığı cin*sel çağrışımların doruğu haline gelen çığlığını tekrarlaması için cesaretlendirildi ve Wray ''çığlık kraliçesi'' olarak tanınmaya başladı. King Kong dinozorları ve dev Kong'u canlandırmada kullanılan stopmotion tekniği nedeniyle özel efektlerdeki yenilikleriyle de bilinir.''
*
(><) King Kong'un, Empire State Binası'nın tepesine çıktığı ikonik finalinde savaş uçakları saldırıya geçiyor.
*
(><) Boris Karloff'un ünü öylesine fazlaydı ki, Frankenstein'ın Gelini gösterime girdiğinde Universal filmi sadece onun soyadıyla ilan etmeyi tercih etti.
*
(><) Dracula's Daughter'de erkek hizmetçi Sandor (İrving Pichel) kendisini ölümsüz yapma sözünü yerine getirmediği için evin hanımı Kontes Marya Zaleska'nın (Gloria Holden) kalbine bir ok saplar. (Sayfa: 90-91)
*
Frankenstein, 1931
James Whale (1889-1957)


(><) Canavar olarak Boris Karloff. Whale daha sonradan ''Yüzü beni büyülemişti'' diyecekti.


(><) Karloff'un ismi afişte görünür ancak başlangıç jeneriğinde ''?'' olarak yer alır.


(><) Gök gürlemesi sırasında Henry Frankenstein gotik laboratuarındaki ameliyat masasındaki bandajlı yaratığı yukarı kaldırır. Canavarın elinin kıpırdadığını fark eden Frankenstein birçok korku filminin teması olan cümleyi söyler: ''O yaşıyor.!''


(><) Canavar kendisinden korkmayan bir çocukla karşılaşır ve göl kenarında yüzen çiçeklerle oynarlar. İstismar edilmiş yaratık müşfik ve umutlu bir hale gelir ancak küçük kızların çiçekler gibi yüzmediğini anlayamadığı için onu göle atar. Çocuk bo*ğulur.


(><) Ellerinde meşalelerle köylüler Frankenstein'ın az önce Canavarla karşılaştığı ahşap değirmeni ateşe verirler. Panik, korku ve öfke içindeki yaratık alevlerle -en korktuğu şey ateştir- savaşır ancak yangın onun doğadışı yaşamına son verir, ta ki devam filmine kadar.
*
''Nesiller boyunca bu kusursuz korku filmi, Herman Munster olarak Canavar'ın uygarlaştığı televizyon durum-komedisi (Sitcom) The Munsters'i (1964-66) ve kadın kahramanı canavarla karşılaşmayı düşlediği El espiritu de la colmena'yı da (The Spiritof the Beehive, Arı Kovanının Ruhu, 1973) yaratan bir kültürel miras oldu.'' (Sayfa: 92-93)

Ucubeler, 1932
Freaks, Tod Browning (1880-1962)


(><) Cleopatra kaygılı bir halde karavanından çıkar.


(><) Afiş şok edici ve umutlandırıcıdır: (Normal Bir Kadın Bir Cüceye Aşık Olabilir Mi.?)
*

(><) Sevimli siyam ikizlerinden (Daisy ve Violet Hilton) birinin kolu sıkıldığında diğeri acı hisseder. Filmde yer alan oyuncuların çoğu gerçek hayatlarında sirk ya da başka bir gösteri sanatçısıydı ve Tod Browning de gezici bir sirkte çalışmıştı.


(><) Ucubeler, peşine düşüp bı*çakladıkları (muhtemelen ö*ldür*mek için) güçlü Herkül'ü fırtınalı havada bir vagonun tekerlekleri altına bırakarak ko*rkunç şekilde intikam alırlar. Finalde Herkül, -Cleopatra ile ilişkisine simgesel bir gönderme olarak- iğdiş edilir.
*
(><) Sonunda izleyici de esrarengiz kutunun içini görebilir ve ucubelerin ''yasasını'' ihlal edenleri bekleyen kaderi keşfederler. Stüdyonun talebi üzerine eklenen daha mutlu bir finalde Hans, Frieda'yla yeniden bir araya gelir. (Sayfa: 94-95)

GANGSTER FİLMLERİ


''Hollywood'da 1930'ların başları, bazen ''çalkantının altın çağı'' olarak da anılan ve sansürün uygulandığı, Mae West'in en şöhretli olduğu, çılgınca dışavurumcu müzikallerin yapıldığı, ellerinde ta*bancalarla gangsterlerin kol gezdiği bir dönemdi. Bu dönemin filmleri belirli görüntülerle akla gelir.''
*
(><) Yaralı Yüz, Tony ''Scarface'' Camonte'nin yükseliş ve düşüşünü anlatır. Bu film, içinde Thompson makineli tüfeğinin yer aldığı ilk filmlerden biriydi.
*
(><) Yeraltı dünyası ilk gerçek Hollywoog gangster filmi ve gangsterin parspektifinden çekilen ilk film olarak görülür.
*
(><) Yönetmen Michael Curtiz (1886-1962) Kirli Yüzlü Melekler'de Rocky'nin yakalanmasından önceki sahnede çok etkileyici gölgeler oluşturdu.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1929) Şikago'da Sevgililer Günü kat*liamında, Al Capone'nun İtalyan çetesiyle Bugs Moran'ın İralandalı çetesi arasındaki ça*tışma sonucu 7 kişi hayatını kaybetti.
*
(1930) Jimmy Durante'nin başrolde oynadığı Roadhouse Nights Dashiell Hammett'in romanı Red Harvest'tan (1929) esinlenen çok sayıda gangster filminin ilkiydi.
*
(1933) 5 Aralık'ta 21. Anayasa değişikliğindeki içki yasağı maddesi kaldırıldı, alkollü içki üretimi ve satışına izin verildi.
*
(1939) Raoul Wlash'ın (1887-1980) yönettiği The Roaring Twenties gösterime girdi. Film 1930'ların önemli gangster filmlerinin sonuncusu olarak değerlendirilir. (Sayfa: 96-97)
*
*
(><) William Keighley (1889-1984) tarafından yönetilen Bullets or Ballots'da gangster Nick ''Bugs'' Fenner (Humprey Bogard) ve dedektif Johnny Blake (Edward G. Robinson), Fenner Blake'in su*ç ör*gütünün içine sızan bir polis olduğunu anladığı zaman si*lahlı ça*tışmaya hazırlanırlar.
*
(><) Büyük bunalım sırasında yoksullaşan bazı Amerikalılar için yasa dı*şı kahraman düşüncesinin somut örneği haline gelen tanınmış banka so*yguncusu John Dillinger için ''Aranıyor'' afişi asıldı.
*
(><) ''G'' Men afişi dürüst bir avukatken FBI ajanı olan karakteri canlandıran James Cagney'e odaklanır ama bu gangsterden kanun adamına dönüşen oyuncunun rolündeki dramatik değişimi fazla göstermez. (Sayfa: 98-99)

Küçük Sezar, 1931
Little Caesar, Mervyn Leroy (1900-1987)


(><) Rico 8Edward G. Robinson) gerçek hayattaki gangster Al Capone'a benzetilmiş.


(><)Orjinal film afişi gangsterin değil iyi adamın bir kızı elde edeceğini ima eder.


(><) Çete üyelerinin sadakatini kazanmayı ve sertliğini göstermeyi isteyen hırslı ve küstah Rico en riskli işleri üstüne alır. Yılbaşı gecesi düzenlenen bir partide si*lahlı soygun yapar ve şehrin suçla mücadele eden komiserini öl*dürmek için acele eder.


(><) Arkadaşları yeraltı dünyasının önemli kişisi olarak yeni pozisyonunu onaylamak için Rico'nun onuruna Palermo Club'da bir yemek verdiklerinde Rico diğer çete liderleriyle aynı düzeyde yer alır ve sahte duyarlılıkla dolu bir konuşma yapar.


(><) Rico rakibi Küçük Arnie Lorch'a (Maurice Black) işe yaramaz olduğunu ve onun bölgesini ele geçireceğini söyler. ''Yarın sabaha kadar kenti terk etmezsen buradan tabutun içinde ayrılacaksın'' der. Korku içindeki Lorch ertesi gün kentten ayrılır ve Detroit'e gider.


(><) Bir gangster uygun bir şekilde suçlarının cezasını öder. Çavuş Tom Flaherty'nin (Thomas E. Jackson) vu*rduğu Rico bir hendekte ö*lür. Sonraki önemli tüm gangster filmleri, korkunç kahramanları için benzer ö*lüm sahneleri içermek durumunda kaldı. (Sayfa: 100-101)

Halk Düşmanı, 1931
The Public Enemy, William Wellman (1896-1931)


(><) Ortağının si*lahla vurulması Tom'un ö*lü*münün habercisidir.


(><) Kızılımsı afiş, bu si*lah, gangster ve fa*hişelerle dolu öykünün atmosferini yansıtır.


(><) Tom yarım greyfurdu acımasızca Mae Clarke'ın yüzüne sürdüğü adı çıkmış sahne boyunca alay eder. Cagney yıllar sonra pişman olmuş şeklinde bir şakacının kendi masasına bir greyfurt göndermediği bir restorana giremediğini belirtti.


(><) İntikam peşindeki Tom fırtınada si*lahlarıyla ilerlemeye çalışır. İzleyici onun bir binaya girdiğini görür, si*lah sesleri duyulur ve sonra yaralanmış olan Tom tökezleyerek dışarı yağmura çıkar. Sokakta sürünürken, mezar taşı yazıtını söyler.


(><) ''I'm Forever Blowing Bubbles'' şarkısının eşliğinde Tom'un paketlenmiş ce*sedi evine teslim edilir. Sansürcüleri sakinleştirmek amacıyla, gangsterler için mutlu son yoktur. Tom'un yaşam tarzı filmde sürekli olarak yasalara saygılı kardeşininkiyle zıtlık oluşturur. (Sayfa: 102-103)

*
*
*
TOPLUMSAL SORUNLAR BEYAZPERDEDE


''Büyük Bunalımın ekonomik zorlukları sırasında filmler dünyaya açılan bütçeye uygun bir pencere, Amerikalı izleyicilerin diğer yaşamlara da göz atabildikleri bir yer sağladı. Bir bilet fiyatına ortalama sinema seyircisi Grand Hotel (1932) ve Trouble in Paradise (Cennette Fırtına, 1932) gibi filmlerdeki sahte cazibeyi ve yapmacıklığı görebildiler ya da filme çekilen yaşam öykülerinden Louis Pasteur ve Emile Zola gibi büyük insanların yaşamlarını öğrenebildiler. Citizen Kane (Yurttaş Kane, 1941) ile izleyicilerin, dönemin ünlü kişilerinden biri olan gazete patronu William Randolph Hearst'ün dünyasının iç yüzünü anlamaya paraları yetti.''
*
''Darry Zanuck, John Steinbeck'in romanı The Grapes of Wrath'ın (Gazap Üzüzmleri, 1939) haklarını satın aldığında Dust Bowl sığınmacılarının kaderini çoğu insan kabul etmeyi istemedi. John Ford tarafından çekilen duyarlı sinema versiyonu, 1940'ın sinemaseverlerinin ulusal kolektif bilincini etkiledi. Öyküyü balad tarzında yeniden yazan Woody Guthrie bunun önemini ''arkadaşlar, gidin Gazap Üzümleri'ni izleyin. Filmin yıldızı sizsiniz. Gidin, kendinizi görün ve kendi sözcüklerinizi ve kendi şarkınızı dinleyin'' diyerek özetledi.''
*
(><) Çarpıcı cezaevi dramı I Am a Fugitive from a Georgia Chain Gang'da prangalar kontrol edilir. Film Birleşik Devletler'deki pek çok prangalı hapishane mahkumunun temyize başvurmasını ve serbest bırakılmasını sağladı.
*
(><) Frank Capra'nın komedi filmi Mr. Deeds Goes to Town'ın (Bay Deeds Şehre Giriyor) afişi, geleneksel kasaba değerleriyle büyük şehrin bencil kurnazlığını karşılaştırır.
*
(><) Spencer Tracy Fury'de (Öfke) onu neredeyse linç edecek çetenin ayağını kaydırır. Bu Alman sürgün Fritz Lang'ın Hollywood'daki ilk filmiydi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR
*
(1930) İndiana'da iki siyahın lin*ç edilmesi kuzey eyaletlerinde siyah Amerikalıların lin*ç edilmesine dair kayda geçen son olaydır.
*
(1931) Charlie Chaplin'in (1889-1977) yönettiği ve başrol oynadığı City Lights (Şehrin Işıkları) onun Serseri kişiliğiyle ilgili en sıkı incelemelerinden biridir.
*
(1933) Thomas Thurmond ve John M. Holmes sözde Brooke Hart'ı ö*ldür*dükleri gerekçesiyle Kaliforniya, San Jose'de li*nç edildiler. Li*nç eylemi radyodan canlı yayınlandı.
*
(1935) Charles Dickens'ın romanından uyarlanan ve George Cukor'un (1899-1983) yönettiği David Copperfield gösterime girdi.
*
(1936) Chaplin son Küçük Serseri filmi Asri Zamanlar'da yoksulluk, grevler, işsizlik, siyasi hoşgörüsüzlük ve makinaların tekdüzeliğini anlattı.
*
(1940) John Steinbeck'in romanından uyarlanan Gazap Üzümleri Birleşik Devletler'de mülklerine el konmuş çiftçi topluluklarının kötü durumlarına ışık tuttu.
*
(1941) Yurttaş Kane gösterime girdi. Filmin yapımını önlemede başarısız olan William Randolp Hearst filmi kötülemeye çalıştı. (Sayfa: 104-105)
*
Gary Cooper & Jean Arthur in Frank Capra's "Mr. Deeds Goes To Town" (1936)


Grand Hotel, 1932
Edmund Goulding (1891-1959)
*
''..birbirinden farklı bir grup insanın birkaç gününü yansıtan bir filmdir ve yollarının nasıl kesiştiğini anlatır.'' (..)
Hollywood prömiyeri Marlene Dietrich ve Clark Gable'ın aralarında bulunduğu yıldızların içeri girdiklerinde imza atmak zorunda olduğu filmdeki otelin lobisindeki resepsiyon masasının bir taklidini içerdi. İzleyiciler filmi görmek için akın ettiler ve Grand Hotel En İyi Film Oscar'ını kazandı.''


(><) Greta Garbo şöhretini kaybeden, in*tihara meyilli balerin Grusinskaya rolünde.


(><) Afiş filmin satış noktasına dikkat çeker -tümü de yıldız olan oyuncular.


(><) Goulding, filmdeki bir karakter gibi tasarladığı otelin büyüklüğünü göstermek için üst açıdan çekimleri kullanır. Ortadaki lobinin çevresindeki eşmerkezli dokunun görkemi, hepsi de bir servet imajı yansıtmayı isteyen konukların çözülen yaşamlarını yansıtır.
*
(><) Balerin olan Garbo menajerine ve asistanına ''yalnız kalmak istiyorum'' der ve böylece tüm zamanların en tanınmış film cümlelerinden biri ortaya çıkar. Bu cümle, onun toplumdan uzaklaşma davranışı hakkındaki tamamlayıcı bir söz olarak oyuncunun aklından çıkmaz olur.


(><) Öyküde anlatılan konuklar otelden ayrılır ve yenileri gelirken daimi müşteri Doktor Otternschlag ''Grand Hotel.. her zaman aynı. İnsanlar gelir, insanlar gider. Başka bir şey yok'' diyerek her şeyi özetler. (Sayfa: 106-107)
*
Cennette Fırtına, 1932 Trouble in Paradise, Ernst Lubitsch (1892-1947 *
''Eğer Ernst Lubitsch Cennete Fıtına'yı yapmış olmasaydı izleyiciler bugün romantik komedi diye bir şey olduğunu bilmeyebilirlerdi. Ancak bu süslü ahkal dı*şı film bu türdeki çoğu filme benzemez. Çünkü ortamı ve aşka dair laf kalabalığını değiştiren Lubitsch sinsi arzu lehine duygusallığı yok eder.'' * (><) Lubitsch'in sofistike romantik komedisinde ci*nsel ayartma cennetteki Gaston Monescu'nun sorunlarına katkıda bulunur.

(><) Filmin zarif afişi yönetmenin kişisel tercihini hatırlatır.
(><) ''Kontes'' Lily otel odasında ''Baron'' Gaston'a şöyle der: ''Baron, siz bir dolandırıcısınız. 253, 5, 7 ve 9'daki beyefendiyi soydunuz.'' Bu kez o, kadını suçlar: ''Kontes, siz bir hı*rsızsınız.'' Birbirlerinden çaldıklarını itiraf ederek Lily'nin jartiyerleriyle zirveye varan bir eşya değiş tokuşu olur.

YÖNETMENİN PROFİLİ: * (1915-22) Lubitsch Die Austernprinzessin (The Oyster Princess, 1919) gibi sessiz Alman komedilerinde yönetmenliğe başladı. Ci*nsel alışkanlıklarla alay eden - ''Lubitsch Duyarlılığı'' denen - zarif bir film stili geliştirdi. Onun dönüm noktası gösterişli dönem filmi Madame DuBarry (1919) ile birlikte geldi. (Sayfa: 108-109)
*
Yurttaş Kane, 1941
Citizen Kane, Orson Welles (1915-1985)


''Orson Welles'in yönetmen olarak çıkış filmi Yurttaş Kane uzun zaman ''Şimdiye Kadar Yapılmış En Büyük Film'' olarak değerlendirildi ve açıkçası bu onu izlenmesi zor bir hale getirdi. Welles'in her çeşit yenilikçi sinema tekniğine öncülük ettiğine ve filmin ilk gösteriminin gösterişli bir başarısızlık olarak reddedildiğine dair mitler ortaya çıkmıştır. Welles alan derinlikli görüntüyü, tavanlı setleri, ses montajını, atlamaları, üst üste bindirilen diyalogları, ışık gölge aydınlatmasını ya da çok sayıda anlatıcı bakış açısını kullanan ilk yönetmen değildi. Ama ondan önce bunları Welles kadar cesaretle ve böylesi bir zevk ve görsel yaratıcılıkla bir araya getiren bir yönetmen olmamıştı. Yurttaş Kane ilk gösterildiğinde eleştirmenlerin çoğu onu göklere çıkardı ancak gösterimi sabote edildi. Basın kralı William Randolph Hearst, kendisini Charles Foster Kane karakterinde hemen tanımıştı ve Hearst'ün halkla ilişkiler mekanizmasının ezici ağırlığı derhal harekete geçerek Welles'in filmini öğütmeye çalışmış ve filmin düzgün bir gösterimini engellemişti.''
*
(><) Amerikan rüyasının, korkunç gazete patronu Charles Foster Kane için anlamsız olduğu ortaya çıkar.


(><) Welles'in adı tüm isimleri yazmaya özen gösteren filmin afişinde öne çıkar.


(><) Kane ölmek üzereyken ''Rosebud'' der ve Kane'in gerçekte kim olduğuyla ilgili ''hakikati'' öğrenmeye çalışan muhabir Thompson'a (William Alland) haber gönderir. Kar küresi Kane'in yaşamının sonu ile çocukluğu arasında bağ kurar; bu daha sakin, basit bir yaşamın sembolüdür.


(><) Birkaç yıla ait kahvaltı sahnelerini ustalıkla montajlayan Welles, Kane'in ilk eşi Emily (Rurh Warrick) ile evliliğinin devamlı kötüye gidişini gösterir. Film doğrusal olmayan öykü anlatımı ve çoklu bakış açısından geçmişe dönüşlerle ünlüdür.


(><) Kane siyasi rakibi fırsatçı ''Patron'' Jim W. Gettys'in karşısında New York valiliğine adaylığını koyar. Bu sahne Welles'in filmde defalarca kullandığı derin odaklı çekimin bir örneğidir. Ön ve arka plandaki her şey nettir.


(><) Kane, ikinci karısı Susan'la steril ve lüks içinde yaşamak için Florida'da ''Xanadu'' adında barok bir malikane yaptırır ancak kadın bunlardan ve adamdan sıkılmıştır. Kane'in zenginliği ve megalomanlığı onu insanlardan uzaklaştırır ve Xanadu'da yalnızlık içinde ölür.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
''Orson Welles Wisconsin, Kenosha'da doğdu. Bu dahi çocuk on yaşından itibaren Shakespeare'in eserleriyle ilgilenmeye başladı.'' (Sayfa: 110-111)


BEYAZPERDENİN TANRIÇALARI


''Belçikalı yönetmen Harry Kümel (d. 1940) kült vampir filmi Le rouge oux levres'i (Daughters of Darkness, 1971) hazırlarken, başrol oyuncusu Delphine Seyrig'e 1930'ların Holllywood yıldızları gibi görünmesini istediğini anlattı: ''Çünkü onlar ölümsüzdür.'' Bu zekice bir gözlemdi. Greta Garbo, Marlene Dietrich, Joan Crawford, Bette Davis, VivienLeigh ve Katharine Hepburn gibi yıldız oyuncuların sonraki kuşaktan çok az oyuncunun erişebildiği değişmeyen bir asaletleri vardı.''
*
''Sessiz sinema dönemindeki yıldızların seyircinin aklını başından alan ruhani bir niteliklerinin olduğu sık sık belirtilmiştir.''
*
''Elbette Garbo, Hepburn ve Dietrich gibi yıldızlara sütüdyonun daha alt düzey yöneticilerinin patronluk yapması imkansızdı. Hepburn'ün lakabı ''Kibirli Katharine''di ve döneminin diğer büyük aktristleri de aynı düzeyde kibirliydi. Bu stüdyo sisteminin merkezindeki çelişkiyi gösterir: beyazperdenin tanrıçaları çok değerliydi çünkü 1930'larda stüdyoların istediği büyük gişe gelirlerine çok büyük katkıda bulundular. Aynı zamanda erkeklere göre daha güçsüzlerdi. Eğer bir yıldız anlaşma yapmakta zorlanıyor ya da güzelliğini yitiriyorsa, hizmetlerinden hızla vazgeçilebiliyordu. Ya sonra.? Sunset Bulvarı ve What Ever Happened to Baby Jane.?in kanıtladığı gibi unutulan beyazperde tanrıçalarının sonu hem hazin hem de groteskti.''
*
(><) Betty Davis Jezebel'de Henry Fonda'nın karşısında oynar. Bu rol Davis'e En İyi Kadın Oyuncu Oscarı'nı kazandırdı.
*
(><) Endamlı ve güzel Joan Crawford 1932'deki bir tanıtım fotoğrafında.
*
(><) Vivien Leigh gelecekte kocası olacak Laurence Olivier ile bir ekip oluşturduğu tarihi dram İngiltere Ateşler İçinde'de. (Sayfa: 112-113)
*
Şangay Ekspresi, 1932
Shanghai Express, Josef Von Strenberg (1894-1969)


(><) İkonik Marlene Dietrich oldukça heyecanlı dramda kışkırtıcı bir bakış atar.


(><) Afiş hem yıldızın hem de Doğu dünyasının cazibesini gösterir.


(><) Bilet gişesiyle başlayan sekans trene binen dokuz yolcuyu tanıtır. Bunlar değişik geçmişleri, farklı kişilikleri olan insanlardır ve stok karakterler arasında bir misyoner, bir memur, bir işadamı ve bir kumarbaz vardır.


(><) Shangai Lily (Dietrich) ve Kaptan Harvey (Brooks) arasındaki ilk karşılaşma, ayrı kaldıkları yıllarda yaşadıkları olaylar nedeniyle seyirciyi memnun ettiği kadar da cin*sel gerilim içerir. Bitmek bilmeyen tokalaşmaya ve uzayıp giden bakışmaya dikkat edin.


(><) İki sevgili, yeniden bir araya gelebilecekleri umudunu yitirdikleri bir sırada nihayet birleşirler. Çift sinema tarihinin en e*rotik kucaklaşmalarından birini yaparak film boyunca artan gerilime son verir.
*
BİR YÖNETMEN VE İLHAM PERİSİ


Yönetmen ve yıldız arasındaki çok az işbirliği Josef von Strenberg ve Marlene Dietrich arasındaki kadar başarılı olmuştur. Strenberg onun erişilebilir ama gizemli olan çok özel bir karakter yaratmasına olanak sağlayarak, Almanya doğumlu oyuncunun gizemini artırdı. Her ne kadar Strenberg Dietrich'i keşfetmesiyle itibar kazansa da sahnede ve çok sayıda Alman filminde Dietrich zaten rol almıştı. Strenberg filmlerini onun ne söylediğinin tersine nasıl göründüğünden oluşturdu. Dietrich'e ''altıya kadar say ve sanki onsuz yaşayamıyormuşsun gibi ışığa bak'' derken, onun izleyicinin aklını başından alacak gücü olduğunu biliyordu. (Sayfa: 114-115)
*
Kraliçe Christina, 1933
Queen Christina, Rouben Mamoulian (1897-1987)


''İsveçli oyuncu Greta Garbo MGM semalarının en parlak yıldızıydı ancak o kadar şımarık ve talepkardı ki, stüdyo patronları onun sinema kariyerine olan ilgisini kaybedebileceği konusunda yoğun bir korku yaşadılar. 1932'de MGM'le anlaşması sona erdikten sonra İsveç'te aylarca tatil yaptı. Başlamasına yardım ettiği bir film projesinde İsveç Kraliçesi Christina'yı canlandırma şansı onu Hollywood'a dönmeye ikna etti.''
*
(><) Görüntü yönetmeni William Daniels yakın çekimlerde Greta Garbo'nun güzelliğini yakaladı.


(><) Filmin adı Garbo'nun adıyla gölgelenmiştir.


(><) Christina ve Antonio'nun bir taşra otelinde buluşmalarından sonra Christina dikkatle düzenlenmiş bir sekansta eşyalara dokunarak ve iç çekerek odada dolaşır. ''Odayı ezberliyorum. Gelecekte, hafızamda bu odada çok şey yaşayacağım.''


(><) Kraliçenin İspanyolla olan ilişkisine öfkelenen kalabalık sarayın etrafını çevirir. Çelik gibi Christina olağanüstü bir tavırla tek başına onlarla yüzleşir. Kalabalığı sakinleştirir ve onlara kraliyet otoritesini hatırlatır.


(><) Christina, soylularına, görevine karşılık aşkı seçtiğini anlatır ve bu nedenle kraliyet simgelerini bırakmak zorunda kalacaktır. Onun tahttan çekilme kararını kabul etmediklerinde gözyaşları içinde veda etmeden önce tacını ve kaftanını çıkarır.


(><) Christina, Antonio'yu bulmaya gider ama onu rakibi Kont Magnus'la (Ian Keith) yaptığı düelloda yaralanmış olarak bulur. Ölümcül şekilde yaralanmış sevgilisini kollarına alır ve onu İspanya'ya götüreceğine söz verir. Antonio öldüğünde Christina'nın kaderi açıkça görülür. (Sayfa: 116-117)
*
ŞİİRSEL FRANSIZ GERÇEKÇİLİĞİ


''1930'ların Fransız sineması özellikle ikonik figür yıldız Jean Gabin'le ilişkilidir ve Şiirsel Gerçekçi filmler bu on yılın sonlarında yapıldı. Bu filmlerin köklerinin izleri 1929'da sesli filmlere geçilmesiyle ortaya çıkan kargaşaya kadar sürülebilir. O dönemde Fransız sineması en çok görsel ve biçimsel yenilikleriyle tanınıyordu. Öne çıkan filmlerdeki temel ilke, yetenekli bir dahi olarak oyuncu-yazar konusundaki Romantik fikirdi. Paris'te büyük oranda gerçeüstücülükten esinlenen avangardlar Hollywood'un anlatı modellerinin egemen olmadığı bir ortam yarattılar. Başlangıçta Fransız endüstrisi İngilizce konuşan Hollywood filmlerinin senkronize ses/diyalogla rekabet edemeyeceğine inanarak koruyucu önlemler aldı. Bununla birlikte bir zamanlar güçlü olan Fransız stüdyoları Pathe ve Gaumont zayıf şirketler haline geldikleri için tüm hızıyla devam eden ekonomik bunalımda bu durumdan yararlanacak durumda değildi. 1930'da Amerikan-Alman ticari anlaşması bozulduğunda Paramount kalitesine bakmaksızın çok sayıda oyun uyarlaması film yapmak için Joinville stüdyosunu hızla donattı.''
*
''Çoğuna bireylerin sahip olduğu yaklaşık 4000 sinemanın büyük masrafla yeniden donatıldığı Faransa'da sesli sinemaya geçiş Hollanda, Almanya ve İngiltere'ye göre daha uzun sürede gerçekleşti ve Fransız sinema salonu sahipleri Hollywood film dağıtımcılarının ayrıcalıklı anlaşmalarına karşı savunmasızlardı.''
*
''..Vigo yeni evlenen bir çiftin bir mavnadaki balayını anlatan uzun metrajlı filmi L'Atalante (1934) Şiirsel Gerçekçilik ekolünün temelini atarak sinemada bir dönüm noktası oldu.''
*
(><) Sesli sinemanın ilk başarılarından biri olan Rene Clair'in Bize Özgürlük adlı taşlaması bir fabrikadaki çalışma cezaevindeki yaşam arasında paralellik kurar.
*
(><) Marcel Pagnol'ün Cesare filmi şovmen Raimu'yu, ailesini yeniden bir araya getirmeye çalışan iradesi güçlü kafe sahibi olarak gösterir.
*
(><) Sacha Guitry, eğlenceli komedi Le roman d'un tricheur'da (Bir Sahtekarın Romanı) sevimli fırlama Üçkağıtçı rolünü oynar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1933) Almanya'da Hitler iktidara geldi ve bu, yaratıcı yeteneğe sahip Almanların Hollywood, Londra ve Paris'e akın halinde göçleri başladı.
*
(1936) Sosyalist Halk Cephesi ittifakı iktidara geldi ancak kısa sürede zayıfladı ve bir yıl sonra Fransa hükümetinin kontrolünü bıraktı.
*
(1939) Hitler'in askeri güçleri Polonya'yı işgal etti ve bunun üzerine Fransa Almanya'ya savaş ilan etti. (Sayfa: 118-119)
*
*
*
''..Le jour se leve (Gün Doğuyor, 1939) Şiirsel Gerçekçiliğin belki de en önemli örneğidir. Gabin bu filmde ayartılarak kıskançlığa ve ci*nayete teşvik edilmişve polis alt katta beklerken karanlık bir odada kaderini düşünen bir dökümhane işçisini canlandırır. Ka*til ve baştan çıkarıcı Na*zi Almanya'sı kısa süre sonra Fransa'nın kapısını çalacaktı, ancak ülkenin klasik sinemasının mirası onu yaşatacak ve Carne'nin mükemmel Les enfants du paradis (Cennetin Çocukları, 1945) filmini üretecekti.''
*
(><) Pepe le Moko'daki belirsiz tehdit, şiirsel gerçekçilik ile gangster gerilim türünü harmanlar. Gabin burada ideal trajik kahramanı oynamıştır.
*
(><) Pasifist Jean Renoir'nın Büyük Yanılsama'sı Nazilerce yasaklanarak güçlü bir savaş karşıtı film olduğunu kanıtlamıştır.
*
(><) Louis Jouvet; Marcel Carne ve Jacques Prevert işbirliği ile hazırlanan ve orta sınıfları eleştiren bir kara komedi olan Drole de drame ou L'etrange aventure du Docteur Molyneux'da her şeye burnunu sokan Archibald Soper karakteriyle büyülemiştir. (Sayfa: 120-121)

L'Atalante, 1934
JEAN VIGO (1905-1934)
*

''Jean Vigo'nun ilk ve tek uzun metrajlı bu filmi yaygın olarak sinemanın başyapıtlarından biri olarak değerlendirilir.''
*
(><) Sıradışı bir balayına çıkan sevgililer.


(><) Mavnacı Pere Jules afişte görünüyor.


(><) Juliette'de bir yeni gelinde olması gereken ışıl ışıl bir gülümseme yoktur; onun yerine korkar ve kendinden kuşku duyar. Vigo'nun siyah giysili ve ciddi görünüşlü insanlarla çektiği düğün töreni burjuva toplumunu mavnadaki daha eksantrik yaşamın zıttı olarak sunar.


(><) Juliette Pere, Jules'ün malzemelerini görmek için onun darmadağın kamarasını ziyaret eder. Vücudu üstünkörü yapılmış dövmelerle dolu olan Jules geleneksel toplumun dışında bulduğu ci*nsellik ve özgürlüğü temsil eder. Bencil olmaması ve mizah duygusu da zaman içinde çifte de yansır.


(><) Pere Jules fal baktırmaya gider ve falcı iyi şans (ve daha pek çok şey) görür. Bu arada Jean ve Juliette biri suyun altındayken suyun dışındakinin imgesini görmeye çalışırlar. Bu da onların karşılıklı aşkının sağlamlaşacağını akla getirir.


(><) Kıyıya çıkan sevgililer bir kulübe giderler. Juliette orada seyahatte olan bir satıcı tarafından dans pistine çekilir. Bu olay, çiftin ilk büyük tartışmalarına neden olur; aynı zamanda da Jean'ın korumacı tavrını ve Juliette'in duygularını açık etmedeki deneyimsizliğini ortaya koyar.


(><) Muhtemelen filmin en e*rotik sahnelerinden birinde ayrılmış çift yanılsatıcı bir tutku gecesinde aşklarını yaşarlar. Ayrı yataklarda kıvranan çiftin or*gazmik barışma hayalleri bir dizi paralel çekimle canlı bir biçimde anlatılır.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
Vigo ana*rşizmin başarıları hakkındaki terbiyesiz komedisi Hal ve Gidiş Sıfır ile Fransız sansürcülerin öfkesini üzerine çekti. 1934'te L'Atalante'yi bitirdikten kısa süre sonra öldü ve dünya sinemasının en önemli ''yaşasaydı neler yapardı.?''larından biri oldu. (Sayfa: 122-123)


Oyunun Kuralı, 1939
La regle du jeu , Rean Jenoir (1894-1979)
*
''Jean Renoir'nın Oyunun Kuralı filmi ilk bakışta saçma bir eğlencelik -romantik bir yanlış anlamaya dair hafif ve biçimsel komedi- olarak görünür. Ancak bu saçmalık, savaşın eşiğinde olan Fransa'da ortaya çıkan manevi istikrarsızlığın acı panaromasını ortaya koyması nedeniyle giderek şaşırtıcı bir hal alır. Renoir film için ''yanardağ üzerinde dans eden bir toplumun portresi'' dedi.''


(><) Renoir'in Fransız sınıf sistemi incelemesinde kıskançlık patlaması alt katta yaşanır.


(><) Afiş şatodaki olayların teatral dönüşümünü gösterir.


(><) Film, kahramanca bir okyanus ötesi uçuş yapan Jurieux'yu kutlayan kalabalığın olduğu Le Bourget havaalanında başlar. Jurieux gösterilen ilgiye karşı duyarsızdır, o yalnızca aşık olduğu Christine'nin orada olmadığını fark eder. Eski arkadaşı Octaveı (Renoir) görünce sevinir.


(><) Marki, şatosunda katılan tüm konuklarıyla bir kıyafet oyunu düzenler. Ayı kostümü giyen Octave çevredeki kargaşanın tam ortasındadır. Dengeli güzel bir eğlenceyle başlayan ortam, tehlikeli bir saçmalığa doğru gider.
*
(><) Schumacher, Jurieux'yü kazayla vur*up ö*ldürür. Kaza öylesine şok edicidir ki, toplum birliğini bozmamak için sessizce halının altına süpürülür. Binanın içinde toplanan aristokratların şato duvarındaki gölgeleri, miadını doldurmuş bir toplumun hayaletini betimler.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1932-38) Burjuvanın ahmaklıkları hakkındaki acımasız taşlama Boudu sauve des eaux'yu (Sulardan kurtarılan Boudu, Boudu Saved from Drawning, 1932) yönetti. Madame Bovary gibi filmler onun edebiyat uyarlamalarındaki yeteneğini gösterdi. Le crime de Monsieur Lange (Lange'ın Cin*ayeti, 1936) onun sol-kanat politik görüşlerini yansıtan işçi sınıfı toplumu hakkındaki bir grup çalışmasıdır. Büyük Yanılsama (1937) sinemanın en zekice savaş karşıtı ifadelerinden biridir.
*
(1946-79) Renoir ilk renkli filmi The River'ı (1951) Hindistan'da çekti. (..)
*
AHLAKİ KOMEDİLER


Oyunun Kuralı ahlaki komediler ve topluluk dramları için bir kriter ortaya koydu. Yazlık köşk ortamı ve hizmetçilerle aristokratlar arasındaki aşk oyunları karmaşası ile film daha sonra Julian Felloes'ın Akademi Ödüllü senaryosuyla Robert Altman'ın yönettiği, İngiltere'de geçen Gosford Park (2001) için model oluşturdu. Renoir'nın ahlaki komedileri özellikle Woody Allen (d. 1935) ve son zamanlarda Nicole Holofcener (d. 1960) ve Lisa Cholodenko (d. 1964) gibibağımsız yönetmenler tarafından öykünülen filmler oldu. Etkisi aynı zamanda Hintli yönetmen Satyajit Ray'ın (1921-92) Ormanda Günler ve Geceler (Days and Nights in the Forest,1970) gibi filmlerinde de görülür. Renoir Fransız Yeni Dalgası tarafından saygıyla kutsandı. Ancak grup içindeki gerçek mirasçısı en az tipik bir üyesi, ''Six Moral Tales'' ile Eric Rohmer'di. (1920-2010) (Sayfa: 124-125)
*
SESİ BENİMSEYEN KOMEDYENLER


''..''Sesli filmler'' 1930'larda sessiz sinemanın yerini alırken beyazperdenin komedyenleri yeni duruma ayak uydurmak için radikal arayışlara giriştiler. Mack Sennett'in (1880-1960) abartılı hareketlerinden oluşan fiziksel komedi geleneği bir oyuncunun ''ciddi karakteri'' canlandırdığı ve diğerlerinin can alıcı noktaları söylediği sözlü bir koreografiye dönüştü. Jimmy Durante kahkahalara boğan hareketlerden keyif aldı ve kendi diyaloglarının çoğu doğaçlama olan W. C. Fields It's a Gift (1934) gibi filmlerde ikili anlam üzerinde çalıştı.
Beyazperde komedyenlerinin konuşmasını duymak tuhaf ve ilginç bir deneyimdi; bazıları bu yeni ortama diğerlerinden daha fazla yaklaştılar. Sesli filmler eğilimine karşı çıkan Charlie Chaplin (1889-1977) sessiz filmi Şehir Işıkları'nı (1931) gösterime soktu; ilk sesli filmi Büyük Diktatör'e (Great Dictator, 1940) kadar sesli film yapmadı. Laurel ve Hardy sesli filmlere hızla adapte oldular ancak diğer komedyenler için geçiş bu kadar kolay olmadı.''
*
(><) Groucho Marx Horse Feathers'da Profesör Quincy Adams Wagstaff'ı canlandırır. Film üniversitelerarası futbol karşılaşmasını konu alır.
*
(><) It's a Gift W. C. Fields'ın çocuk oyuncu Baby LeRoy'la Paramount için yaptığı birkaç filmden biriydi.
*
(><) Üç Ahbap Çavuş Dizzy Doctors'da birkaç unutulmaz komik hastane anlarından bazılarını sağladılar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1932) Laurel ve Hardy'nin The Music Box (Müzik Kutusu) filmi, En İyi Kısa Film Konusu (Komedi) dalında, ilk Akademi Ödülü'nü kazandı.
*
(1936) Charlie Chaplin'in sesi beyazperdede ilk kez Asri Zamanlar'da duyuldu ancak bu yalnızca abuk sabuk sözlü bir şarkı söylemek içindi.
*
(1936) Harold Lloyd ve deneyimli yönetmen Leo McCarey (1898-1969) çılgın komedi Samanyolu'nda (The Milky Way) takım oluşturdular. Bu ciddi ve ticari bir başarıydı. (Sayfa: 126-127)
*
Müzik Kutusu, 1932
The Music Box, James Parrott (1897-1939)


(><) Laurel ve Hardy düşman nesneler evrenindeki sakar adamlar olarak görünür.
*
(><) Film, En İyi Kısa Film Konusu Oscar'ını kazandı.
*
(><) Stan ve Ollie eşya taşımaya çalışırken bebek arabasıyla merdivenlerden inen bir bakıcıyla karşılaşırlar. Durum karşılıklı olarak kızışır. Biraz kinayeli bir replikte (Hays Yönetmenliği dönemi) kadın ''Tam da gündelik görevlerimin ortasında.. bana tekme attı'' diyerek şikayet eder.
*
(><) Stan ve Ollien'in nezaketlerinin ve profesyonelliklerinin simgesi olan şapkaları karışır. Stan Ollien'in büyük beden melon şapkasını fötr şapkaya çevirir. İzleyici gibi Ollie de Stan'ı imzası niteliğindeki şapkayı görmemenin şaşkınlığıyla tepki verir.
*
AYRILMAZ İKİLİ
*
Stan Laurel ve Oliver Hardy komedi oyuncuları arasında prototipik yin-yang gibi birbirini tamamlayan bir ikili oldular. İkili karakterleri, yalnızca bir şişman ve bir zayıf ya da bir şaklabanla bir ciddi adam birleşmesinden çok daha ustaca ve uyumluydu. Laurel'in özellikleri halsiz, duyarlı, dalgın olması ve zaman zaman bir anda tuhaf bir deha olarak ortaya çıkan ahmaklığıydı. Diğer taraftan Ollie beceriksiz, küstah ama kravatına fiske vurma alışkanlığı gibi mahçup oluşunda görünen efendi tavırları olan bir karakterdi. İkilinin yaratıcılıklarının büyük bölümü absürd bir resmiyet anlayışında yatar: İkilinin işlerini kesintiye uğratan sakinliği ve yavaşlığı; Ollie'nin kameraya yansıyan hüsranı; ve her zaman ahmak James Finlayson ile her zaman resmi, karşılıklı baş sallamadan sonra ve intikam almalarından önce onu, öfkeli patlamalarını seyrettikleri süregiden savaşlarında dikkatle aşamalandırılmış karşılaşmaları.
*
OYUNCU PROFİLİ: LAUREL VE HARDY:
*
(1919-30) Laurel ve Hardy The Lucky Dog'da (1919) henüz bir ikili değillerdi. İlk defa Putting Pants on Philip'te (1927) ekip oldular. Daha sonra çoğunda Hal Roach'ın yapımcı olduğu yüzden fazla filmde bilinen karakterlerini kabul ettirdiler. (Sayfa: 128-129)


Ördek Çorbası, 1933
Duck Soup, Leo McCarey (1898-1969)
*
''Ördek Çorbası ticari bir hayal kırıklığıydı ve Marx Kardeşler'in en yaratıcı döneminin sonu oldu. O dönemlerin atmosferi -ülkedeki Büyük Bunalımın yarattığı zorluklar ve Avrupa'daki gerçek savaş- Charlie Chaplin'in komediye kattığı duyarlılık olmadan, kimsenin siper savaşına gülmesini sağlayamadı. Ancak toplumsal taşlamanın bu unsurları Ördek Çorbası'nı 1960'larda yeniden ortaya çıktığında bir modern klasik haline getirdi. (..)
Onlar bu filmde hem masum, gerçekdışına yakın bir deliliği hem de saldırgan bir taşlamayı kullanırlar. Bu Avrupalı Freedonia ülkesine Bayan Teasdale (Margaret Dumont) tarafından o kadar büyük para yardımı yapılmıştı ki, kadın açıkça manyak bir adayın devlet başkanı olarak görevlendirilmesinde ısrar ediyordu. Film, gürültülü bir histeriyi sağlam bir çerçevede sunan yönetmen Leo McCarey'e sahip olmanın avantajından yararlanır. Ördek Çorbası artık Dr. Strangelove (1964) gibi politik komedilerle aynı kulvarda bir klasik olarak değerlendirilmektedir.''


(><) Dilsiz Harpo' ya bir telefon gelir.


(><) Ördek Çorbası Marx Kardeşlerin filmlerinde Zeppo Marx'ın yer aldığı son filmdir.


(><) Hafiyeler Chico ve Harpo sokak satıcısı rolü yaparak daha önce bir iş adamı olan limonata satıcısı (Edgar Kennedy) ile bir kavgaya tutuşurlar. Kennedy ''Benimle uğraşmayı göstereceğim'' der. Chico ''Bana öğretemezsin. Ben zaten biliyorum'' diye karşılık verir.


(><) Her ne kadar skeç sırasında kardeşler yer değiştirseler de Harpo inanılmaz bir beceriyle Groucho'nun aynadaki yansıması gibi davranmaya çalışır. Bu komedi filmlerinin en unutulmaz sahnelerinden biridir ve sıkça taklit edilmiştir (aslında kardeşler de bunu Raymond Griffith'den çalmıştı.)


(><) Sonuçta çılgın olan filmin son çılgınlığı şudur: Kardeşler savaşa bir şarkıyla giderler (''All God's Chillun Got Guns''). Harpo savaş alanını bir askere çağırma afişiyle geçer (''Orduya katılın ve donanmayı görün'') ve Groucho da kendi askerlerini ku*rşun yağmuruna tutar.
*
CİDDİ ADAMLAR (VE KADINLAR)


Margaret Dumont'un Marx kardeşler ekibine Zeppo'dan daha çok katkıda bulunduğu söylenmiştir. Dumont'un, çılgın kardeşlerin nasıl onu kendileri kadar kaçık yaptıklarına dikkat etmeyi basitçe reddetmesi nedeniyle, etrafındaki acayipliklere gamsız kayıtsızlığı çok değerlidir. Edgar Kennedy başka bir ahmak komedyen tipi sunar: Kendi içinde komiktir çünkü Harpo ve Chico'nun yaptıklarına aldırmaz ve onların gülünç saldırılarına hafif kızgınlıkla yanıt verir (Laurel ve Hardy için her zaman ahmak olan James Finlayson da sıkça aynı yöntemi kullandı). Ördek Çorbası'nın Marxist ütopyasında, gösterişli üniformalı aptallar (Louis Calhern, Leonid Kinskey) sanki bu ciddi bir filmmiş gibi oyunculuk yapmakta ısrar ederler ve böylece şimdiye kadarki en korkunç biçimde sert oyuncuların (Leslie Nielsen, Robert Stack, Lloyd Bridges) apaçık saçmalıkları ve iki anlama gelebilecek sözcükleri ürettikleri sırada ciddi yüz ifadesi takındıkları Airplane.!'deki (Uçak, 1980) komedi stilinin yolunu açar.(Sayfa: 130-131)
*
BUNALIM DÖNEMİ MÜZİKALLERİ


''Ekim 1929'da Wall Street'in çökmesi Birleşik Devletler'de bir umutsuzluk ve artan işsizlik dönemini başlattı. 1933'te çalışma yaşında olan ama işi olmayan on dört milyon Amerikalı olduğu tahmin ediliyordu. 1930'ların müzikalleri Büyük Bunalıma rağmen insanların açıkça gösterdiği umursamazlığı ve ateşli bir enerjiyi yansıttı.'' (..)
''Böylesi tatsız bir ortamda dans etmek bir tür savunma hareketiydi. 42nd Street'de (1933) Berkeley'in son sekansı adeta günün toplumsal sorunlarını uzak tutmak istercesine polisler, gangsterler ve satıcıların tümünü dans ederken gösterir.''
*
''..İzleyiciler dansçıların gerçekten dans edip edemediklerini bilmiyorlardı. Astaire'le ilgili olarak asla böyle bir kuşku yoktu. Bacakları 1 milyon dolara sigortalıydı ve hatta teknisyenler onun dansı ederken filme almaya uygun teçhizatı tasarlamaya bile ikna edildiler.'' (..) ''Meslek hayatı boyunca en azından bin çift dans ayakkabısı eskittiği hesaplanmıştı. Bu büyük mükemmelliyetçi, Dans Vakti'ni yaparken zor bir sekansın provasını yapmak için Rogers'ı öyle zorladı ki çoğu kez Rogers'ın saten ayakkabıları içinde ayakları kanadı.''
*
(><) Yönetmen Lloyd Bacon (1889-1955) 42ND Street'de kareografik fikirlerini geliştirmek üzere tüm kontrolü Busby Berkeley'e bıraktı.
*
(><) İşsiz ama yine de girişimci bir Broadway tiyatro yapımcısı olmaya çalışan biri olarak James Cagney'nin dans ettiği ve şarkı söylediği ilk büyük müzikal rolünü oynadığı Sahne Işıkları Geçidi'nin afişi.
*
(><) Fred Astaire ve Ginger Rogers Dans Vakti'nde (Swing Time) dans pistinde ve gazinoda başarılı sevgililer olarak başrol oynadılar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1929) Borsanın çöküşü Birleşik Devletler'de on yıl sürecek bir krizi başlattı ve Hollywood müzikallerinin yeşermesi için verimli bir ortam sağladı.
*
(1929) MGM tamamen sesli, tamamen danslı ve tamamen şarkılı ilk uzun metrajlı filmi The Broadway Melody'yi gösterime soktu.
*
(1933) Warner Bros 42nd Street ve 1933'ün Altın Arayıcıları'nı yaptı. Yılın en çok kazandıran bu iki filmi bir tür olarak müzikali yeniden canlandırdı. (Sayfa: 132-133)
*
1933'ün Altın Arayıcıları, 1933
Gold Diggers of 1933, Mervyn Leroy (1900-1987)
*
''..filmin kapanış parçası ''Remember My Forgotten Man'' toplumsal gerçekçilik ile seyirlik müzikalin az bulunur bir karışımıdır.''


(><) ''We're in the money'' sekansının kareografisi Busby Berkeley tarafından yapıldı.
*

(><) Art Deco tarzı orjinal film afişi.


(><) ''Bugün bedava yemek kuyruğu diye bir manşeti asla görmeyeceğiz'' gibi sözler nedeniyle bu ironik sekans şaşırtıcı biçimde kabadır. Sekans güzel kızları, olduğundan büyük metal paraları ve kuşdiliyle ''we're in the money''yi söyleyen Ginger Rogers'ı bir araya getirir.


(><) ''Pettin in the Park'' şarkısında Berkeley koro kızlarının bir çember içinde dev kartoplarını yukarı kaldırdıkları ânı yukarıdan çekerek gösterir ve hareketi yalnızca kareografiyle değil yaratıcı bir kamera çalışmasının sinemasal araçlarıyla da yaratır.


(><) ''Pettin in the Park'' sekansının sonlarında koro kızları aniden bastıran sağanak yağmurdan transparan ekranların arkasına kaçarken Hays Yönetmenliği öncesi bir duygu uyarma uygulaması vardır. Kızların silüet olarak çı*plak gibi görünmeleri o dönem için oldukça riskliydi.


(><) Berkeley etkili bir sekansta talihsiz savaş gazilerini gösterir. Kadınlar I. Dünya Savaşı'nda savaşan erkeklerin özlemini çekerler ve 1930'ların bedava yemek kuyruğuna girerler: ''Remember my forgotten man.? / You put a rifle in his hand.''
*
KAREOGRAFIN PROFİLİ:
*
(1895-1929) Palm Springs, Kaliforniya'da vodvil oyuncusu bir aileden doğan William ''Busby'' Berkeley Enos sahneye ilk kez beş yaşındayken çıktı. I. Dünya Savaşı sırasında bir asker olarak askeri geçit törenleri ve eğitim yürüyüşleri düzenledi ve daha sonra hava gözlemcisi olarak hizmet verdi. Bu askeri eğitim koreografide geometrik modeller kullanma eğilimini etkilemiş olabilir ve daha sonra kendine özgü tepeden çekimi kullandı. 1919'da koreograf olarak çalışmaya başladı ve A Connecticut Yankee de (1927) dahil on yedi Broadway yapımında dansları sahnelendi. (Sayfa: 134-135)
*
Silindir Şapka
Top Hat, Mark Sandrich (1900-1945)


(><) Siyah beyaz büyü: İki dirhem bir çekirdek Fred Astaire filmin adındaki şarkıyı icra eder.


(><) Afişte notalar, dans adımları ve silindir şapka.


(><) ''No Strıngs (I'm Fancy Free)''
Jerry Travers (Fred Astaire) ilk solo dansını, Horton'un Londra'daki otel odasında yapar. Gürültülü Step dansı aşağıdaki odasında uyumaya çalışan Dale tremont'u (Ginger Rogers) rahatsız eder. Şikayette bulunmak üzere yukarı çıkar ve onu büyüler.


(><) Taksi şöförü kılığına giren Travers Tremont'u at binme dersi için parka götürür. Yağmurdan bir kameriyenin altına sığınan ikili birlikte Berlin'in ''Isn't This a Lovely Day to Be Caught in the Rain.?'' parçasında dans ederler ve kadın giderek ona karşı yumuşar.


(><) Bir Paris caddesi dekoru önünde yapılan Astaire'in filmdeki tek toplu gösterisi olabilir. Bu bir aksesuar olarak ilk kez baston kullandığı sahnedir ve bu sekansın sonunda onu, korosunu vu*racak bir si*lahmış gibi kullanır.


(><) Bu sahnede Van Nest Polglase'ın tamamen Art Deco tarzındaki fantezisi olan Venedik'ini görürüz. Kanalın suları setin tamamen beyaz zemininin önünde daha etkili olması için siyaha boyalıdır. Bu RKO'nun tarihinde o güne kadar kurulan en geniş settir.


(><) Büyük romantik gösteri kuş tüyleriyle tamamlandı. Astaire tüylere olan tepkisi nedeniyle özür diledi ve Rogers'a bir altın tüy hediye etti. Paskalya Töreni'nde (Easter Parade, 1948) Judy Garland'la dansının parodisini yaptı. ''Tüyler'' Rogers'ın lakabı haline geldi. (Sayfa: 136-137)
*
NAZİ VE SOVYET SİNEMASI


''Hem Adolf Hitler hem de Joseph Stalin doymak bilmeyen birer sinema düşkünüydü. Bu karışık bir düşkünlüktü. Sinemayı bir yandan propaganda aracı olarak görüyorlardı ve tarafsız ve incelikli olması nedeniyle de biraz kuşkulu yaklaşıyorlardı. Yine de Joseph Goebbels ve Stalin tarafından renkli filmin üretimine verilen öncelik, propagandanın gerektirdiklerinin çok ötesine geçen bir güzellik hazzına sahip olduklarını ve kendi sinemalarını Hollywood düzeyine çıkarabildiklerini gösterme arzularını gösterir.''
*
(><) Afiş Sovyet ve Nazi sinemasında propagandanın hayati organıydı. Soldan itibaren Zemilya, Der ewigw Jude ve Grunya Kornakova filmlerinin afişleri.
*
(><) Eleştirmenler Leni Riefenstahl'ın filmlerini propagandanın ötesinde gördüler ve Olympiad'daki estetik anlayışına hayran kaldılar.
*
(><) Chapayev efsane Kızıl Ordu komutanının öyküsünü anlatır. Film Avrupa'da ve Birleşik Devletler'de ödüller kazandı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1931) Nikolai Ekk (19002-1976) tarafından çekilen ilk Sovyet sesli filmi Putyovka v zhizn (Road the Life) I. Dünya Savaşı'nın sonucu olarak yurdundan edilmiş çocukları ele alır.
*
(1933) Goebbels Fritz Lang tarafından yönetilen Das Testament of. Dr. Mabuse'un (Dr. Mabuse'un Vasiyeti) yasakladı.
*
(1934) Besteci Sergei Prokofiev tarafından müzikleri bestelenen ilk film olan taşlamalı komedi Poruchik Kizhe (Lieutenant Kije) gösterime girdi.
*
(1936) Olimpiyat Oyunları Leni Riefenstahl tarafından (1902-2003) Olympiad'da kataloglandı. İlk renkli Sovyet filmi Grunya Kornakova'dır. (Nightingale).
*
(1937) Stalin yönetmen Mikhail Romm'a, Sovyetler Birliği'nin ilk liderini Lenin v oktyabre ile yüceltmesini emretti. Film sanatsal ve ticari bir başarı oldu.
*
(1938) Boris Shumyatsky Sovyet sinema endüstrisinin aklanmasının ardından i*dam edildi. Leni Riefenstahl'ın Olympiad filmi Almanya'da gösterime girdi.
*
(1939) Alexander Dovzhenko'nun Shchors adlı filmi gösterime girdi. Partizan Bolşevik lider Nikolai Shchors'un biyografisinin yapılmasını Stalin istedi.
*
(1942) Goebbels, Veit Harlan (1899-1964) tarafından yönetilen tarihsel epik Der grosse König (The Great King) gibi Alman filmlerini yakından kontrol etmeye devam etti.
*
(1943) Josef von Baky'nin çektiği fantastik film Münchhausen gösterime girdi. Goebbels'in emirleri üzerine bu filmde propaganda yerine savaştan romantik bir kaçış vardı. (Sayfa: 138-139)
*
İradenin Zaferi, 1935
Triumph of the Will, Leni Riefenstahl (1902-2003)


(><) Epik bir ölçekte fa*şizm: Hitler'in iktidara gelmesinden bir yıl sonra otuz binden fazla taraftar Nuremberg'de sıraya dizildi.


(><) Nazi kartalı tahta baskı tarzında ifade edilen filmin afişine hükmeder.
*
(><) Sinema yazarı Steven Bach tarafından ''sinema tarihine geçen en ilginç yıldızlardan biri'' olarak tanımlanan Adolph Hitler'in uçaktan inişi ve konvoy halinde Nuremberg'i geçerek otele varış süreci filmin süresinin tam onda biridir.


(><) Reichsarbeitsdienst (Reich İşçi Hizmeti) için yapılan çalışma sırasında ülkenin her köşesinden gelen üniformalar içindeki binlerce genç adam küreklerini adeta si*lah gibi taşırlar. Sekansın doğasında bulunan militarizm kaçınılmazdır.


(><) İki yanında SA ve SS sorumlularının olduğu Hitler açıkça çok yüksek bir yere yerleştirilmiş bir kameranın objektifinden görsel duygu yaratmak için tasarlanmış bir törende on binlerce üniformalı parti üyesinin oluşturduğu devasa blokların arasında yürür.

YENİDEN DEĞERLENDİRİLEN NUREMBERG


İradenin Zaferi 2 Ocak 1945'te Nuremberg'in müttefik uçakları tarafından enkaz haline getirilmeden öncesine dair etkileyici bir kayıt sağlar. 1945'te Riefenstahl'ın yıldızlarının çoğu, son kez görünecekleri mahkeme için bir araya getirildi. Uluslararası Adalet Sarayı'nda yapılan ve on bir ay süren savaş mahkemesi büyük ölçüde can sıkıcı bir olaydı. Mahkemenin en dramatik anlarından biri Georges Stevens'in (1904-75) yönettiği ve mahkeme salonundaki herkesi şoke eden Nazi Concentration Camps adlı dört saatlik belgeselinin gösterilmesi sırasında yaşandı. Bu durum, bir filmin mahkemede kanıt olmasına emsal oluşturdu. (Sayfa: 140-141)
*
Alexander Nevsky, 1938
Sergei Eisenstein (1898-1948)


''Rusya'nın Cermen (Töton) ordusunu bozguna uğratması hakkındaki bu 13. yüzyıl öyküsü, Sovyetler'in kendi topraklarını istila etmeye yönelik her saldırıya karşı koyacakları konusunda Almanlara bir uyarı olması için iktidar tarafından desteklendi. Bir yıl sonra Alman-Sovyet Paktı bu uyarı mesajını geçersizleştirdi ve film rafa kaldırıldı. Ancak 1941'de Almanya'nın SSCB'yi işgalinden sonra büyük tezahüratla yeniden ortaya çıkarıldı.''
*
(><) Nevsky -bütün Sovyetler'in arzuladığı ve ilham aldığı niteliklere sahip bir adam, bir lider.
*
(><) Filmin propagandası güçlü ve birleşik bir ülke cephesi çağrısı yapar.
*
(><) İlk bakışta bile Nikolai Cherkassov'un canlandırdığı Alexander Nevsky açıkça ikonik bir figürdür: heybetli, otoriter ve bilge. O, ülkenin çıkarlarına hizmet etmek için kendini düşünmeyen ve kendisi de dahil herkesin ihtiyaçlarının tamamen bilincinde olan bir liderdir.
*
(><) İki arkadaş Olga adında bir kıza duydukları aşk yüzünden rakip hale gelirler. Filmin propaganda anlayışına yakışacağı üzere, kız, savaşta hangisi daha cesur davranırsa onunla evlenmeye karar verir. Ancak Vasilsa adında bir kadın savaşta hepsinden daha kahraman olduğunu gösterir.
*
(><) Filmin en büyük seti Nevsky ve askerlerinin düşmanı kaçırdıkları uzun sekanstır. Güç, tek tek kompozisyonlardan ziyade çekimler içindeki hareket ve enerji üzerinde oluşturulur. Dram kurguyla da desteklenir.
*
(><) Propaganda çalışmasında mesaj nadiren sessizdir. Filmin 1242'deki ve 1938'deki zirvesi, bütün saldırganlara ''elinde kılıçla gelen kılıçla ö*ldü*rülecektir'' söylendiği an gerçekleşir. Perçinlemek için sözcükler ekranda görünür.
*
PROKOFIEV VE SİNEMA
*
Dmitri Shostakovich çok sayıda film müziği bestelemiş olsa da Sergei Prokofiev'in eserleri yapılan en iyi film müzikleri arasındadır. Poruchik Kizhe (Lieutenant Kije, 1934) için yaptığı beste Alexander Fainzimmer (1906-82) tarafından çekilen filmin ününü bile aşmıştır. Prokofiev'in Eisenstein'le ilişkisi karşılıklı saygıya dayalıydı. Besteci yönetmeni ''ince müzik anlayışı olan bir adam'' olarak tanımladı. Oysa Eisenstein ortağının müziğine o kadar saygı duyuyordu ki, bazen malzemeyi Prokofiev'in zaten yazmış olduğı pasajlara uyacak şekilde çekerdi. Eisenstein ''onun müzikleri asla sadece illüstrasyon değildir, şaşırtıcı bir tarzda olayların iç gelişimini, onların dinamik yapısını gösterir'' diye yazar. (Sayfa: 142-143)


İLK CANLANDIRMA FİLMLERİ


(><) Lotte Reiniger'in Prens Ahmet'in Maceraları filminin öyküleri 1001 Gece Masalları'ndan alındı ve Weimar Cumhuriyeti'nin himayesi altında yapıldı.


(><) Steamboat Willie ilk gösterime giren Mickey filmiydi ve Plana Crazy ve The Gallopin' Gaucho'nun (ikisi de 1928) ardından 3. olarak yapılmıştı.


(><) Fleischer Stüdyoları'nın yaptığı Guliiver'in Seyahatleri'nde (Gulliver's Travels) Gulliver canlandırmasına referans olarak oyuncu Sam Parker'ın canlı performansı kullanıldı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1929) Warmer Brossinema salonlarında Looney Tunes çizgi filmlerini göstermeye başladı. Bu ilk kısa filmler Bosko ve Buddy içeren Bugs Bunny'den önce yapıldılar.
*
(1932) Canlandırmanın unutulmuş önemli isimlerinden biri olan Quirino Cristiani senkronize sesi kullanan ilk uzun canlandırma filmi Peludopolis'i yaptı.
*
(1935) Hays Yönetmeliği kabul edildi ve yönetmelik sorun yaratan medyayı temizledi ve Betty Boop gibilerini daha erdemli karakterlere dönüştürdü.
*
(1936) Sovyetler Birliği geleneksel canlandırmayı kullanan ama daha deneysel bir tarzı geliştiren bir stüdyo olan Soyuzmultfilm'i kurdu.
*
(1937) Disney tarafından yapılan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler gösterime girdi.
*
(1940) Kısa filmlerin klasik furyasının ortasında Buggs Bunny'nin ilk kez göründüğü Yabani Tavşan (A Wild Hare) gösterime girdi.
*
(1941) Çin II. Dünya Savaşı sırasındaki zorlu ekonomik ve sanatsal koşullarda ilk uzun canlandırma filmi Princess Iron Fan'ı yaptı. (Sayfa: 144-145)
*
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, 1937
DAVID HAND, WILLIAM COTTRELL, WILFRED JACKSON VE DİĞERLERİ


''Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler Hollywood'da yapılan ilk uzun canlandırma filmiydi ve dünya çapında dağıtılan ilk film oldu.''
*
''Bütün önemli peri masalları gibi Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler de güvenli bir ortamdaki en temel korkularımıza -ana-babanın terk etmesi, ihanet, yalnızlık- hitap eder. Daha sonra onları zeka, sihir, mizah ve iyi, eski moda romantik Hollywood mutlu sonlarıyla yok eder.''
*
(><) Pamuk Prenses Dopey, Sneezy, Happy, Grumpy, Doc ve Sleepy'le tanışır.
*
(><) İkonik Walt Disney şatosu afişin zemininde görülebilir.
*
(><) İzleyiciler nefes kesen yaratıcı bir animasyonun nasıl olduğuna dair ilk ipucunu bu ilk sekansta almış olmalılar. Suyun altına yerleştirilen ''kamera'' ile Pamuk Prenses dilek kuyusuna bir şarkı söyler ve yankılanan sesi suyun yüzeyinde dalgalanmalar yaratır.
*
(><) Dışavurumcu Alman sinemasından ve Gerçeküstücü resimden ilham alan Disney'in canlandırmacıları Pamuk Prenses'in avcıdan kaçışını ve ağaçların canlanıp, onu tutmaya çalıştığı sahneyi kabus gibi ortam yaratarak anlattılar.
*
(><) Akılda kolay kalan şarkılar en başından beri Disney repertuarının temel unsuru olmuş ve unutulmayan marş ritimleri, tekrarlanan şarkı sözleri, basit melodileri yüzyılın üççeyreği boyunca dünyanın her tarafında çocuklar tarafından söylenmiştir.
*
(><) Disney'in güçlerinden biri her zaman içten komediyle gerçek kötülüğü dengelemesi olmuştur: burada kötü kraliçe/cadı, Pamuk Prenses'in karşısına ze*hirli bir elma satmaya çalışan yaşlı kadın kılığında çıkar.
*
(><) Pamuk Prenses'in elmayla zehirlenmesinden sonra Yedi Cüceler onu gerçek aşkının öpücüğüyle yaşama döneceği ana kadar kalacağı altın bir tabuta yatırırlar. Hollywood'un bu dokunaklı finali ebedi mutluluk olabilir ama Bunalım dönemi izleyicileri bunu çok sevdiler. (Sayfa: 146-147)
*
ÇILGIN KOMEDİ


''Çılgın komedilerin ana temaları -rasgele olma, karşılıklı züppelik ve aşkla ekonomik gerçeklik arasındaki çarpışma- bu filmlerin, Walt Street'in çöküşünü izleyen dönemde sinemaseverler tarafından beğenilmesini sağladı.
(><) Frank Capra'nın Bir Gecede Oldu filminde Clark Gable Claudette Colbert'e otostop teknikleri hakkında ders verir. Uyumsuz çift çılgın komedinin tipik bir özelliğidir.


(><) William Powell'in uşaklığı ve Carole Lombard'ın sosyetikliği My Man Godfrey'nin afişinde zarif bir çifti oluşturur.


(><) Philadelphia Hikayesi'nde Tracy Lord Haven'in (Katharine Hepburn) evlilik planları Spy dergisinin muhabirinin (James Stewart) gelmesiyle suya düşer.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1929) Wall Street 29 Ekim'de çöktü ve Büyük Bunalımın başlangıcını haber verdi. Çılgın Komedi yapıldıkları dönemin ekonomik koşullarını yansıttı.
*
(1937) William Wellman (1896-1975) Nothing Sacred'ı yönetti. Film renkli olarak çekilen ilk çılgın komediydi.
*
(1941) Alfred Hitchcock çılgın komedi türünde alışılmamış bir girişimle Bay ve Bayan Simith'i (Mr. and Mrs. Simith) yönetti. (Sayfa: 148-149)
*
Tehlikeli Bebek, 1938
Bringing Up Baby, Howard Hawks (1896-1977)
*
''Tehlikeli Bebek (Bringing Up Baby) ile Howard Hawks çılgın komediyi mükemmelleştirdi. Türün tüm önemli unsurları mevcuttur: hızlı konuşma, üst üste binen ve yanlış anlaşılan diyaloglar; Katharine Hepburn'ün canlandırdığı şımarık ve sosyetik bir kadının birden özgür ruhuyla ortaya çıkmasından dolayı altüst olan, sinirlenen paleontolog akademisyen (Gary Grant); önyargılı, deliliğin sınırındaki monologlarıyla her birine zafer anı olanağı sağlanan ve geveze eksantriklerden oluşan yardımcı oyuncular; Hays Yönetmenliği ile alay eden cin*sel imalar; saçmalığa varan olaylar dizisi. Bütün bu unsurlar beklenmedik açılardan sürekli ortaya çıkarken anlatı mantığının kırılgan silsilesine sadık kalarak deli dolu bir öyküye hizmet ederler. (..)
Tehlikeli Bebek gösterime girdiğinde başarısız olduysa da, hâlâ 1930'ların Hollywood komedilerinin en iyilerinden biri olarak kabul edilir.''


(><) Hepburn'ün canlandırdığı çılgın karakter, Grant'ın oynadığı sıkıcı paleontoloğun dikkatini çekmek için hızlı konuşur.


(><) Ünlü isimlerin yer almasına rağmen Tehlikeli Bebek gişede başarısız oldu ve kendi döneminin ilerisinde olarak değerlendirildi.
*
(><) Dr. David Huxley (Grant) yanlışlıkla Susan Vance'ın (Hepburn) elbisesinin yırtılmasına neden olur ve kadının iç çamaşırı görünür. Bunu gizlemek için yapışık şekilde arkasında durur ve onunla aynı anda yürüyerek dışarı çıkarlarken restorandakiler kahkahalara boğulur.


(><) Bir kez daha Susan'ın zıpır planlarından kendini korumaya çalışan David, kadının evcil leoparı serbest bıraktığının farkında olmadan caddede yürür. David'e kanı kaynayan Bebek adlı leopar onu izler. Leopar sahibi Susan'ın özgür ruhunu temsil eder.


(><) David ve Susan ormanda Bebek ile David'in dinozor kemiklerinden birini gömen terrier cinsi köpek George'u ararlar. David kayar ve bir toprak yığınına düşer. Susan da aynısını yapar ve düştüğü sırada taşıdığı kelebek ağı David'in kafasına geçer. Avcı avını yakalamıştır.


(><) Susan kayıp kemiği vermek için David'i izler ve onu laboratuarında bulur. David değerli brontosaurus iskeletinin arkasındaki basamaklara kaçar. Susan merdivene çıkar, dengesini kaybeder ve dinozor iskeletini çökertir. Böylece David'in kemikleşmiş dünyası yerle bir olur. (Sayfa: 150-151)
*
Bayan Eve, 1941
The Lady Eve, Preston Sturges (1898-1959)


(><) Elma Cennet Bahçesi'ni çağrıştırır.


(><)Afiş bilim adamının ikilemini vurgular: ''Büyülenmiş ve Şaşkın''.


(><) Charles Pike, Amazon keşif gezisinden dönerken bir Atlantik gemisine biner. Bir mirasçı olarak farkında olmadan dikkat konusudur. Güzel dolandırıcı Jean Harrington kadınlardan utanan saf bilim adamını dolandırmak için harekete geçer ama adama aşık olur.


(><) Jean'ın gerçekte kim olduğunu öğrenen Charles onu reddeder ve Connecticut'taki aile evine geri döner. İntikam planı yapan Jean ilginç bir İngiliz kadını olan Lady Eve Sidwich kılığında Pike'nin malikanesine girer. Aldatmacadan habersiz olan Charles kadına aşık olur.


(><) Lady Eve'in intikam süreci devam ederken Pike yine Güney Amerika'ya gitmek için bir gemiye biner, orada Jean onu beklemektedir. ''Tesadüfen'' karşılaşırlar ve tutkulu bir kucaklaşma yaşanır. Birbirlerini affeder ve karşılıklı aşklarını kabul ederlerken, baştan çıkarıcı kadın zafer kazanır.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1940-44) ''Sturges The Great McGinty adlı senaryosunu kendisi yönetmesi koşuluyla 10 dolara sattı. İlk yönetmenliğini 1940'da yaptı. Bu filmle En İyi Özgün Senaryo Dalı'nda Akademi Ödülü kazandı ve Hollywood'un ilk yazar-yönetmen yıldızlarından bir haline geldi.''
*
ANNE VE OĞUL


Preston Sturges'in yaşamı ve kariyeri bir dizi parlak doğaçlama gibi görünse de o yalnızca annesi Mary Dempsey'nin ayak izlerini takip etti. Oğlu küçükken onunla Paris'e gitti ve orada dansçı Isadora Duncan'la arkadaş oldu. Şikago'ya döndükten sonra Preston'u evlat edinen zengin borsacı Solomon Sturges'le evlendi. Kısa süre sonra Mary Avrupa'ya geri döndü ve büyücü Aleister Crowley'e deli gibi aşık oldu. Crowley ve Preston arasındaki ilişki karşılıklı bir nefret ilişkisiydi. Solomon, Mary'nin zıttıydı, Mary kaprisliyken, o güvenilir bir insandı. Boşanmalarının ardından Preston'u destekledi ve cesaretlendirdi; Preston da onun iyiliğine sevgiyle karşılık verir. Bayan Eve'de düşüncesiz dolandırıcı Jean Harrington'da Mary'e ve Pıke'ın babası Charles'ın bilgeliğinde Solomon'a ait ipuçları vardır. (Sayfa: 152-153)
*
SAVAŞIN GÖLGESİNDE



''1930'larda insancıl I. Dünya Savaşı dramı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet on tehe Western Front) Lewis Milestone (1895-1980) tarafından yönetildi. Film Erich Maria Remarque'ın çok satan romanından uyarlandı ve ''I Didn't Raise My Son to Be a Soldier'' adlı şarkının sözleriyle aynı fikirdeki Amerikalıların bir kuşağının duygularını yansıttı.


Film, savaşı Alman cephesinden gösterir ve filmdeki kötüler vatanseverlik duygusunu kullanarak genç insanları anlamsızca ö*ldükleri ön saflara gönderen politikacılar ve sivillerdir. Film ''tüm savaşlara son veren savaşın'' dehşetlerini hatırlayan insanların duyarlılıklarına hitap etti. Oyuncu Lew Ayres barışseverliğe kişisel olarak öylesine bağlandı ki daha sonra ulusal ruh halinin değiştiği II. Dünya Savaşı sırasında vicdani reddi olduğunun ortaya çıkması sonucu kariyeri engellendi. 1930'ların büyük bölümünde Avrupa ve Asya'dan gelen haberlere rağmen -ya da onlar yüzünden- The Man Who Reclaimed His Head (1934) gibi filmler dünya savaşını namussuz politikacılar, fırsatçı si*lah tacirleri ve kuş beyinli yobazlar tarafından teşvik edilen bir kötülük olarak tanımladılar.
Naz*izmin yükselişi Hollywood'da birçok insanı rahatsız etti. İronik bir biçimde çoğunlukta olan Yahudi stüdyo yöneticileri, Yahudi karşıtlığı Na*zizm ile birlikte yükselişe geçmeseydi fa*şizm hayranı olabilecek -Columbia yöneticisi Harry Cohn bürosunu Benito Mussolini'ninki tarzında düzenlemişti- bir kişisel stile sahiptiler. Cohn, (endüstrideki nadir Yahudi olmayanlardan) Walt Disney ve Louis B. Mayer gibi yapımcılar fa*şistlere kıyasla (sinemada sendikaların ortaya çıkması nedeniyle) daha büyük bir tehdit olarak gördükleri Komünistlerle mücadele etmekten çok daha büyük mutluluk duyarlardı -1950'lerde duydular da. Hollywood aynı zamanda Avrupa'da filmlerinin gelirlerini güvence altında tutacağını umdu. Soldan ve sağdan gelen entelektüel ve kışkırtıcı Hollywood karşıtı retorikler 1930'larda Yahudi karşıtlığı içeriyordu ve stüdyo yöneticileri çoğunlukla politika ve din konusunda sessiz kalmayı istediler. Warner Bros, cesaretle Fransız yazar Zola'nın Dreyfus davasına müdahil olmasını anlatan Emile Zola'nın Hayatı'nı (The Life of Emile Zola, 1937) yaptığında Dreyfus'un Yahudiliğinden pek bahsedilmedi. Ancak yine de Batı Cephesinde Bir Şey Yok'un popülerliği, ironik bir biçimde Hollywood'u bu filmin başarısını yeniden yakalama umuduyla Almanya'nın mevcut durumu hakkında daha çok film yapmaya zorladı.


The Road Back (1937), Three Comrades (1938) ve Amansız Fırtına (The Mortal Storm, 1940), Batı Cephesinde Bir Şey Yok'un izindedir ve Almanya'nın I. Dünya Savaşı sonrasında şi*ddet politikasına yönelmesini gösterir. Amansız Fırtına Hollywood'daki fa*şizm karşıtlığı için önemli bir imge buldu: ideal genç aşıklar kaskatı, kalkmış kollardan oluşan saldırganlar güruhunca çevrelenmekte ve eziyet edilmekteydi.''
*
(><) Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok -son derece güçlü bir savaş karşıtlığı tartışması- sıradan askerlerin deneyimleri aracılığıyla savaşın gereksizliğini anlatır.
*
(><) The Man Who Reclaimed Hıs Head'ın afişi Universal'ın filmin bir korku gerilim olarak reklamını yapar.
*
(><) Francis Lederer Bir Nazi Casusunun İtirafları'nda (Confession Of a Nazi Spy) bir Alman-Amerikan Bund üyesini canlandırır. Hollywood'un ilk nazi karşıtı olan filmi, savaş Avrupa'da ilan edilmeden altı ay önce cesaretle gösterime sokuldu.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1931) Lewis Milestone'un yönettiği Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok En İyi Film Dalı'nda Akademi Ödülü kazandı.
*
(1937) Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok'un devamı olan The Road Back gösterime girdi; film Almanya'nın savaş sonrası deneyiminin haritasını çıkarıyordu.
*
(1938) William Dieterle (1893-1972) İspanya İç Savaşı hakkındaki faşizm karşıtı film Blockade'i yönetti. Film ''Ateş Altında Aşk'' olarak etiketlendi.
*
(1939) Michael Powell (1905-1990) ve Emeric Pressburger (1902-1988) Siyahlı Casus'da (Spy in Black) işbirliği yaptı; film yaklaşmakta olan savaş için uyarıda bulunur.
*
(1940) Büyük Diktatör Hitler'le alay ederek saldırır. Film Almanya'da yasaklandı ancak Hitler bir kopyasını aldı ve iki kere izledi. (Sayfa: 154-155)
*
Yabancı Muhabir, 1940
Foreign Correspondent, Alfred Hitchcock (1899-1980)


(><) Sui*kastçi yağmurdan ıslanmış merdivenlerde düşer.


(><) Her ne kadar filmin kapanışı tümüyle karamsarsa da afişte yüzler güler.


(><) Bir şemsiye denizi görünüşte Hollandalı diplomat Bay Van Meer'i Amsterdam'da ö*ldür*dükten sonra ka*tilin kalabalığın içine doğru kaçarken dalgalanır. Basın fotoğrafçısı kılığına giren sui*kastçi fotoğraf makinesiyle sakladığı bir si*lah kullanır.


(><) Jones, Caarol Fisher (Laraine Day) ve muhabir Ffolliott (George Sanders) ka*tili kırsal bölgelere kadar takip ederler. Ama yel değirmenleriyle dolu manzarada düşman ca*suslar hangi yapının içindedir.? Kanatları yanlış yönde rüzgâra karşı dönen olabilir mi.?


(><) Pike yapan uçağın içinden deniz daha yakın görünür. Aslında bu daha önceden çekilmiş filmin (ince kâğıt üzerinde) arkadan gösterimidir. Uçak ''çarptığı'' zaman gerçek su kâğıdın ve oyuncunun üzerine dökülür. Bu optik ve fiziksel efektlerin yaratıcı bir şekilde kullanılmasıdır.


(><) Radyodan sirenler çalar ve Londra'ya bo*mba*lar yağarken, artık tamamen anti-fa*şist mücadeleye adanmış ABD'li kahramanın aklına Londra'ya takdirlerini sunma fikri gelir. ''Bu büyük bir öykü ve sen de bunun bir parçasısın'' der. (Sayfa: 156-157)
*
Büyük Diktatör, 1940
The Great Dictator, Charlir Chaplin (1889-1977)


''Film Chaplin'e; tehdit mektupları, Hays Bürosu'ndan gelen baskılara ve United Artist'in filmden vazgeçmesine rağmen''2 milyon dolar ve iki yıllık çalışmaya'' mal oldu. 15 Ekim 1940'da ilk gösterim yapılacağı zaman büyük bir olay beklendi, çünkü film o dönemdeki sinemadaki en önemli sanatçılardan birinin ilk tamamen sesli filmi olduğu kadar, Hitler'e meydan okuma görevine de karşılık düşüyordu. Henry Daniell'in kibirli Garbitsch'i (namı diğer Goebbels) canlandırması dikkat çekicidir. Chaplin'le setteki anlaşmazlığına rağmen (belki de bunun yüzünden) onun sahneleri filmin herhangi bir yerinde olmayan, örneğin ''insanların öfkelerini harekete geçirmelisiniz. O zaman Yahudilere karşı şi*ddet halkın midesiyle ilgili endişesini giderebilir'' dediğindeki gibi bir tehdit içeriyordu. Daha sonra Chaplin ''Alman toplama kamplarına dair gerçek de*hşetleri bilseydim Büyük Diktatör'ü yapamazdım; Na*zilerin ö*ldü*rücü cinnetiyle dalga geçmezdim'' diye kabul etti. Doğal olarak film Almanya'da yasaklandı ama Hitler yalnız başına iki kez izledi. Filme dair görüşü kayıtlara geçmedi.''
*
(><) Büyük Diktatör Charlie Chaplin'in en büyük gişe başarısı oldu.
*
(><) Film, yıldız oyuncusunun ilk sesli filmiydi.
*
(><) Adonoid Hynkel'le (Charlie Chaplin) tanışmamız anlaşılmaz bir Almancayla yapılan bir konuşmadır. Geçmişe bakınca bunun filmin sonunda onun yerine geçenin konuşmasını dengelemek için olduğu ortaya çıkar.
*
(><) Lohengrin'in 1. Perdesi'nin başlangıcına eşlik etmek için Chaplin eski Chaplin'in bale zarafetini ortaya koyar. Film için araştırma yapılan fotoğraflarda, Berlin Yüksek Mahkemesi'nde böyle bir küre vardı. İronik olarak bu küre, savaş sonrasında dokunulmadan kalmış birkaç nesneden biriydi.
*
(><) Jack Oakie'nin pynadığı Bacteria ülkesinin diktatörü (Mussolini'ye benzeyen) Napaloni ve Hynkel filmin büyük bölümünü Oesterlich'in (Avusturya) kaderi üzerinde tartışarak geçirir ve üste çıkmak için mücadele ederler.
*
(><) Bu altı dakikalık konuşmayı yazmak Chaplin'in iki aynı aldı. (Sayfa: 158-159)
*
PROPAGANDA ARACI OLARAK SİNEMA
*
''Almanya'da propaganda genellikle şeytan gibi gösterme anlamına gelir. Goebbels tarafından sipariş edilen ve Veit Harlan'ın yönettiği Jud Süss (1940), Lion Feuchtwanger'in 1925 tarihli romanı ve Wilhelm Hauff'un 1827 tarihli kısa romanını kullandı ve onları Yahudi karşıtı bir propaganda filmine çevirdi. Polonya'nın işgalinden sonra Fritz Hippler tarafından yapılan belgesel Feldzug in Polen (Campaing in Poland, 1940) Polonyalıları Almanya'ya saldıranlar olarak göstermek için tasarlandı.'' (..)
''Rusya Mihver Devletleri'ne karşı müttefik ülke olduğu zaman Hollywood Sovyet yanlısı filmler yapmak zorunda kaldı. Michael Curtiz (1886-1962) tarafından yapılan Görev Moskova (Mission to Moscow, 1943) Joseph Stalin'i sempatik olarak tanımlamasıyla ünlüdür. Lewis Milestone'un (1895-1980) çektiği The North Star (1943) Rus partizanların Ira Gershwin'le şarkı söylemelerini gösterir. Ancak savaş bittiğinde Sovyetler yine düşmandı ve her iki film de Amerikan Karşıtı Etkinlikleri Soruşturma Komisyonu'nun sıkı denetimine uğradı.''


(><) In Which We Serve'de Noel Covard'ın babacan Yüzbaşı Edward V. Kinross karakteri için Mayıs 1941'deki Girit Savaşı sırasında batan Kelly adlı destroyerin kumandanı Yüzbaşı Lord Louis Mountbatten'den esinlenilmişti.


(><) Thirty Seconds Over Tokyo 1942'de, bir uçak gemisinden Japonya'ya cesur ABD bombardımanının gerçek hikayesini anlatır.


(><) Frank Capra Why We Fight'da düşmana aiy orjinal propaganda filmlerini aldı, kurguladı ve daha sonra da onların malzemelerini kullanarak Mihver güçlerini kötü bir güç olarak ortaya koyan bir anlatım oluşturdu.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1939) Anatole Titvak'ın (1902-74) yaptığı, gerçek bir casusluk mahkemesi hakkındaki Bir Nazi Casusunun itirafları Hollywood'da yapılan ilk açık Nazi karşıtı filmdi.
*
(1940) Hollywood Nisan'da Bir Nazi Casusunun İtirafları'nı gösteren birkaç Polonyalı sinema salonu sahibinin sinemalarında a*sıl*dığını öğrendi.
*
(1940) Alcazar Kuşatması (L'assedio dell'Alcazar) Ağustos'ta İtalya'da gösterime girdi ve Venedik Film Festivali'nde En İyi İtalyan Filmi olarak Mussolini kupasını kazandı.
*
(1942) Gary Grant ve Ginger Rogers Leo McCarey'nin (1898-1969) yönettiği Once Upon a Honeymoon'da Nazilerle alay ettiler.
*
(1945) Almanya Mayıs'ta teslim oldu. Ağustos'ta Hiroşime ve Nagasaki'ye a*tom bo*mba*ları atıldı. (Sayfa: 162-163)
*
Went the Day Well.? 1942
Alberto Cavalcanti (1897-1982)


(><) Köylüler kilisede esir tutulur.


(><) ''Went the Day Well.?'' savaşta ölenlerin mezar taşlarında kullanılan yaygın bir ifadeydi.


(><) Binbaşı Hammond (Basil Sydney) köydeki büyük toprak sahibi Oliver Wilsford 8Leslie Banks) ile buluştuğunda izleyiciye ''Royal Engineers'' müfrezesinin gizli kimlikleri açıklanır ve birinin bir Alman subayı diğerinin de Nazi taraftarı bir vatan haini olduğu ortaya çıkar.
*
Yaşlı papaz Ashton (C. V. France) kilisenin çanını çalarak alarm vermek için yukarıya çıkar ancak Alman binbeaşı tarafından engellenir ve vu*rulur. Wilkie Cooper'ın karamsar sinematografisi filmin ilk şok edici anının va*hşetini vurgular.


(><) Anne gibi, yaşlı posta müdiresi Bayan Collins (Muriel George) istilacılara karşı ve beklenmedik bir şi*ddetle direnen ilk köylüdür. Alman misafirinin gözlerine biber fırlatır ve sonra da inanılmaz bir kuvvetle ba*ltayı ka*fa*sına saplar.


(><) Kara ordusundan gizler Pggy Pryde (Elizabeth Allan) ve Ivy Dawking (Thora Hird) ''Almanları a*vlamaktan'' haz aldıklarını anlarlar. Cesaretleri, olası bir işgal sırasında izleyicileri cesaretlendirirken harekete geçirici propaganda görür. (Sayfa: 164-165)
*
Cellatlar da Ölür, 1943 Hangmen Also Die, Fritz Lang (1890-1976)
(><) Svobodo (Brian Donlevy) çaresizce otoriteden kaçmaya çalışır.
(><) Filmin Nazi karşıtı propaganda mesajı bir savaş dönemi gerilimi görüntüsü altında verilir.
(><) Bu ürpertici sahnede öfkeli komutan görüşlerini ve taleplerini ana hatlarıyla belirtir. Çek cep*hane işçilerinin ''iğrenç domuzlar'' olduğunu ve bu nedenle bu ''berbat kokan pisliği'' temizleyebilecek olan Gestapo tarafından idare edileceğini bildirir.
(><) Çek vatansever ve sui*kastçi cerrah Dr. Svoboda bir sinemada gizlenir, ''Cel*lat'' vuruldu lafı izleyiciler arasında yayılır ve kendiliğinden bir alkış patlar. Bir Nazi askeri filmi durdurur ve alkışı kimin başlattığını bilmeyi ister. * (><) Nazilerin şüphelendiği Profesör Stephen Novotny (Walter Brennan) kızı Nasha'ya (Anna Lee) dikkatsizce konuşmanın tehlikelerini öğretir. Lang, Brecht'in jenerikte adının yer aldığı tek Hollywood filminde bu sahnenin yalnızca Brecht tarafından yazılabileceğini söyledi. * (><) Pescacek (James Bush) ö*ld*rülmek için götürülür. O Naziler tarafından rehin alınan 400 Çek sivilden biridir ve ka*til teslim olana dek tutulur. Hemşerileri onu gerçek bir Brechtyen kitlesel başkaldırı gösterisi içinde artık bestelenmiş olan şiirinin şarkısını söylerken ö*ldü*rüldüğünü görür. (Sayfa: 166-167)
*
KARA FİLM


''Kara film tanımlaması kaygan bir kavramdır. Bir tür, bir üslup, bir atmosfer, bir ruh hali ya da bir bakış mıdır.? Kara Film siyah beyaz mı çekilmelidir.? Kent ortamında mı geçmelidir.? Şid*det suçu işlemeli midir.? Mutsuz son mu olmalıdır.? Gerçek Kara Filmler klasik dönemde -1941'den 1958'e- yalnızca Birleşik Devletler'de mi yapıldı.? Başka yerde ya da bu dönüm noktasından sonra yapılan filmler yeni (neo) Kara Film, geçmişe dönük (retro) Kara Film ve hatta Kara Film pastişi olarak sınıflandırılmalı mıdır.?''
*
''Türün nitelendirilememesinin izleri, bir olgunun ancak ortaya çıkmasının ardından bilinir hale gelmesi gerçeğine kadar sürülebilir. Bu kavram ''Orta Çağ'' gibi ifadelere benzer olarak geçmişe dönük bir tarihsel inşadır. Westernleri, egzotik kahraman filmlerini ya da biyografi filmlerini yaratan sinemacılar tam olarak hangi gelenekler içinde çalışacaklarını biliyorlardı. Kara Film yapanların çok azı, eğer varsa, filmlerini böyle adlandırırdı. ''Kara Film'' kavramı II. Dünya Savaşı'nda Alman işgalinin ardından Fransa'ya gelen çok sayıda Amerikan filmlerinde ortaya çıkan yeni bir eğilimi fark eden Fransız sinema eleştirmenleri tarafından bulundu ve ona Serie noire olarak bilinen popüler polisiye romanlarından yola çıkarak bu ad verildi.''
*
(><) Mükemmel Kara Film oyuncusu Robert Mitchum Maziden Gelen'de (Out of The Past) başrolü paylaştığı Jane Greer'e ağzında sigarayla yandan bir bakış atar.
*
(><) Alfred Hitchcock'un Oscar adaylı filmi Shadow of a Doubt'ın (Şüphecinin Gölgesi) afişi.
*
(><) Robert Siodmak'ın Cry of the City filminde kaçak çift Richard Conte ve Shelley Winters.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1941) John Huston'ın Malta Şahini filmi gösterime girdi. Bu o güne kadarki ilk net Kara Film olarak kabul edildi.
*
(1942) Casablanca'da Rick (Humprey Bogart) hem beyazperdede hem de dışarıda Birleşik Devletler izolasyonunun sonuna işaret ederek tarafını seçer.
*
(1946) Hollywood filmleri Paris'te gösterildi ve ''Kara Film'' olarak isimlendirildi. Büyük Uyku gibi The Blue Dahlia ve Postacı Kapıyı İki Kere Çalar da gösterime girdi.
*
(1953) Oyuncu Ida Lupino The Hitch-Hilker'la Kara film yöneten ilk kadın oldu.
*
(1955) Robert Mitchum Night of the Hunter'da psikotik bir kötü adamı canlandırdı. Bu türe damgasını vuracak karakter tarzlarından biri oldu.
*
(1957) Burt Lancaster ve Tony Curtis'in oynadığı Sweet Smeel of Success gösterime girdi. 1958'de Orson Wlles'ın yaptığı Bitmeyen Balayı son klasik Kara Filmdir. (Sayfa: 168-169)
*
*
*
(><) The Blue Dahlia Raymond Chandler'ın yazdığı romandan alındı. Filmin oyuncuları Alan Ladd ve Veronica Lake popüler Kara Film çifti oldular.
*
(><) Crossfire'ın film müziği ve minimum aydınlatması, izleyiciyi kavrayan klostrofobi duygusunu bastırılmış şid*deti iletti ve salondan çıkmış olsalar da onları etkilemeyi sürdürdü.
*
(><) Alfred Hitchcook'un Aşktan da Üstün filminde kocası ve onun annesi tarafından ze*hirlendiğini fark eden Alicia 8Ingrid Bergman) yere yığılır.
*
(><) 1946'da gerçek yaşamda karı koca olan Bacall ve Bogart, Raymond Chandler'ın 1939 tarihli kara romanının film versiyonunda başrol oynadılar. Külyutmaz özel dedektif Philip Marlowe ilk kez ön plana çıkıyordu.
*
''Anaakım sinema hoş görünümlü erkek kahramanlar ve sevimli kadın kahramanları gururla sunarken, Kara Film anti-kahramanlar ve baştan çıkarıcı kadınlar ordusunu öne sürdü.''
*
''Hollywood Kara Filminin klasik dönemi savaş yılları ve savaş sonrası Komünistlere karşı yürütülen cadı avıyla aynı döneme denk gelir. Kara Film yaygın korku ve paranoya atmosferi ve umutsuz bir kadercilik duygusuyla dönemin politik ortamına dolaylı bir tepkiyi sunar.''
''Orson Welles'in çektiği cesur Bitmeyen Balayı (Touch of Evil, 1958) Amerikan Kara Film Dönemi'nin bitişine işaret eder.'' (Sayfa: 170-171)
*
Malta Şahini, 1941
The Maltese Falcon, John Huston (1906-1987)


(><) Sam Spade (Humprey Bogart) ''malta şahinini'' tutar. Dramatik ışık filmin dondurucu atmosferinin oluşturulmasına yardım eder.


(><) Orijinal film afişi romanın ucuz kökenlerini açığa vurur.


(><) Şahin yalnızca adıyla öyküye girer. Sam Spade kısa süreliğine, kendisine değerli taşlarla kaplı şahin heykelciğini bulması için 5000 dolar teklif eden ve si*lahını ona doğrultan Joel Cairo'nun elindedir. Spade yere devirerek Cairo'nun hakkından gelir ve eşyalarını aramaya başlar.


(><) Brigit O'Shaughnessy'ye dairesinin gözaltında olduğunu söyleyerek yalan söyleyen Spade onu şüpheci bir şekilde sorgular. Brigit kaçamaklıdır ve Spade onu uzun bir öpüşme için kendine çekmeden önce çeşitli masallar uydurur. Heyecanlansa da tepkisiz kalan Spade, gerçeği ister.


(><) Spade, Cairo, Brigid ve Kasper'a Malta Şahini'ni gösterir. Heykelin değerli taşlardan yoksun, kurşundan bir taklit olduğu ortaya çıkar. İki heykelin İstanbul'da değiştirildiği sonucuna varan Gutman diğerlerinden gerçek heykelciği bulmak için yardım ister, yalnızca Cairo olumlu yanıt verir.
*
ROMANDAN SİNEMAYA


Malta Şahini'nin önceki iki film versiyonunun sınırlı başarısı Huston'ı, Dahiell Hammett'ın romanından senaryo yazarken ''kitaptan uzaklaşmaktansa onun izinde gitmek'' diyerek daha radikal ve cesur bir adım atmaya yöneltti. 1939'da yayımlanan The Maltese Falcon (Malta Şahini) Dashiell Hammett'ı Birleşik Devletler'in önde gelen dedektif romancısı olarak kabul ettirdi ve Sam Spade karakteri kuşkucu, külyutmaz dedektif olarak değerlendirildi. Hammett'ın karakterinin sahiciliği bir dedektif olan yazarın deneyimleri sayesinde kazanıldı. Hammett'ın özlü anlatımı ile kısa ve özlü diyaloglarının sinemasal değerlerini fark eden Huston küçük değişikliklerle kitabı filme aktardı. Bu yalnızca en iyi dedektif filmlerinden birini değil aynı zamanda da bu romanın kusursuz film versiyonunu ürettiği Hammett'ın çok nitelikli sanatına Huston'ın duyarlılığının bir övgüsüdür. 1989'da Kongre Kütüphanesi filmi ''kültürel, tarihsel veya estetik açıdan önemli'' gördü ve korunmasına karar verdi. (Sayfa: 172-173)
*
Çifte Tazminat, 1944
Double Indemnity, Billy Wılder (1906-2002)
*
''Hollywood'daki düşünce, filmin boşuna bir çaba olduğu yönündeydi. Sonuçta Wilder ve Chandler senaryo konusunda Oscar'a aday gösterildiler ve film, heyecan filmlerine daha samimi ve olgun bir yaklaşım konusunda öncü oldu.''


(><) Neff elinde si*lahla ö*lü Phyllis'e bakar.


(><) Mükemmel bir Kara Film sloganı. Edward G. Robinson onaylamayarak bakar.


(><) Neff havluya sarılmış Phyllis'in bu ilk uğursuz gülümsemesiyle büyülenir. Bu sahte görünüşlü peruk Wilder'in fikriydi. Söylentilere göre Wilder, peruğun kötü göründüğünü geç fark etti ancak daha sonra bunun karakterin yapışkanlığını aktarmak için kasıtlı yapıldığını ifade etti.


(><) Neff ve Phyllis Jerry'nin süpermarketinin rafları arasında kocasının ö*lü*münü planlamak için buluşurlar. Ağzına kadar dolu raflar gelişmekte olan tüketim kültürüne ve Amerikan rüyası vaatlerine gönderme yapar. Diğer pek çok Kara Film'de olduğu gibi bu film de bunu eleştirir.


(><) Neff'in amiri Bartok Keyes (Robinson) Phyllis'in de orada olduğunu fark etmeden Neff'in dairesinden ayrılır. Gerçek hayatta kapılar içeriye doğru açılır ve neredeyse her zaman da böyledir. Fakat Wilder sahnenin dramatik gerilimini yükseltmek için bu kuralı yıktı. (Sayfa 174-175)


Üçüncü Adam,1949
The Third Man, Carol Reed (19006-1976)
*
''Teknik olarak en iyi Hollywood klasikleri kadar başarılı olan bu nadir İngiliz filmi politik gerilim, es*rarlı romantizm, gotik gizem ve siyah-beyaz şiirselliğin müthiş bir karışımıdır; Anton Karas'ın unutulmaz kanun (zither) teması çok başarılıydı. Filmin en ünlü konuşması (''guguklu saat'' anekdotu) Greene'in senaryosuna ilave olarak karakteri güçlendirmek için Welles tarafından o anda yazıldı. Film şaşkın, hayal kırıklığına uğramış ana karakter olarak Cotten'in mükemmel oyunculuğuyla birlikte, harika bir şekilde oynanmış bir filmdir.''



(><) Reed, ışık yansımaları elde etmek için parke taşlı sokakları ıslatmıştı.


(><) Can alıcı kovalama sahnesi, teatral afişte vurgulanmıştır.
*
(><) Holly onun Westernler yaptığını anlamayan bir edebiyat grubuna konuşma yapar. İşler iyi gitmez. Zane Grey'in kendisini çok etkilediğini söylediğinde kurul onun şaka yaptığını zanneder ve Holly, James Joyce hakkında konuşmaya zorlanır.


(><) Bir kedi kapı aralığında tanıdık ayakların arasına sığınır. Yukarıdan bir ışık vurur. Holly bir an için konuşmaya başladığı sırada afacan hatta neredeyse çapkın bakışıyla canlı bir şekilde Harry Lime'ı görür. Sinemanın en alçak adamlarından biri sahneye girmiştir.


(><) İki arkadaş yeniden bir araya gelirler ve sinemanın en bilinen konuşmalarının birinde Harry dünyaya bakışını özetler. Vardığı sonuç mu.? ''İsviçre'de beş yüz yıldır demokrasi ve huzur vardı, bunu sağlayan neydi.? Guguklu saat.''


(><) Harry, Viyana kanalizasyonlarında kovalanır ve sonunda tuzağa düşürülerek ö*ldü*rülür. Bu sahneler iki yerde çekildi: Viyana kanalizasyon sisteminin içinde ve İngiltere'deki Shepperton Stüdyolarında. Welles'in Viyana'ya geç gelmesi nedeniyle Reed dublör kullanmak zorunda kaldı.


(><) Düz bir simetriyle film Harry'nin cenaze töreniyle başlar be biter, sadece son tören gerçektir. Holly Anna'yla konuşmak için cenaze sonrasını bekler ancak kadın Harry Lima'a ihanet eden adamdan kaçınarak onunla konuşmayı reddeder. (Sayfa: 176-177)
*
İTALYAN YENİ GERÇEKÇİLİĞİ
*
''İtalyan sinemasındaki Yeni Gerçekçi dönem gündelik yaşam sorunlarını çözmeye çalışan insanların öyküleriyle doludur. Bu, Hollywood filmlerine öykünen ve burjuva toplumunu konu alan 1930'ların Beyaz Telefonlu (Telefono Bianco) filmlerinin tarzına tepkiydi. Yeni Gerçekçi filmler çoğunluklu profesyonel olmayan oyuncular kullandılar, yoksul bölgelerde çekildiler ve cesur bir gerçekçi yaklaşım ve yoğun bir enerji duygusuyla sıradan gündelik işlerini yapan insanları anlattılar.
Luchino Visconti (1906-76) tarafından yönetilen Tutku (Ossessione, 1943) güçlü Kara Film özellikleri olan bir film olsa da bazen ilk Yeni-Gerçekçi film olarak anılır.'' (..)
''Yeni Gerçekçi kahramanların yaşları çok gençten çok yaşlıya kadar uzanır.'' (..)
''1950'lerin başlarından itibaren İtalya'da Yeni-Gerçekçi sinema, savaşın hemen sonrasındaki yıllarda hareketi karakterize eden öneme artık sahip değildi. Şartlar değişmişti; İtalyan toplumu daha fazla refah içindeydi ve sinemacılar toplumun kenarında yaşayanları göstermekle pek ilgilenmiyorlardı. Yine de Yeni-Gerçekçiliğin etkisi büyüktü. Brezilya'da Cinema Novo (Yeni Sinema), İngiltere'de Free Cinema (Özgür Sinema), Fransız Nouvelle Vague (Yeni Dalga) ve belgeselde cinema verite (sinema gerçek) hareketi, üretimlerini 1940'larda De Sica ve Rosselini gibi yönetmenlerin çalışmalarına borçluydu.''


(><) Kötü kaderli sevgililer olarak Clara Calamai ve Massimo Girotti, Luchino Visconti'nin şok eden ihtiras öyküsü Tutku'da.


(><) Roberto Rosselini'nin Almanya Sıfır Yılı (Germania Anna Zero) adlı filmi savaş sonrası Berlin'de hayatta kalmaya çalışan bir oğlanın hikayesini anlatır. Film, savaş bitse de etkilerinin hayatta kalanlar tarafından hissedildiğini gösterir.


(><) Ingrid Bergman'ın başrol oynadığı Stromboli'nin İtalyanca afişi, filmin karakteri volkanik bir adada yaşamaya gittiğinde karşılaştığı yaşamın acımasızlığını gösterir.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1943) İlk Yeni-Gerçekçi filmlerden biri olarak değerlendirilen Tutku Fa*şist İtalya'nın sansürüne takıldı. Filmin negatifini yok ettiler ama Visconti bir kopyayı kurtardı.
*
(1949) ''Andreotti Yasası'' İtalyan sinemacılara, yaptıkları işlerin hükümet tarafından beğenilmesi ve İtalya'nın imajının bozulmaması halinde destek teklif etti. (Sayfa: 178-179)
*
Roma, Açık Şehir, 1945
Roma, citta aperta, Roberto Rosselini (1906-77)



(><) Gençler rahibin ö*ldürülmesine tanık olduktan sonra Trianfole'den Roma'ya dönerler.
*
(><) Bu duygulandırıcı afişte yüzü olmayan bir fa*şist, Don Pietro ve Pina'nın üzerine gelir.
*
(><) Alman askerleri kapıyı yumruklarken direnişçi Giorgio Manfredi (Marcello Pagliero) çatılar boyunca kaçar. Bu Nazi işgali altındaki Roma'yı anlatan Yeni Gerçekçi bir film olabilir ancak Giorgio bir an için Douglas Fairbanks'ın canlandırdığı kahraman kadar şık görünür.
*
(><) Bir Nazi devriyesi bir apartman bloğundaki hasta olanlar da dahil bütün yaşayanların avluda toplanmasını emreder. Don Pietro Direnişe ait silahları yaşlı bir adamın yatağının altına saklamak için tam zamanında gelir.
*
(><) Nişanlısı Francesco Naziler tarafından yakalanıp bir kamyonla götürülürken Pina arkasından koşar. Doğrudan bir haber filminden alınmış gibi görünen görüntülerde yolun ortasında vu*ru*larak ö*ldürülür. Perişan haldeki oğlu kendini annesinin ö*lü bedeninin üzerine atar.
*
(><) Rahip Don Pietro Pellegrini yan odadan iş*kence gören direnişçi Giorgio'nun korkunç çı*ğlıklarını duyarak çaresizce oturur. Birkaç dakika sonra izleyiciler direnişçinin ka*nlar içindeki ya*ralı bedenini görürler.
*
(><) Bir grup oğlan, sevgili rahipleri Naziler tarafından vu*rulurken acı ve korku içinde izler. Beraber olduklarını göstermek ve son anlarında ona cesaret vermek için ıslık çalarlar. Sonra filmin abartısız ama umut veren kapanış çekiminde yürüyerek şehre geri dönerler. (Sayfa: 180-181)
*
Bisiklet Hırsızları, 1948
Ladri di Biciclette, Vittorio De Sıca (1902-74)


''De Sica ve senaryo yazarları gündelik bir hikayenin içinde bulunabilen muazzam bir dramın farkına vardılar. Antonio ve oğlunun bisikleti geri alma mücadeleleri bir aksiyon filminin kahramanının yaptıklarından daha az sürükleyici olmadığını gösterdi. Kalabalık bir şehir, bir savaş alanı kadar etkileyici bir arka plan oluşturur.'' (..)
''..De Sica, ''yüzünü göstermek için iki aylığına işini bırakan sıradan bir Breda işçisi'' olan Maggiorani'yi oynattı. Deneyimi olmasa da oyuncu yakışıklı ve zarifti.'' (..)
''De Sica aynı zamanda caddelerin doğal dramını da büyük ölçüde yakalar. Çocuk (Enzo Staiola) ceylan gözlü, çenesinde gamzesi olan bir Disney çocuğu değildir; Staiola sığınmacıların çocuğudur ve bir sertliği ve becerikliliği vardır. Ancak bu da yalnızca duygulanımı arttırır. De Sica onun için ''dünyanın en cana yakın çocuğu'' der.''
*
(><) Oyunculuk deneyimi olmayan Maggiorani ve Staiola dokunaklı ama duygusal olmayan bir performans sergilediler.
*
(><) 1950'de Akademi Onur Ödülü'nü kazanan filmin etkili afişi.
*
(><) Antonio (Maggiorani), asker şapkası giymiş bir genç hırsız onun bisikletiyle kaçtığında afiş asmak için bir merdivenin üstündedir. Yakalamaya çalışır ama artık çok geçtir. Antonio'nun bisikleti ve onunla birlikte geçim kaynağı da gözden kaybolur.
*
(><) Baba beş parasız olabilir ama yine de oğlu Bruno'yu 8Staiola) pizza yemeye götürür. En azından birkaç dakikalığına yaşadıklarını unutabilirler. Bruno morali bozuk babasına makarna yiyen bir aileyi değerlendirir. ''Bunun gibi şeyler yemek için ayda en azından bir milyon lira gerekir''.
*
(><) Antonio bisikletini çaldığından emin olduğu adamı saptar. Kalabalık sokakta onu suçlar ama adam düşer ve kalabalık Antonio'ya karşı onun yanında yer alır. Gencin suçlu olduğuna dair hiçbir kanıtı yoktur, bu nedenle polis ona bu konuyu unutmasını tavsiye eder.
*
(><) Antonio diğer tüm seçenekleri tükendiğinde bir bisiklet çalmaya çalışır. Ancak kaçınılmaz olarak yakalanır. Perişan haldeki oğlu yerden şapkasını alır. Çocuğu görünce bisikletin sahibi yumuşar ve suçlamamaya karar verir. Antonio ve Bruno eve dönerler. (Sayfa: 182-183)
*
Kısa Tesadüfler, 1945
Brief Encounter, David Lean (1908-91)
*
''..dönemi açısından film acımasız bir şekilde sahicidir: döneminin insanları ve sosyal sınıflarının nasıl davrandığını anlatır.''


(><) Yaşadıkları baskıya rağmen Laura ve Alec büyük şefkat anlarını paylaşırlar.


(><) Büyük önem taşıyan tren istasyonlu afiş.
*
(><) Milford Junction'daki istasyon kahvesinde Laura Jesson (Celia Johnson) Dr. Alec Harvey (Trevor Howard) ile adam onun gözüne kaçan kumu çıkarırken karşılaşır. Sıradan bir tren istasyonu sonraki yedi hafta boyunca neredeyse çiftin tüm buluşmalarının gerçekleştiği yer haline gelir.


(><) Küçük bir tekne kazasının ardından kayıkhanede Laura ve Alec birbirlerine açıkça duygularını ifade etmeye başlarlar. Buluşma ortamlarının kasvetli havası, kurulamayan ilişkilerinin kötü kaderli doğasını yansıtır.


(><) Alec'e sonsuza dek elveda dedikten sonra duygusal anlamda perişan haldeki Laura kendini bir trenin al*tına atmayı düşünür. Bu sahne melodramın zirvesine işaret eder. Alec tutuklu bir aşk ve monoton yaşamdan kaçışı temsil eder ama Laura geleneği aşka tercih eder.


(><) Laura'nın kocası Fred (Cyril Raymond) olup bitenlere dair bazı sezgileri olduğunu zarifçe ima eder. Laura kısaca sıradan yaşamının sınırlamalarına karşı gelir ancak sonunda yine ona devam eder. Döneminin kadınlarına özgü sınırlamalara uygun davranır. (Sayfa: 186-197)
*
Hassas Kalpler ve Taçlar, 1949
Kind Hearts and Coronets, Robert Hamer (1911-63)
*
''Hamer kısa meslek hayatında merak uyandıran bazı sıra dışı filmler yaptı, ancak hiçbiri akılda kalıcı olmadı. Hassas Kalpler ve Taçlar, Wilde tarzı ince zekasıyla Britanya sinemasında o güne kadar yapılmış en iyi kara komedi oldu.''


(><) Mazzini: Parmaklıkların arasında ama henüz yenilmemiş.


(><) Afişte etkili bir slogan vardır: ''Hassas ci*nayet sanatının neşeli bir incelemesi.''


(><) İlk D'Ascoyne kurbanının ve hafta sonu için getirdiği bir kızın olduğu sandal çiti devirirken. Louis ''kız için üzgünüm ama hafta sonu boyunca ö*lümden daha kötü bir kaderi yaşadığı düşüncesiyle biraz rahatladı.


(><) Son ci*nayetten sonra Louis cenaze törenine katılır ve kendisi ile dükalık arasında duran tüm D'Ascoyne'leri görme şansını yakalar. Alec Guinness'in tüm aileyi canlandırma konusundaki yetenek gösterisi onu birinci sınıf komik aktör konumuna yerleştirir.


(><) Kadınların oy hakkının tutkulu bir savunucusu olan Lady Agatha D'ascoyne bildiri dağıtmak için bir balona biner Louis ok ve yayla onu aşağı düşürür: ''Ben havaya bir ok attım ve o Berkeley Meydanı'na indi'' der. Film kelime oyunları ve edebi göndermelerle doludur.


(><) Metresi Sibella'nın ihaneti nedeniyle, artık düklüğe halef olan Louis, Sibella'nın kocası Lionel'in ö*lümü nedeniyle işlemediği bir cin*ayetten yargılanır. Filmin ahlaki olarak belirsiz olan sonu Amerikalı sansürcülerin değişiklik istemelerine neden oldu.
*
ROMANDAN BEYAZ PERDEYE


Hassas Kalpler ve Taçlar Roy Horniman tarafından yazılan ve ilk kez 1907'de basılan İsrael Rank: The Autobiography of a Criminal adlı romandan yola çıktı. Kitap hafif, esprili ve eğlencelidir ve vecize gibi Wilde tarzında yazılmıştır. Hepsinden önemlisi geleneksel ahlaka alaycı bir küçümsemeyle yaklaşır, kuşkusuz yönetmen Robert Hamer'a en cazip gelen de buydu. Horniman'ın kahramanı yarı Yahudi'dir (Yahudi babası aristokrat Gascoyne ailesinin kızıyla evlidir) ve yazar Edward dönemi İngilteresi'nin sıradan ırkçılığıyla alay eder. II. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Yahudi bir seri ka*tili hakkında bir komedi pek kabul edilebilir değildi. Bu nedenle film versiyonunda İsrael Rank karakteri yarı İtalyan Louis Mazzini oldu. Hassas Kalpler ve Taçlar romanın temel olay örgüsünün yanı sıra karakterlerinin çoğunu da korur ve filme alınan uyarlama romandan daha başarılıdır. Olay örgüsü daha değişken ve yaratıcıdır. Kitaptaki Israel son kurbanı Earl Gascoyne'yi acemice ö*ldür*mekten tutuklanırken, film işlemediği bir ci*nayetten suçlanan Louis ile hoş bir ironiyi ortaya koyar. (Sayfa: 188-189)
*
FRANSIZ SİNEMASI


''1950'li yıllar yine bir yönetmenler kuşağı ile öncekiler arasında bir Oedipus mücadelesinin olduğu sarsıntı dönemiydi. (..) Yönetmen Marcel Ophüls (d. 1927) daha sonra Truffaut'nun makalesinden bahsederek şunları söyleyecekti: ''Dönemin yapımcılarının büyük bir çoğunluğu savaş sırasında Almanlarla işbirliği yapmışlardı ve Fransız sinemasında onların ve bu arada sendikaların da mutlak gücünü yok etmek için her türlü neden vardı.''
*
(><) Simone Signoret ve Anton Walbrook La Ronde'de. Kaynak drama olan Reigen David Hare'nin The Blue Room adlı oyununa ilham verdi.
*
(><) İnsani bir maske içindeki Edith Scob, Georges Franju'nun karanlık kült filmi Yüzsüz Gözler'in afişine hükmeder.
*
(><) Planlı ci*nayet. Vera Clouzot Şeytan Ruhlu İnsanlar'da 8Les diaboliques) Chiristina olarak başrol oynadı. Yazar Robert Bloch Sap*ık'ın gözde korku filmi olduğunu söyledi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1953) Fransa, yeni bir devlet film fonu oluşturdu. Fonun desteklediği filmlerin belli bir sanatsal niteliğe sahip olması şartı vardı.
*
(1954) Belirli bir sanatsal niteliğe sahip filmlerin desteklenmesi gereksinimi nedeniyle yeni bir Fransız devlet film vakfı kuruldu.
*
(1956) Brigitte Bardot, Roger Vadim'in (1928-2000) yönettiği .. Ve Tanrı Kadını Yarattı'da (...Et dieu crea la femme) başrolde oynadıktan sonra bir star oldu.
*
(1957) Fransız sinemalarına 400 milyon izleyicinin gitmesiyle gişe rekorları kırıldı.
*
(1958) François Truffaut'nun saldırgan tavrı nedeniyle Cannes Film Festivali'ne katılması yasaklandı.
*
(1959) Truffaut 400 Darbe (Les quatre cents coups) filmi nedeniyle Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü aldı.
*
(1959) Alain Resnais'nin (d. 1922) ilk uzun metrajlı filmi Hiroşima, Sevgilim (Hiroshima, mon amour) gösterime girdi. (Sayfa: 190-191)
*
*
*
''Cahiers çetesinin övdüğü başka bir yönetmen olan Robert Bresson, Naziler tarafından hapsedilen bir Fransız Direnişi savaşçısının her anını kaçmayı planlayarak geçirdiği İdam Mahkumu Kaçtı'da (Un condamne a mort s'est echappe, 1956) varoluşsal bir başyapıt yarattı. Truffaut onun sade, kısıtlı stiline çok hayrandı. Şunları yazdı: ''bu film kesilecek ya da kısaltılacak tek bir yararsız çekimi ya da sahneyi içerdiği söylenemeyecek o filmlerden biridir. Bir montaj, bir görüntüler derlemesi gibi görünen o filmlerin tam tersidir.'' Truffaut'nun sözlerinin doğruladığı gibi, 1950'lerdeki Fransız sineması onun Cahiers'deki ünlü saldırısında öne sürmüş olduğu kadar katılaşmış durumda değildi.'' (Sayfa: 192-193)
*
Altın Başlık, 1952
Casque d'or, Jacques Becker (1906-60)
*
''Jacques Becker Altın Başlık'ın geleneksel anlamda bir dönem filmi olmaması gerektiğinde kararlıydı. ''Oyuncularımdan kostüm giyiyorlarmış gibi değil de, filmin şimdiki zamanında yaşıyorlarmış gibi davranmalarını istedim'' diye açıkladı. 20. yüzyılın başındaki Paris'i yeniden ayrıntılı biçimde yaratması kusursuzdur. Oyuncular kendi doğdukları yerde olduğu gibi inandırıcı bir şekilde hareket eder, konuşur ve kendilerini meşgul ederler. Becker'in belirttiği gibi, ne kadar kısa görünürse görünsünler bütün karakterler kesinlikle izleyicilere ''ekranın dışında, sahnelerin arasında, hatta film başlamadan önce yaşamaya devam ettikleri'' duygusunu verirler. Bu bütün olarak görülen, romantikleştirilmemiş ve heyecanlı kılınmamış ancak kendi içinde karmaşık ve canlı bir topluluk olarak sunulan bir dünyadır.'' (..)
''Film, Fransa'da gösterime girdiğinde soğuk karşılandı ancak daha sonra Yeni Dalga'nın gelecekteki bileşenleri tarafından geçmişi (Truffaut'nun sözcükleriyle) ''şefkat ve şi*ddet'' ile hatırlattığı için takdir edildi. ''Şefkat ve şi*ddet'', Becker'in başyapıtının iki sözcükle özetidir.''


(><) Simone Signoret'nin olgun duygusallığı Altın Başlık'ta ekranda parlar. Signoret oyunculuğu nedeniyle bir Britanya Akademi Ödülü kazandı.


(><) Ana karakter Marie altın sarısı saçları nedeniyle ''Sarışın Marie'' olarak bilinir.


(><) Suçluyken marangoz olarak ıslah olmuş Manda, Belle Epoque Paris'teki bir kafede bir gangsterin fa*hişesi olan Marie ile karşılaşır. Aralarında bir çekim olur ve Manda dans etmek ister. Marie'nin erkek arkadaşı Roland (William Sabatier) bu durumu kıskanır.
*
(><) Manda, Montmartre'daki bir kafeye Marie'yi aramak için gelir. Roland ile rekabet avluda gangster çetesi patronu Leca'nın (Claude Dauphin) önünde bir bı*çak dövüşüne yol açar ve Manda, Roland'ı ö*ldürür. Şi*ddet tehdidi filmin mekanlarının çoğunun üzerine çöker.


(><) İkili aşık olarak ilk gecelerini şehir dışında geçirir. Manda açık bir pencereden Marie'ye bir fincan kahve uzatır -sinemadaki e*rotik tutkunun tatlı geçiciliği nadiren bu kadar canlı bir şekilde hatırlatılmıştır. Bu ara oyun, karanlık kent sahneleriyle karşıtlık oluşturur.
*
(><) Marie'nin yardımıyla polisten kaçan Manda, Roland'ın ö*ldü*rülmesinin in*tikamı için arkadaşı Raymond'u (Raymond Bussieres) kullanan çete patronu Leca'yı ele geçirir. Manda bir kez daha kendisini polise yakalatmasından önce Leca'yı vu*rarak ö*ldürür.


(><) Leca'yı ö*ldüren Manda gi*yotinle i*dam edilir. Marie infaz avlusuna yukardan bakan bir çatı katından dehşet içinde i*damı izler. Filmin öyküsünün 1898'de Paris yeraltı dünyasında olan gerçek yaşam olaylarına dayandığı söylenir. (Sayfa: 194-195)
*
Dehşet Yolcuları, 1953
Le salaire de la peur, Henrı-Georges Clouzot (1907-77)


''Yönetmen Basil Wright'a göre Dehşet Yolcuları'nın ''bütün zamanların en iyi gerilim/heyecan filmi olma iddiası vardır: gizemi nedeniyle değil, Demokles'in kılıcı nedeniyle gerilime sahiptir''. Film, Cannes'da Altın Palmiye'yi, Berlin'de Altın Ayı'yı kazandı ve Britanya'da gösterilen ilk yabancı yapım film oldu.'' (..)
''Clouzot o dönemde ''ilk filmlerimde önemli bir rol oynayan diyaloğun önemi azaldı. Dehşey Yolcuları diyaloğun büyük ölçüde geri planda kaldığı görsel bir filmdir'' demişti. Eleştirmen Richard Mallett, Cluzot'nun ''karakterin baskı altındaki davranışları ile yolculuğun esasen mekanik güçlükleri arasında övgüye değer bir denge kurduğu'' gözleminde bulundu. ABD kökenli Southern Oil Company'nin çalışanlarının hayatlarına karşı olan alışılmış kayıtsızlığını tanımlayan sahneler ABD'deki gösteriminde kesildi.''
*
(><) Mario (Yves Montand), Jo'yu (Charles Vanel) ö*lümden kurtarmaya çalışıyor.
*
(><) Dram ve felaket tehdidi, filmin sıradan afişinde bir araya geliyor.
*
(><) Standard Oil'in patronu Bill O'Brian (William Tubbs) nitrogliserin döküldüğünde neler olduğunu grafik olarak gösteriyor. The New York Times'daki bir yorum nitrogliserinin ''büyük bir dikkatle, nefes bile almadan işlenmesini'' değerlendirdi: ''Orada oturun ve in*filak etmesini bekleyin.''
*
(><) Ekip için sorunlar birikir. Bir yarığın üzerine tehlikeli bir şekilde çürük kereste platformunu yerleştirmeyi tartıştıktan sonra, geçişi engelleyen büyük bir kayayla karşılaşırlar. Bimba kayayı ortadan kaldırmak için eğreti bir bo*mba olarak nitrogliserinle dolu bir termosu uyduruverir.
*
(><) Mario, Jo'yu kamyonlarını petrol dolu kraterden çıkarmak için tekeri sıkıca tutmak için kullanır. Girişim başarılıdır ancak Jo kötü bir şekilde yaralanır. Charles Vanel en uzun kariyere sahip Fransız oyuncuydu ve bu mesleğe 1912 yılında başlamıştı.
*
FİLMLERDE KAMYONCULUK


Tekerlerin, manzaranın ve maçoluğun hareketli birleşimi olan kamyonculuk Raoul Walsh'un Thet Drive by Night (1940) ve Jules Dassin'in Thieves' Highway (1949) filmi gibi melodramlara sağlam bir zemin sağladı. Dehşet Yolcuları'nın uluslararası başarısı oldukça egzotik ortamlarda geçen çeşitlemelere yol açtı: Ice Cold in Alex'te (1958)Sahra Çölü ve The Big Gamble'da (1961) Fildişi Sahili kullanıldı. Ortalama kamyonun korkutucu hacmi yalnızca Smokey and the Bandit (1977) ve Convoy (1978) gibi gürültülü 1970'ler komedilerine değil, aynı zamanda Steven Spielberg'in ender karşılaşılan ilk uzun metrajlı filmi Bela'ya da (Duel, 1971) ilham kaynağı oldu. Bu filmde kentten herhangi biri olan Dennis Weaver kendisini ö*ldürmeye niyetli görünmeyen bir kamyoncu tarafından takip edilir. Richard Franklin'in (1948-2007) Roadgames (1981) filminde dost canlısı Stacy Keach bir manyağın dikkatini çektiğini anlar. (Sayfa: 196-197)
*
HOLLYWOOD MÜZİKALİ
*
''1940'larda Hollywood müzikalleri parlak, arsız ve militan bir tarzı benimsedi.''


(><) Pearl Harbor'a yapılan saldırıdan sonra Yankee Doodle Dandy'nin oyuncuları ve ekibi filmin yurtseverce ve coştururcu olmasına karar verdi.


(><) St. Louis'de Buluşalım 1904 Dünya Fuarı döneminde St. Louis'de yaşayan bir ailenin öyküsünü anlatır.



(><) Denizciler Geliyor'da 1944'de kıyıya izinli çıkan üç denizcinin New York'u keşfetmek için 24 saati vardır.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1956) Henry King (1886-1982) Rodger ve Hammerstein'ın Carousel'ini yönetti. Bu müzikal trajik olay örgüsüyle bir yenilikti.
*
(1959) Arthur Freed yönetiminde yapılan büyük MGM müzikallerinin sonuncusu olan Vincente Minelli'nin Gigi müzikali En İyi Film Oscar'ını aldı.
*
(1961) Batı Yakasının Hikayesi (West Side Story) gösterime girdi. Bir yıl sonra diğer müzikalleri de geçerek on dalda Oscar kazandı. (Sayfa: 198-199)
*
*
*
''Müzikaldeki ve genelde müzikteki gerçek değişimler, Sinatra çekici bir şarkıcı olarak ilk ortaya çıktığında onun hayranı olmuş genç kızların yerini alacak uçarı kızları hedefliyordu. 1956'da Elvis Presley Love Me Tender ile ilk filmini yaptı. Bunun ardından yapılan müzikaller onun sert, se*ksileşmiş varlığı etrafında inşa edildi ancak onun potansiyeli kötü yönetim tarafından sabote edildi -'2Albay'' Tom Parker onun adına Batı Yakasının Hikayesi'ni geri çevirdi. İlk önemli pop müzikali olan Frank Tashlin'in (1913-72) The Girl Kent Help It (1956) genç-çekici şarkıcılar Eddie Cochran, Little Richard ve Fats Domino rol aldılar. Ancak Richard Lester (d. 1932) A Hard Day's Night (1964) ile oyunu değiştirdi. İcrayı yüceltmek yerine şarkılara hayali montajlar yapan Lester öyle bir süreci harekete geçirdi ki, müzikal filmin yerini video klip aldı.''


(><) Yüksek Sosyete'de Mike Connor 8Frank Sinatra) soğuk bakire Tracy Lord'un (Grace Kelly) kendi insani yanını keşfetmesine yardım eder.


(><) Gaston (Louis Jordan) Bayan Alvarez (Hermione Gingold) ile dans ederken, Gigi (Leslie Caron) şampanyanın keyfini çıkarır.


(><) Mitzi Gaynor ve Rossano Brazzi South Pacific'te. Brazzi'nin canlandırdığı karakterin söylediği şarkı opera starı Giorgio Tozzi tarafından seslendirildi.


(><) Crosby, Keye, Vera-Ellen ve Rosemary Clooney White Christmas'ın finali için bayram havasına girerler. (Sayfa: 200-201)
*
Yağmur Altında, 1952
Singin' in the Rain, Gene Kelly (1912-96) - Stanley Donen (d. 1924)


''Yağmur Altında (Singin' in the Rain) geçmişteki mutlu günler olarak 1920'leri isteyen, dönemin modalarıyla, kişilikleriyle ve müzik hazlarıyla dalga geçerken, kargaşa içindeki bir sinema endüstrisi hakkında içerden bir öykü anlatan bir nostalji filmidir. MGM'deki müzikal birikim yönetici Arthur Freed kendisi ile Ncio Herb Brown'un 1920'lerde ve 1930'larda bir dizi unutulmuş film için yazdıkları bir grup unutulmuş şarkı etrafında oluşan bir film istedi. Proje için Betty Comden ve Adolph Green'i görevlendirdiğinde, onlar kendilerinin ya da Cole Porter, Irving Berlin veya Richard Rodger ve Oscar Hammerstein'in II'in şarkılarını kullanmayı istedikleri için greve gittiler. Sözleşme gereği senaryoyu tamamlamak zorunda oldukları için, sesli filmin ortaya çıkışıyla ilgili Hollywood anılarından yararlandılar.'' (..) ''Yağmur Altında, o zamandan beri başlı başına bir nostalji nesnesi haline gelmiştir, ancak ilk izleyiş hala ilham vermeye devam etmektedir.''


(><) Kelly'nin dans ettiği, filmin adındaki şarkıyı söylediği ve şemsiyeyi hızla döndürdüğü ikonik sahne.


(><) MGM'in zirvedeyken bu müzikali yaptı.


Donen'in (Kelly'nin) filmini kurtarmak için akıllarına onu bir müzikale çevirmek gelen Don, Kathy 8Reynolds) ve Cosmo (O'Connor) coşkulu bir dansla kutlama yaparlar. Reynolds dans etmeye alışık değildi ve dans sırasında ayağını kanattı.



(><) Kathy'ye aşık olup sevinçten havaya uçan Don, su birikintileri boyunca ''Singin' in the Rain''i söylerken sırılsıklam olur. Oyuncunun şaşırtıcı solo performansı bir efsane haline geldi. Kelly sütle karıştırılmış suda dans etti, böylece su birikintileri ve yağmur damlaları görünür hale geldi.


(><) Harikulade ''Broadway Balet'' fantezi dansı on dört dakika sürer. Masum genç (Kelly) dans etme itkisiyle New York'a gelir: ''Dans edelim.!'' Baştan çıkarıcı Broadway kadınının (Charisse) aşırı uzun, biçimli bacaklarının tuzağına düşer.


(><) Don'un filmi The Dancing Cavalier'in ilk gösteriminde izleyiciler filmin starı Lina'nın (Hagen) canlı şarkı söylemesini isterler. Don'un çektiği perdelerin arkasında Kathy'nin gizlendiğini görürüz. Kathy, Lina'nın şarkı söylüyormuş gibi yaptığı şarkıyı perde arkasından söyler. (Sayfa: 202-203)
*
İSKANDİNAV SİNEMASI


''1950'lerde, sessiz sinema dönemi boyunca sinemasal başarıların ön safında bulunmuş olan İskandinav sinemasında bir Rönesans oldu. 1910'ların sonu ile 1920'lerin başında Victor Sjöström (1879-1960), Mauritz Stiller (1883-1928) ve Carl Theodor Dreyer'in (1889-1968) başarılı filmleri neredeyse benzersiz bir zarafeti ve doğalcılığı ortaya koydu. Ancak sesin gelişi ve Hollywood'un güçlenen egemenliğiyle birlikte, nüfusu az olan İskandinav ülkeleri dilsel ve kültürel olarak tecrit oldular.
1940'ların sonunda İskandinavya -özellikle de İsveç- yeniden yaratıcı filmler yapıyordu. Sinema tarihçisi Peter Cowie şunu iddia etmiştir: ''Nüfus açısından bakılırsa belki de hiçbir ülke sinemada sanatsal başarıda İsveç'e yetişememiştir.'' Başarının merkezinde kırsal ve kentsel manzaraların iyi görüntü veren güzelliği ve katı Lutherci gelenekler ile bunların 20. yüzyılda uzlaştırıcı, seküler sosyal demokrasiye doğru evrilmesi arasındaki karşıtlık vardı.'' (..)
*
''Bergman daha sonra Yedinci Mühür'le (Det sjunde inseglet, 1957) alegoriye ve varoluşçuluğa yöneldi. Ortaçağ ortamına ve fantezi öncülüne rağmen film 20. yüzyılda inançsız insanın yaşamda anlam arayışı ikilemine hitap etti. Jungfrukallan'da (Genç Bakire Pınarı, 1960) Bergman Ortaçağ dönemlerine yeniden dönerek İskandinavya'nın paganizm ve Hıristiyanlığa dair ikili mirasını inceledi. Yaban Çiçekleri (Smultronstallet, 1957) Bergman'nın 1960'lardaki sinemasının daha psikolojik vurgusunu önceden haber vermekteydi ve hayatını enine boyuna düşünen yaşlı bir adamın daha yumuşak ve gerçekçi öyküsüydü.'' (..)
*
''İsveç dışında fazla tanınmayan Hasse Ekman (1915-2004) genç bir kızın in*tiharının soruşturulmasıyla ilgili akıldan çıkmayan öyküsü Flicka och hyacinter (Girl with Hıyacinths, 1950) nedeniyle büyük ün kazanmayı hak etti. Bu film II. Dünya Savaşı sırasında İsveç'in tarafsız kalmak için yaptığı anlaşmaları zekice incelerken, savaş sonrası İsveç sinemasının alışılmamış ci*nsel açık sözlülüğünü gösterdi. Kurmaca ile belgeseli birleştiren Arne Sucksdorff'un (1917-2001) filmleri de önemlidir.'' (..)
*
''Önemli Fin filmleri arasında Erik Blomberg'in İskandinav manzarasını etkili bir şekilde kullanarak sinemaya uyarladığı bir Lapon folk öyküsü olan Valkoinen peura (The White Reindeer, 1952) ve hâlâ gişe rekorunu elinde tutan Evdin Laine'nin (1905-89) savaş filmi Tuntematon sotilas (The Unknown Soldier, 1955) vardı.''
*
(><) Henrik (Birger Malmsten) ve Marie (Maj-Britt Nilsson) Ingmar Bergman'ın Yaz Oyunları (Sommarlek) filminde.
*
(><) Anita Björk, Alf Sjöberg'in August Strindberg'in bir oyunundan uyarladığı Bayan Julie'de malikanesinde bir uşakla aşk ilişkisi yaşayan bir aristokratı canlandırdı.
*
(><) İsveç sinemasının başyapıtlarından biri olan Hasse Ekman'ın Flicka ach hyacinter filminin zarif, folk tarzı afişi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1946) Ingmar Bergman ilk filmi Kris'i (Cirisis) yönetti.
*
(1953) Bergman'ın Gycklamas afton'u, arka planında bir sirkin olduğu, aşağılama ile ilgili unutulmaz bir çalışmadır.
*
(1955) Carl Dreyer'in Ordet'i 1950'lerin en iyi Danimarka filmidir. Fin sinemasının en büyük hiti, Edvin Laine'in Tuntematon Sotilas'ı gösterime girdi.
*
(1960) Jungfrukallan açıkça Bergman'ın kariyerinin alegorik evresinin sonunu ifade eder. (Sayfa: 204-205)
*
Söz, 1955
Ordet, Carl Theodor Dreyer (1889-1968)


(><) İnger'in ''ö*lümü'' Anne ve Anders'in aşkı için iki ailenin uzlaşmasına yardım eder.


(><) İç açıcı olmayan afiş Johannes'i (Preben Lerdoff Rye) vaiz rolünde gösterir.


(><) Kierkegaard'ın yapıtlarına dalmış sürüklenen ve şimdi de Mesih kompleksi sancıları çeken Johannes filmin başında rüzgar alan bir tepenin üzerinde durmuş, Eski Ahit peygamberi gibi söylev verirken deli gibi görünür.


(><) Yaşlı çiftçi Morten umutsuzluk içindedir. Fiziksel olarak güçsüzdür ve kendisini hayal kırıklığına uğratmış oğulları nedeniyle acı çeker. Tanrı onun dualarını duymamıştır ve o kendisini suçlar. Gönülsüzce henüz olmamış mucizeleri kabul etmiştir.
*
(><) Mikkel ölü doğuma dair acımasız bir özetleme yapar. Inger düşük yaptığında, ailenin inancını koruması daha da zor hale gelir. Doktor (Henrik Skjaer) bilimin görece güçleri ve dini inanç üzerine Morten'le tartışır.


(><) Tam İnger'in yattığı tabut kapatılacakken, Mikkel'in kızı Maren (Ann Elisabeth Groth) Johannes'in elbisesinin koluna asılarak ona ölü kadını kurtarması için yalvarır. Çocuğun inancı onu harekete geçirir ve mucize gerçekleşir.
*
OYUNDAN PEYAZPERDEYE


Dreyer 1930'ların başında Kaj Munk'un oyunu I Begyndelsen var Ordet'i görmüş ve ondan çok etkilenmişti. Oyun orjinal olarak 1925'te yazıldı ancak yedi yıl sonrasına kadar oynanmadı. 1944'te Naziler tarafından ö*ldürülen Danimarkalı oyun yazarı ve papaz Munk'un kaderi bu filme özel bir dokunaklılık kazandırdı. Film Munk'un papaz olduğu West Jutland'da çekildi. Aktör Henrik Malberg için ataerkil yaşlı çifti Borgen'in rolünü o yazmıştı. Malberg sahnede bu rolün altından kalkamamıştı, ancak Dreyer bu çiftçiyi beyazperdede canlandırması için ona şans verdi. Film gösterime girdiğinde hemen bir başyapıt olarak kabul edildi ve ticari ve eleştirel açıdan başarı kazandı. Dreyer'in orjinal metne sadık kalmasına rağmen Söz oyuna göre önemli bir değişiklik yapar. Munk tarafından tanımlandığı haliyle mucize belirsizdir. Munk, İnger'in gerçekten ö*lmediği olasılığını bırakır. Dreyer'in filminde onun dirilişi gerçek bir mucizedir. Oyun daha önce 1943'te Gustaf Molander (1888-1973) tarafından filme alınmıştı. Bu İsveç uyarlamasının II. Dünya Savaşı'nın sonrasına kadar galası yapılmadı ve Dreyer'in versiyonu kadar alkış almadı. (Sayfa: 206-207)
*
Yedinci Mühür, 1957
Det sjunde inseglet, Ingmar Bergman (1918-2007)


(><) Bengt Ekerot'un canlandırdığı beyaz yüzlü, pelerinli Ö*lüm sinemada bir arketip oldu.


(><) Afiş görsel olarak filmin öyküsünün merkezinde yer alan satranç oyununa gönderme yapar.


(><) Siyah pelerinle Ö*lüm şövalyenin önünde belirir. Ona ''Uzun zamandır senin yanındaydım'' der. Götürülmeye hazır olmayan şövalye satranç oynarken güçlü rakibiyle konuşur. Bergman yıllar önce Uppland'daki bir kilisede bu sahnenin aynısını görmüştü.


(><) Şövalye kendi ölümcül gölgesine ıstırabını anlatma konusunda çaresizdir. ''Olabildiğince açık konuşmak istiyorum, ancak kalbim boş'' diye hayıflanır. ''Kendimi görüyorum, içim korku ve tiksintiyle doluyor.. İnsanlara karşı duyarsızlığımla kendimi çevremden soyutladım.''
*
(><) Gezgin aktör Jof, hıncahınç dolu bir handa bir masaya konan meşalenin üzerinde dans eden bir ayı gibi zıplamaya zorlanır. Bu, Bergman'ın sinemasında sanatçıların simgesel tarzda aşağılandıkları birçok sahneden biridir.


(><) Filmin son sahnesinde, altıncı hissi olan aktör Jof tırpanı ve kum saatiyle Ö*lüm'ün uzak bir tepenin üzerinde dinsel Ö*lüm Dansında şövalye ve diğer kurbanları götürüşünün bir hayalini görür.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1955-69) Bergman'ın romantik komedisi Bir Yaz Gecesi Tebessümleri (Smiles of a summer Night, 1955) hak ettiği şekilde 1956'da Cannes Film Festivali'ne kabul edildi. Film Bergman'ın uluslararası üne sahip olmasını sağladı ve başyapıtı Yedinci Mühür'ü yapması için zemini hazırladı.
*
(1961-75) Bergman'ın ''inanç üçlemesi'' Aynanın İçinden (Sasom i en spegel, 1961) ile başladı, onu Kış Işıkları (Nattvardsgösterna, 1963) ve Sessizlik (Tystnaden, 1963) izledi. Persona bu dönemden itibaren onun en soğuk ve deneysel yapıtıydı. Filmde Bergman'ın ilham perisi haline gelen ve onun dokuz filminde oynayan Liv Ulimann başrolü oynadı. İkilinin 1966'da bir kızları oldu. (Sayfa: 208-209)
*
ASYA VE HİNDİSTAN SİNEMASI


''Sessiz sinema döneminden itibaren Asya'da filmler yapılmıştır. Japonya 20. yüzyılın ilk on yılında kabuki öykülerini film üzerinde yeniden anlatıyordu. Hindistan'da ilk uzun metrajlı film Raja Harishchandra 1913'te yapıldı. Japon sineması ilk altın çağını 1930'larda Mizoguchi Kenji (1898-1956), Ozu Yasujiro (1903-63) ve Shimizu Hiroshi (1903-66) gibi yönetmenlerle yaşadı. Bu yönetmenlerin tümü Japon tarzı ve lehçesiyle farklı biçimlerde önemli filmler yaptılar. Çin'de aynı on yıl içinde Şanghay sinema endüstrisinde çalışmalar ortaya çıktı. Burada Yu Sun (1900-90) gibi yönetmenler yabancı tehditlerle kuşatılmış ve bölünmüş, büyük ama güçsüz bir ülkenin sorunlarını incelemek için gerçekçi melodram tarzını tercih ettiler.
Bunlar birlikte Asya Sineması Batı'da büyük ölçüde tanınmadan kaldı. II. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da, Alman Fransız Osten'in (1876-1956) yönetiminde Hindistan yapımı bir çift sessiz film gibi, bir avuç Japon filmi gösterilmişti. Ancak Akira Kurosawa'nın (1910-98) Rashomon (1950) filminin 1951'de Venedik Film Festivali'nde gösterilmesi ve Altın Aslan'ı kazanması uluslararası çapta izleyicilerin Japon sinemasının zenginliği konusunda gözlerini çatı ve Batı'da Asya sinemasının büyük alkış almasına yol açacak bir süreci başlattı. Kurosawa Japon sineması için uygun bir elçiydi. Bir liberal hümanist olan Kurosawa evrensel olan temaları ele aldı, Rashomn'da hakikatin erişilmezliğini inceledi ve İkiru'da (Yaşamak, 1952) insanın ölümlülüğe olan tepkisini tanımladı. Batı kültürüne hayran olan Kurosawa Batı edebiyatından sinemaya uyarlamalar yaptı, Rusya'nın Dostoyevski'sini Hakuchi'de (Budala, 1951) Hokkaido'ya aktardı ve Samuray Macbeth'i Kanlı Taht'ta (Kumonosu-jo, 1957) Jakoben ve Japon tiyatro geleneklerini iç içe geçirdi. Bu batı etkisi nedeniyle onun sinemasına ülke dışında böylesine hayran olunması, alkış alan samuray filmleri Yedi Samuray (Shichinin no samurai, 1954) ve Yojimbo'nun (1961) Batılılar tarafından yeniden yapılması şaşırtıcı değildir.''
*
(><) Bir samuray ile bir haydut arasındaki ö*lümüne düello etrafındaki hakikat Rashomon'un öyküsünün özünü oluşturur.
*
(><) Masayuki Mori ve Machiko Kyo Japon sineamsının altın çağındaki bir başyapıt olan Yağmurdan Sonraki Soluk Ayın Öyküleri'nde başrolü oynarlar.
*
(><) Tatsuya Nakadai Ningen no joken'de idealist başkarakter olarak unutulmaz bir oyunculuk sergiler.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1945) ABD'nin Japonya'yı işgali sırasında Japon sinemasına liberal ve demokratik değerleri telkin etmek için tasarlanmış bir sansür yasası dayatıldı.
*
(1949) Zheng Junli Şanghay'da Wuya yu maque'yi yönetti. Başkan Mao Çin sinema endüstrisini millileştirdi.
*
(1950) Kore Savaşı başladı. Akira Kurosawa Rashomon'u yaptı; filmi ertesi yıl Altın Aslan'ı kazandı.
*
(1951) Raj Kapoor Bollywood'da Avare'yi (Awaara) yaptı. Kinoshita Keisuke Japonya'nın ilk renkli filmi olan Carmen Eve Gel (Karumen kokyo ni kaeru) filmini yönetti. (Sayfa: 210-211)
*
*
*
(><) Wuya yu maque yoz bir Milliyetçi subayın sahip olduğu bir Şanghay apartmanındaki kiracıların içinde bulundukları kötü durumu merkezine alır.
*
(><) Hint filmi Kaagaz ke Phool gösterime girdiğinde gişede başarısız oldu. 1980'lerde uluslararası bir kült olarak yeniden canlandı.
*
(><) Hindistan sinemasının 1950'lerdeki altın çağının müsrif romantik melodramları, Raj Kapoor Avare filmi için kullanılanlar gibi büyük-ölçekli setlerde çekiliyordu.
*
(><) Bir profesör ile karısının evlilik dışı etkinliklerini anlatan romantik komedi Güney Kore filmi Jayu buin'in afişi. (Sayfa: 212-213)
*
Tokyo Öyküsü, 1953
Tokyo monogatari, Ozu Yasujıro (1903-63)
*
''Donald Richie, Ozu Yasujiro'nun ''tek önemli konusunun Japon ailesi ve tek önemli temasının onun çözülmesi'' olduğunu öne sürer. Tokyo Öyküsü'nde bu temaya en geniş kapsamlı ifadesini kazandırdı ve savaş sonrası Japon toplumundaki değişimlerin aile içinde nasıl bölünmeler yarattığını gösterdi. Tokyo Öyküsü sadece tarihsel belge olmaktan çok uzaktır ve her ne kadar Ozu için ''Japon yönetmenlerin en Japon'u'' denmiş olsa da, onun sinemasının ilgi alanı Japon kültürünün özelliklerinin ötesine geçer.''


(><) Shukichi (Ryu Chishu) ve Tomi (Higashiyama Chieko) yolculuklarını bitirmeyi seçerler.


(><) Ozu'nun filmi yoğun bir değişim dönemindeki Japon geleneklerini ve aile bağlarını anlatır.


(><) Baba Shukichi evin içinden bakarken, karısı Tomi çimen kaplı zeminde küçük torunu Minoru ile yürür. Tomi ona ''Büyüyünce ne olacaksın.?'' diye sorar. ''Baban gibi bir doktor mu.? Sen doktor olduğunda ben burada olacak mıyım.?''


(><) Tokyo civarında bir otobüs turundan sonra Shukichi ve Tomi dul gelinleri Noriko'nun evine giderler. Oğullarının bir fotoğrafını incelerler. Bir bardak sake içtikten sonra, Tomi kocasının çok fazla içmeye alıştığını iddia eder. Noriko oğullarının da aynı olduğunu söyler.


(><) Sahil yeri Atami'de uykusuz bir gece geçiren yaşlı çift, deniz kıyısındaki bir duvarın üzerinde oturur ve yolculuklarını kısa kesmeye karar verir. Tomi ayağa kalkmaya çalışırken Shukichi'nin uykusuzluğa yorduğu bir baş dönmesi yaşar. Daha sonra duvarın üzerinde yürürler. (Sayfa: 214-215)
*
Yedi Samuray, 1954
Shichinin no samurai, Kurosawa Akira (1910-98)


(><) Aksiyon sahnelerinin ihtişamı Japon sineması için benzersizdir.
*
(><) Kurosawa'nın klasiği, Savaşan Devletler Dönemi sırasında 1580'lerde geçer.
*
Japon sinemasında samuray filmi Hollywood'daki western filmine eşit bir konumdadır ve Japon yönetmenlerin ve izleyicilerin kendi tarihleriyle ve kültürel miraslarıyla özdeşleşebildikleri bir alan sağlar. Western gibi bu da üretildiği ülkede en popüler film janlarından biriydi; 1950'lerin sonunda bütün Japon filmlerinin yaklaşık üçte biri geçmişte geçiyordu ve bunların da çoğu samuray filmleriydi.
Akira Kurosawa Yedi Samuray'dan önce filmlerinin çoğu şimdiki zamanda geçse dahi, samuray filmlerinin ustası olarak ün kazanmıştı. Yine de Kurosawa epik anlatıdan aldığı hazza uyan bu türe uyumlu olduğunu kanıtladı. Bu filmin çekimleri bir yıl sürdü ve Kurosawa'nın mükemmelliyetçiliği stüdyoyu rahatsız etti ve stüdyo bu projeyi iptal etmekle tehdit etti. Ancak film gösterime girdiğinde büyük bir ticari başarı elde etti.
Kurosawa'nın filmi Batılı izleyiciler için türünün en iyi örneği olarak kaldıysa da, bu geleneksel bir samuray filmi değildir. Türünün çoğu filmi gibi bu filmde de Japon tarihi ve folklorundaki figürler kullanılmaz. Bunun yerine, yoksul köylülere haydutları kovmek için yardım eden bir grup Ronin'in (ustasız samuray) öyküsü, varlığını büyük ölçüde Amerikan westernine ve özellikle de senaryo yazarı Shinobu Hashimoto'nun gözde filmi Cehennem Dönüşü'nün (Stagecoach, 1939) yönetmeni John Ford'a borçludur. Kurosawa da betimlemeleri için Ford'dan beslenmiştir. Bu film, 1960'da Yedi Silahşörler (The Magnificent Seven) -Kurosawa'nın filmi ABD'de acımasızca kesilmiş kopyasıyla ilk gösterildiğinde bu ad verilmişti- adıyla Hollywood'da yeniden yapılmıştır. (Sayfa: 216-217)
*
Apu Üçlemesi, 1955-59
Satyajıt Ray (1921-92)



''Satyajit Ray'ın Yol Türküsü (1955) filmi 1956'da Cannes Film Festivali'nde gösterildiğinde, bir sansasyona neden oldu. Varoluşunun elli yılı içinde ilk kez Hint sineması sinemanın en iyi yönetmenlerinin filmleriyle karşılaştırmaya değer bir film üretmişti. Bu filmin devede kulak bir bütçeyle ve tanınmayan oyuncularla ilk kez film yöneten bir yönetmen tarafından Hindistan'ın sinema merkezi Bombay'dan çok uzaktaki Bengal'de yapılması filmi tamamen daha da şaşırtıcı hale getirdi. Ray bunun ardından iki devam filmi -Aparajito (Yenilmez, 1956) ve Apur sansar (Apu'nun Dünyası, 1959) yaptığında, hümanist sinemanın büyük ustalarından birinin kendini ilan ettiği açıktı. (..)
Ray daha karmaşık ve sofistike filmler yapmaya devam ederdi ancak Apu üçlemesinin gösterdiği içtenlik, şefkat, mizah, duygusal doğrudanlık, ayrıntılara dikkat ve oyuncuların doğal yeteneği ona hâlâ süren bir çekicilik kazandırmıştır.''
*
(><) Subir Banerjee, Ray'ın karısı onu sokakta gördükten sonra genç Apu olarak başroldeydi.
*
(><) Bu filmler Apu'nun yaşamının öyküsüdür.
*
(><) Apu ve kız kardeşi Durga kabarık bir beyaz kaash tarlasında gezerlerken, bir trenin sesini duyarlar. Apu ufuktaki dumana doğru koşar ve onun meraklı gözlerinin önünde dünyanın dışından gelen gizemli yaratıkların ziyareti vardır.
*
(><) Babasının Benares'de ö*lmesinden sonra Apu annesi tarafından köylerine götürülür. O artık annesinin sahip olduğu tek şeydir ancak o büyüdükçe yavaşça, acımasızca ve annesinin ona ihtiyacı daha acil hale geldiğinde bile annesinden uzaklaşır.
*
(><) Genç karısını kaybeden Apu kederli bir halde yıllarca orada burada dolaşır ancak sonunda hiç görmediği oğlunu talep etmek için geri döner. Başlangıçta oğlan onu reddeder ama sonunda Apu ayrılırken, oğlan onun arkasından koşar. Apu ve oğlu şehirde ve dünyada gezintiye çıkarlar.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1921-55) Satyajıt Ray, Kalküta'da doğdu. Santiniketan'da Rabindranath Tagore'nin ''dünya üniversitesinde'' okudu. Sanat yönetmeni olarak bir İngiliz reklam ajansına girdi ve Kalküta'nın ilk sinema topluluğunu kurdu. İlk filmi Yol Türküsü uluslararası düzeyde beğenildi.
*
(1970-81) Daha politik bir döneme giren Ray Düşman, Sidharta ve Şehir (Pratidwandi, 1971), Seemabaddha (Company Limited, 1971) ve Satranç Oyuncuları'nda (Shatranj ke khiladi, 1977) toplumsal protestoyu, endüstriyel mekanizmaları ve İngilizlerin kötü emperyal yönetimlerini inceledi.
*
(1982-92) Bu yıllarda hastalık verimliliğini azalttı ancak Yabancı (Agantuk, 1991) adında güzel bir veda filmi çekti. Bir Onur Oscar'ı aldıktan haftalar sonra 23 Nisan'da öldü.
*
ROMANDAN BEYAZPERDEYE
*
Bibhutibhushan Banerji'nin (1894-1950) ilk romanı ve 20. yüzyıl Bengal edebiyatında en sevilen yapıtlardan biri olan Yol Türküsü ilk olarak 1929'da yayımlandı. Banerji iki devam kitabı daha (Aparajito ve Kajal) yazdı ancak bunlar hiçbir zaman aynı popülerliğe ulaşmadılar. Ray'ın Yol Türküsü filmi Banerji'nin romanının yaklaşık üçte ikisini, ailenin Benares'e taşınmasına kadar olan bölümü içerir. Asla tam bir senaryo kullanmamasına rağmen Ray aynı beş temel karakteri ve aynı önemli olayların çoğunu koruyarak romana sadık kaldı ve Banerji'nin panteist merak duygusunu büyük ölçüde aktardı. Yenilmez ilk romanın geri kalan bölümünü ve devam kitabının ilk bölümünü kullanır ancak bazı önemli bölümleri dışarıda bırakır ve Apu'nun annesiyle ilişkisine yapılan önemli vurguyu değiştirir. Apu'nun Dünyası devam romanının büyük bölümünün, atmosferi daha da sertleştirilmiş ve karanlık hale gelmiş biçimde uyarlanmasıdır. Banerji'nin Yenilmez'inin son yüz sayfası ve Kajal'ın bütünü Ray'ın üçlemesinde bir rol oynamaz. Yol Türküsü haklı olarak yazarın başyapıtı olarak değerlendirilir. (Sayfa: 218-219)
*
SAVAŞ SONRASI HOLLYWOOD
*

''Hollywood II. Dünya Savaşı'ndan çok yararlandı. Stüdyolar, propaganda araçları olarak ne kadar etkili olduklarını göstermelerine ek olarak, film bütçelerinin savaş nedeniyle kısıtlandığı ülkelere filmlerini başarıyla ihraç ettiler. II. Dünya Savaşı sırasında Hollywood filmlerinin yurtdışındaki popülerliğinin savaş sonrası yıllarda da devam etmesi beklendi. Ancak yeni eğlence formatının -televizyon- hayaleti kadar ekonomik, kültürel, sosyal ve politik koşullar da en kârlı ABD endüstrilerinden birinin gücünü ve gelişimini engellemede rol oynadılar.'' (..)
*
''Hollywood'un daha karanlık alanlara doğru yönelişi 1947'de Amerikan Aleyhtarı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi'nin (House Un-American Activities Committee [HUAC]) ortaya çıkmasıyla başlamıştı. Komite eğlence sektörüne sızan Komünizm sempatizanlarını soruşturmakla görevliydi ve sonuç olarak Hollywood'dan çok sayıda insan Komünizm sempatizanlarını ihbar etmeye zorlanırken 250'nin üzerinde insan kara listeye alındı. Bunların en önemlilerinden biri, Rıhtımlar Üzerinde (1954) adlı filmi, (Marlon Brando tarafından canlandırılan) başrolde bir mafya ispiyoncusu olduğu için eleştirmenlerine çok sert bir yanıt olarak görülen Elia Kazan'dı (1909-2003). Kazan'ın aksine çok sayıdaki kara liste yazarlarından biri olan ve 1947'deki bir duruşmada itaatsizlikle suçlanan Ring Lardner Jr. komiteye şunları söyledi: ''Yanıt verebilirdim.. ama eğer yapsaydım sabah kendimden nefret ederdim.'' Yazar Lillian Hellman çok daha sertti. 1948'de şunları yazdı: ''Doğal olarak insanlar Amerikan zencisi hakkında filmler yapmaktan korktular; bunlar daha yalnızca geçen yıl bir filmde 'Yahudi' sözcüğünü kullanmasına izin verilen ve Faşizm karşıtı film yapmaları on yıldan fazla süre alan insanlardı. Bu insanlar korktular ve siz ilk olarak bu korkan insanları korkutmak için topladınız. Bunlar da sizin için diğerlerini mez*bahaya götürecekler.
Hollywood endüstrisinin üzerine kara basan gibi çöken soruşturmalar yüzünden dehşet içindeydi. Refleks gibi bir tepkiyle birkaç stüdyo aralarında My Son John (1952) ve Pickup on South Street'in (Güney Sokağı'nda Öğrenilenler, 1953) de olduğu anti Komünist filmler yaptı. Hatta Dr. Seuss uyarlaması The 5000 Fingers of Dr. T (1953) gibi çocuk filmlerinin bile kızıl aleyhtarı yan anlamlar içerdiği görüldü. Bu yönelim bitti ancak soruşturmaların sebep olduğu zarar, yanı sıra her stüdyonun bütçesindeki artan kısıtlamalar, televizyonun etkisi ve stüdyoların sunduklarıyla giderek daha az ilgilenen farklı seyirciler Hollywood stüdyo sisteminin altın çağının sona erdiğine işaret etti.''
*
(><) James Stewart Alfred Hitchcock'la yaptığı dört filmden ikincisi Arka Pencere'de tekerlekli sandalyeye bağımlı fotoğrafçı L. B. Jeffries'i canlandırdı.
*
(><) Elia Kazan'ın filmi Rıhtımlar Üzerinde En İyi Oyuncu ve En İyi Film de dahil dört Akademi Ödülü kazandı.
*
(><) Marilyn Monroe Yaz Bekarı'nda (The Seven Year Itch)'de en ikonik rolündeydi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1946) İzleyiciler daha önceden hiç olmadığı kadar büyük kalabalıklar halinde sinemaları doldurdular. Hayatımızın En Güzel Yılları Oscar ve Altın Küre'ye egemen oldu.
*
(1947) HUAC Los Angeles'a ulaştı. Hollywood onlusu McCarthyciliği suçladı ve Hollywood kara listesine alındılar.
*
(1947) Marilyn Monroe Dangerous Years ile sinemasal çıkışını yaptı.
*
(1947) Hollywood Antitröst Davası (Birleşik Devletler Paramount Pictures'e Karşı) başladı.
*
(1948) Vincente Minelli (1903-86) The Pirate'i (Korsan) yönetti. Bu yıl geriye dönük olarak Hollywood'un altın çağının sonu olarak değerlendirilir.
*
(1956) Rock Around the Clock gençleri, koridorlarında dans ettikleri ve koltukları yırttıkları sineamalara çekti.
*
(1957) Alexander Mackendrick'ın (1912-93) yaptığı Sweet Smell of Success, Amerikan eğlence endüstrisindeki yıldız ve ünlü olma mitinin bir kez daha maskesini düşürdü.
*
(1959) Kazandığı Oscar ödülleriyle rekor kıran Ben-Hur epik sinemanın idealini gösterdi. Clint Eastwood'un başrolde oynadığı Rawhide CBS2de gösterilmeye başlandı. (Sayfa: 220-221)
*
*
*
(><) Rock Hudson ve Jane Wyman tipik romantik ve melodram filmi All That Heaven Allows'un afişinde.
*
(><) Lee J. Cobb Twelve Angry Men'de (Oniki Öfkeli Adam) ci*nayet sahnesini biraz fazla hareketli şekilde yeniden canlandırır.
*
(><) Alfred Hitchcock'un Gizli Teşkilat filminin afişi. Bu casusluk gerilimi yönetmenin bir aksiyon-serüven filmi yapmaya en yaklaştığı filmdi.
*
(><) Jett Rink (James Dean) ve Leslie Benedict (Elizabeth Taylor) epik film Devlerin Aşkı'nda. Bu Dean'ın ölümünden ve Akademi Ödülü kazanmasından önceki son filmiydi.
*
''1940'da Birleşik Devletler'de 3785 televizyon vardı. 1960'larda her on evden dokuzunda televizyon bulunuyordu. Alırken yapılan ilk ödemeden sonra televizyon ailelerin saatlerce iyi vakit geçirebilmelerine olanak sağlıyordu. İzleyicilerinin sinema aşkını bilen televizyon şirketleri, sinemanın en popüler türlerini taklit eden diziler sunarak stüdyolarla rekabet etmeye başladılar. O kadar hızlı başarlı oldular ki bazı küçük stüdyolar iflasla yüz yüze geldi ve televizyon şirketleri onların hisselerini satın aldı ve onları kitleler için eğlence programlarını filme almak için kullandılar.'' (..)
*
''..filmler üzerindeki sansür uygulamasındaki gerileme, yönetmenlere Birleşik Devletler'de daha fazla ifade özgürlüğü sağladı. 1952'de Yüksek Mahkeme 1915'de alınan bir kararı bozarak filmlere Birinci Anayasa Değişikliği'yle garanti altına alınan ifade özgürlüğü koruması verdi. Bu karar aynı zamanda bireylere sansür kurullarının aldığı kararlara karşı çıkma olanağı sağladı.'' (..)
''Amerikalı yönetmenler Fransız auteurlerden etkilenmeye başlamışlardı; ekonomik ve toplumsal kargaşaya tepki olarak beyazperdede şi*ddetin ve liberal görüşlü film yapımının dönemi yerleşmek üzereydi. Hollywood'un altın çağı bitmişti ve sinema artık cesur ama bilinmeyen bir geleceğe doğru bakıyordu.'' (Sayfa: 222-223)
*
Şahane Hayat, 1946
It's Wonderful Life, Frank Capra (1897-1991)
*
''Capra'nın masalı, 1974'te telif haklarının zamanı dolduğunda, yılbaşı ekranının başlıca malzemesi oldu. Fantezi ve arketip Amerikan yaşam tarzının cesur bir karışımı olması ve savaş sonrası hayal kırıklığını yakalaması sayesinde ünlendi. Hatalı bir biçimde aşırı bir duygusallık örneği olarak nitelenen yapıtı, aslında çözümsüz bir trajedi ve insanlığın zaferine duyulan inancı da içeren karmaşık bir filmdir.''


(><) Şahane Hayat sinemadaki tüm mutlu sonların en yoğun olanlarından biriydi.


(><) Frank Capra filmin senaryosunun ortak yazımını, yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendi.
*

(><) Genç George sevgilisi Mary'le geleceğini konuşur ve ona her şey için söz verir. ''Ayı mı istiyorsun.? Söylemen yeter, ona kement atıp aşağı çekeceğim''. İdealist genç George yaşlı, kırgın adamın tam tersidir.
*
(><) Morali son derece bozuk olan George bir kar fırtınasına yakalanır ve in*tihar niyetiyle köprü üzerinde bocalar. Koruyucu meleği Clarence onun yaşamını koruyacağını söyler. Capra bir sıcak hava dalgası sırasında yapılan ve Noel'de geçen filmi çekmek için yeni bir film karı tipi geliştirdi.


(><) George Bailey olmadan Bedford Falls gerçek varlığının çirkin taklidi Potterville haline gelir. Clarence, George'a önemli bir ders verir: ''Tuhaf değil mi.? Her insanın hayatı diğer pek çok kişinin hayatına temas eder. O buralarda olmadığında, ardında korkunç bir boşluk bırakır, değil mi.?''


(><) George ailesine, arkadaşlarına ve yaşamına kavuşur. Bir çan Clarence'in kanatlarını taktığını doğrular. Başlangıçta öne sürülen dini niteliği olan bir final daha sonra reddedildi, ancak George'un kurtuluşuyla ilgili aile ve dostların duygusal etkisi sürdü. (Sayfa: 224-225)
*
Ben-Hur, 1959
William Wyler (1902-81)


''1925'te yapılan sessiz epik filmin yeniden yapımı olan Ben-Hur 1950'lerde gişede çok büyük başarılar kazanan görkemli yapımlardan biriydi.'' (..) ''Bu film o yıl gişede en başarılı film oldu ve Titanic'e kadar rekoru kırılmayacak sayıda Oscar ödülü kazandı.''
*
(><) Ünü yarış sahnesinde 15.000 figüran kullanıldı ve çekimi beş hafta sürdü.
*
(><) Filmin afişinde anıtsal bir görünüm vardır.
*
(><) Judah ve Messala arkadaşlık bağlarını tekrar onaylarlar. Efsaneye göre Heston, ilk taslakta senaryo yazarı Gore Vidal'in kahramanların eski sevgili olmaları önerisine direndi, ancak Heston, Boyd'un üzerinde durduğu bu alt-metnin farkında olduğunu iddia etti.
*
(><) Kurnaz Messala, Judah'ya düşman olur ve onu bir Roma kürek gemisinde köleliğe mahkum eder. Gemide kürek çekmeye zorlandıktan sonra Ben-Hur geminin yeni komutanı Konsül Quintus Arrius'la 8Jack Hawkins) karşılaşır.
*
(><) Makedon korsanlarla mücadele sırasında Quintus Arrius'un gemisi saldırıya uğrar ve sonunda batar. Ancak Judah, Arrius'un ve kürekçi arkadaşlarının hayatını kurtarır. Roma'ya dönünce Arrius, Judah'nın özgür bırakılmasını ister ve onu evlat edinir.
*
(><) Savaş arabaları yarışı sekansı 8Andrew Marton ve Yakima Canutt yönetti) sessiz versiyonundakinden çok daha etkiliydi. Heston aksiyonun tam ortasındadır ancak bazı anlarda dublör (Yakima'nın oğlu Joe Canutt) kullandı. (Sayfa: 226-227)
*
Bazıları Sıcak Sever, 1959
Some Like It Hot, Billy Wilder (1906-2002)


''Bazıları Sıcak Sever (Some Lıke It Hot) görülür görülmez ne riskli bir ifade olduğunu unutmak kolaydır. Bu Amerikan yeraltı dünyasında yaşanan en şiddetli olaylardan biriyle -1929 Sevgililer Günü Ka*tliamı- bağlantılı bir cinsiyet-değiştirme komedisiydi. Filmin yıldızı Marilyn Monroe bilindiği üzere güvenilmezdi. Top*lu kat*liam sahneleriyle karşı cinsin giysilerini giyenler hakkındaki şakaları bir araya getiren bir filme sıradan bir izleyicinin kızıp kızmayacağı konusunda çok fazla kuşku vardı. Billy Wilder'ın daha sonradan gazeteci Cameron Crowe'a anlattığı gibi efsanevi yapımcı David O. Selznick ''Sizi çar*mıha ge*recekler. Hayvan sürülerinin içine bırakıp gidecekler'' diyerek tahminde bulunmuştu.
Yine de Wilder, izleyicinin, haz anlayışlarıyla alay eden konudan hoşlanacağını tahmin etti. Yaz Bekarı'nda (1955) Monroe'yla çalışmak sıkıntılıydı ancak Monroe'nun ekranda ''harika'' olacağını da biliyordu. Crowe'a ''İster inan ister inanma, o muhteşem bir diyalog aktristi. Nerede güleceğini çok iyi biliyor'' demişti.'' (..)
''..Bazıları Sıcak Sever halkın beğenisini kazanan çok hoş anlar sundu ve film, izleyicilerin tüm zamanların en favori filmleri listesinin tepesine yerleşti.''
*
(><) Marilyn ve peruklu Tony Curtis.
*
(><) Monroe zarif bir ima ile birlikte afişte star konumunu edinir.
*
(><) ''Eller yukarı.! Duvara dön.'' 1929 Şikago. Müzisyenler Joe (Tony Curtis) ve Jerry (Jack Lemmon), bir otoparkta Spats (George Raft) rakip çetenin kat*ledilmesini emrederken saklanırlar. Kaçtıkları fark edilir ve makineli tü*fek mermisi Jerry'nin kontrbasına isabet eder.
*
(><) Sugar Kane Kowalczyk (Marilyn Monroe) Florida'da bir gece kulübünde en çekici haliyle eski bir şarkıyı söyler. Time dergisinin aktrisin kilosu üzerine yorumu nezaketsizce olsa da doğruydu: Monroe o dönemde gerçekten hamileydi.
*
(><) Gangsterler İtalyan opera severler için bir toplantıya katılma kisvesi altında Florida'ya gelmişlerdir. Toplantının güvenliği aşırı sıkıdır, ancak pastanın içinden birden si*lahlı bir gangster çıktığında, Spats sonunda hak ettiği cezayı bulur.
*
(><) Hâlâ kadın elbiseleri içindeki Jerry, milyoner Osgood'un (Joe E. Brown) ilgisini dağıtmaya çalışır. Osgood, Jerry'nin tüm mazeretlerini reddeder. Sonunda Jerry açıklar: ''Ben erkeğim.!'' Osgood gülümseyerek ''Sıkma canını.! Kimse mükemmel değildir.!'' diye karşılık verir. (Sayfa: 228-229)

*
*
*

ASİ GENÇLİK
*
''Bir tür olarak son derece dağınık olan 1950'lerin bu filmleri bugün gençliğin hoşnutsuzluğu kadar Hollywood'un yeni kuşağı anlamaya ve sömürmeye çalışmasıyla ilgili olarak da görülür. James Dean kısa kariyeri boyunca yüzyılın ortasında Amerika'daki sorunlu kuşağı temsil eden bir karakter yarattı. Asi Gençlik filminin gösteriminden önce ö*lmesi onu ergen endişesinin ebedi imgesi olarak sabitledi. 1960'ların ortalarında ortaya çıkan karşı kültür gençliğe rotasını değiştirdi. 1966'da Roger Corman (d. 1926) motosikletçi filmi The Wilde Angels'ı (Vahşi Melekler) yönetti. Bir toplu te*cavüzün ve Nazi bayrağına sarılı bir motosikletçinin cenazesinin olduğu Vahşi Melekler Vahşi Hücum'dan çok daha agresiftir.''
*
(><) Cennetin Doğusu'ndaki Cain ve Abel öyküsünde Cal (James Dean) bir genelev korumasının (Timothy Carey) elinde acı çeker.
*
(><) O dönem için yıkıcı Elvis Presley Jailhouse Rock'da. Presley'in dansı Gene Kelly'den alkış aldı.
*
(><) Blackboard Jungle'da (Karatahta Ormanı) Richard Dadier (Glenn Ford) delifişek bir gençle (genç Sidney Poitier) uğraşır.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1954) Elvis Presley Memphis'de Sun Plak için ilk kaydını yaptı.
*
(1955) Cennetin Doğusu ve Rebel Without a Cause (Asi Gençlik) gösterime girdi. James Dean 24 yaşındayken bir trafik kazasında öldü.
*
(1964) Beatles'ın ilk Birleşik Devletler turnesi Birleşik Devletler'den İngiltere'ye doğru bir salınımın başlamasına yardım etti. (Sayfa: 230-231)
*
Vahşi Hücum, 1953
The Wilde One, Laslo Benedek (1905-92)
*

''1947'de çoğunlukla takma adlar ve askeri birimlerin renklerini taşıyan II. Dünya Savaşı gazilerinden oluşan Hell's Angels Motosiklet Kulübü üyeleri, California'daki küçük Hollister kasabasına gitti ve gürültücü davranışlarıyla halkı rahatsız ettiler. Harper's Magazine'de ''Motosikletçilerin Baskını'' adlı bir yazıda sansasyonelleştirilen bu olay, liberal eğilimli ''toplumsal sorun'' filmleriyle tanınan Stanley Kramer'e bu hemen tartışma yaratan dramı yapmada esin kaynağı oldu. Film, Vespa'ya binen serserilerin Wrightsville'i te*rörize eden Black Rebels çetesinin (çoğu İngiliz Triumph motorlarına biniyorlardı) dikkatsizce sürüşlerini ve sorumsuz davranışlarını taklit edebilecekleri korkusuyla 1968'e kadar Britanya'da yasaklandı.''
*
(><) Black Rebels Motosiklet Kulübü dizilmiş. Filmden sonra deri ceket satışları fırladı.
*
(><) Afişte se*ks, şiddet ve Braando'nun düşünceli hali vurgulanır.
*
(><) Jenerik öncesi sekansta eleştirel cümleler görülür: ''Bu şok edici bir hikayedir.. Bir daha yaşanmasına izin verilmeyecek açık bir meydan okumadır.'' Açık bir yolda motorlular çetesi belirir. Jenerik akarken hızla yaklaşırlar.
*
(><) Marlon Brando dudaklarında hafif alaycı bir gülümsemeyle deri motorcu giysileri içindedir. Asiliğin, uyumsuzluğun ve -Finlandiyalı Tom'un- gay cin*selliğinin afiş ikonu gibidir. Bu filmden sonra deri ceket moda olduğu kadar bir tehdit ifadesi de oldu.
*
(><) Johnny ve çetesi can düşmanları gelirken kasabadan çıkmak üzeredirler. Eski bir Black Rebel olan Chino (ağzında purosu ve değişmez alaycı tebessümüyle Lee Marvin) artık rakip çete The Beetles'ın lideridir. Marvin bu bölüm için motosiklete binmeyi öğrenmişti.
*
(><) İyi bir kıza olan aşkı yüzünden çetesinden ayrılan Johnny kasaba halkı sal*dırdığında yalnız başınadır. 1950'lerdeki birçok duyarlı sorun çıkaranlar ve Zapata'dan Aşk ve İntikam'daki kır*baçlanan kovboya kadar diğer ıstırap çekenler karakterleri gibi, o da güzel bir şekilde acı çeker.
*
MOTOSİKLETÇİ FİLMLERİ
*
1950'lerde Vahşi Hücum'un ardından yapılan Motorcycle Gang (1957) ve Kenneth Anger'ın (d. 1927) yönettiği ve motosikletçi ikonografisini oluşturan Scorpio Rising (Akrep Yükseliyor, 1964) gibi B sınıfı filmler vardı. Ancak motosikletçi filmi Roger Corman'ın hit filmi Vahşi Melekler'e (1966) kadar bir alt tür olarak ortaya çıkmadı. Çeşitlemeler kız çetelerini (The Mini-Skirt Mob, 1968) ve Vietnam'daki motorcuları (Nam's Angels, 1970) öne çıkardı. Aynı zamanda da kendini açıklayan Werewolves on Wheels (1971) vardı. Vahşi Melekler motosikletçi karşıtı bir motosikletçi polisin başrolde olduğu Electra Glide in Blue da dahil, 1970'lerin çok sayıdaki yol filmini besleyen ve daha sanatsal duruşu olan Easy Rider'a ilham verdi. Motosikletçi filmleri bir nostalji öğesi olmaya devam ediyor; bu biçim aynı zamanda Sons of Anarchy (2008-) gibi televizyon dizilerine de yol açmıştır. (Sayfa: 232-233)
*
Asi Gençlik, 1955 Rebel Without a Cause, Nicholas Ray (1911-79)
(><) Jim Stark kırmızı montuyla diğerlerinden farklıdır. * (><) Heyecanlandırıcı oyunculuklarıyla gerçekten güçlü bir filmin sansasyonel afişi. * (><) Bu ünlü acı feryadı Jim'in ailesini ağzı açık bırakır ve şaşkına döndürür. Ona sevgilerini verirler, o halde neden onlara böyle karşı çıkar.? Jim filmde üç yabancılaşmış gençten oluşan bir grubun merkezidir. Diğerleri Judy ( Natalie Wood) ve Plato'dur (Sal Mineo). * (><) Buzz (Corey Allen) ve Jim Griffith Rasathanesi'nde bı*çaklı kavgaya tutuşurlar. Los Angeles panoromik bir fon oluşturur. Kendi ifadesiyle onu döven Jim yalnızca onun alçak olduğunu göstermez, aynı zamanda Buuz'ın kız arkadaşı Judy'i ödül olarak almakla da tehdit eder. * (><) Buzz ve Jim "chickie run" oyunu için çalıntı arabalarını bir kayalığa doğru sürerler. Fakat Buzz'ın deri ceketi onun arabadan atlamasını engelleyecek şekilde kapı koluna takılır ve araç uçurumdan yuvarlanırken Buzz ö*lür. Çetesi ve pis artık Jim, Judy ve Platon'un peşindedir. * (><) Jim'in fedakâr arkadası Plato polis tarafından vu*rulmadan hemen önce Judy'le konuşur. Jim'in kırmızı montunu giyer ve elinde boş bir si*lah vardır. Ö*lümü öylesine kahredicidir ki Jim ve babasının bir araya gelmelerine yardımcı olur. (Sayfa: 234-235)
*
SOĞUK SAVAŞ SİNEMASI
*
''Başka bir zamandan panik görüntüleri: bir adam ''Arkanızdalar.! Onlar hepimizin peşinde.!'' diye bağırarak akan trafiğin içine dalar. Yaşlı bir kadın bir Komünist casusa acılarına son vermesi için izin verir. Genç bir kadın metal bir kutuyu açabilmek için suç ortağını vu*rur ve nükleer fac*iaya maruz kalmış yılanları serbest bırakır. 1950'lerin ortasındaki üç filmden (Güney Sokağında Öğrenilenler, 1953; Öp Beni Ö*ldüresiye, 1955; Beden Yiyenlerin İstilası, 1956) alınan bu sekanslar, en akıl dışı haliyle Amerikan Sinemasını göstererek Soğuk Savaş ve McCarthycilik dönemi ulusun psikolojik eğilimlerini yakalar. Amerikan Aleyhtarı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi'nin 8HUAC) Eylül 1947'de Hollywood'a gelmesi, stüdyo yöneticilerini korkutur. Kasım2da New York Waldorf-Astoria Otel'de yapılan gizli bir toplantıda işbirliği kararı alırlar.''
*
''Edward Ludwig (1898-1982) tarafından yönetilen Big Jim McLain'de John Wayne, HUAC adına Hawaii'deki bir Komünist hücreyi açığa çıkaran agresif bir soruşturmacıyı canlandırdı (afişte şunlar yazar: ''Dünyanın Yarısını Etkileyen Bir İhanetin İzinde ABD Adına Onları Bulup Haklayan Adam'').''
*
''1947 yazında gazeteler New Mexiko'da tanımlanamayan bir enkazın bulunduğunu yazdılar. Bu olay ilk UFO paranoyasını da beraberinde getirdi. Bilim kurgu filmlerinin konusu olan uzaylı istilası Soğuk Savaş kaygılarına yansıdı.''


(><) Gözler sahip olur: It Came from Outer Space'de (Uzaydan Gelen) uzaylılar insanları ele geçirir.


(><) Bir Amerikan casusunu beşinci kol olarak sunarak Komünist sızma tehdidini tersine çeviren bir film olan I Was a Communist for the FBI'ın afişi.


(><) Grant Williams'ın başrolde oynadığı İnanılmaz Küçülen Adam'da göreceli olarak yeni nükleer çağ ile ilgili kaygı -insanın incinebilirliği- ortaya çıkar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1945) Harry S. Truman'ın başkanlığı döneminde Hiroşima ve Nagazaki'ye a*tom bo*mbaları atıldı.
*
(1947) Sözümona New Mexiko'da uzaylı ces*etlerinin ve uzay gemisinin enkazının bulunmasına Roswell Olayı dendi. HUAC Hollywood'a geldi.
*
(1948) HUAC'a ifade vermeyen yazar ve yönetmenlerden oluşan Hollywood Onları tutuklandı; Sovyetler Birliği Berlin Ablukası'nda Müttefiklerin Berlin'e ulaşmasını engelledi.
*
(1950) Senatör Joe McCarthy Dışişleri Bakanlığı'nın ''Komünistler tarafından işgal edildiğini'' iddia etti. Kore Savaşı başladı.
*
(1951) HUAC'ın ikinci dalga soruşturmaları Hollywood'da başladı.
*
(1957) Joseph McCarthy ö*ldü. Kack Arnold'un filmi İnanılmaz Küçülen Adam gösterime girdi.
*
(1961) Küba'daki başarısız Domuzlar Körfesi Çıkarması Fidel Castro'yu yıkma girişimiydi.
*
(1962) Sovyet yardımıyla Küba'da füze üslerinin kurulması Kübe Füze Krizi'ni ateşledi. Casuslara Karşı gösterime girdi.
*
(1963) John F. Kennedy'ye su*ikast düzenlendi. (Sayfa: 236-237)
*
Güney Sokağı'nda Öğrenilenler, 1953
Pickup on South Street, Samuel Fuller (1912-97)
*
''Eski bir gazeteci olan Samuel Fuller The Steel Helmet'de (1951) sa*vaşın gerçekliklerini sözünü sakınmadan anlattığı için FBI'dan zaten sert uyarılar almıştı.''
*

(><) Hırpalanmış, suistimal edilmiş Candy ve kibirli McCoy rastlantı eseri bir araya gelirler.


(><) Jean Peters Candy rolü için Marilyn Monroe ve Ava Gardner'ın önüne geçti.


(><) Anlatının gergin, akılcı bir şekilde koreografisi yapılmış atlamalı başlangıcında McCoy, Candy'nin çantasından farkında olmadan bir mikro film alır. Her ikisi de bir FBI ajanı tarafından izlenmektedir. Fuller'in yakın-çekimleri ve dar açı kullanımı aksiyonu üç farklı perspektiften çerçeveler.


(><) Çatışan motiflerin kesişmesi McCoy ve Candy'nin yakın çekim kucaklaşmalarında açıktır. Tutku görüntüsünün arkasında kadın filmi adamdan kolayca geri almak için ona ilgi göstermesi gerektiğini düşünür; adam ise ödülünün ne kadar önemli olduğunu görmek için bir teklif bekler.
*
(><) Hayattan bezmiş polis muhbiri Moe (Thelma Ritter) etkili, hafif varoluşçu son monoloğunu söyledikten sonra Komünist muhbir Joey (Richard Kiley) tarafından başından vu*rulur. Si*lah sesi çınlarken, Fuller bitmekte olan bir gramofon plağına pan yapar.


(><) Filmin açılış çekimindeki bir yankıda, Skip Joey'in ceketini soyar ancak daha sonra trenden çıkarlar ve bilet salonunda uzun süren bir kavgaya girişirler. Şi*ddet rayların üzerine yayılır ve sürdükçe iki kişinin yaşama karşı nihilist tavrının altını çizer.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1967-97) Bu dönemde uzun süre beğeni toplayan, piyadenin gözünden savaş epiği The Big Red One'ı (1980) yaptı ancak gişede pek fazla başarılı olamadı. Fuller irkçılık karşıtı filmi White Dog'la (1982) bir tartışma dalgası yarattıktan sonra Paris'e (Avrupa'da değeri Birleşik Devletler'den daha fazla biliniyordu) yerleşti. 1997'de ö*ldü. (Sayfa: 238-239)
*
Beden Yiyenlerin İstilası, 1956
Invasion of Body Snatchers, Don Siegel (1912-91)
*
''Yirminci yüzyılın ortasındaki keyifsizliği Don Siegel'ın Beden Yiyenlerin İstilası filmi kadar empatik olarak yakalayan başka bir film yoktur.''


(><) Kurtulanlar, görünüşte tehlikesiz olan tohum kapsüllerini bulur.


(><) Paniğe sevk eden ve göz alıcı bir afiş.
*

(><) Film kahramanı çıl*dırmış, umutsuz bir durumda gösteren sahnelerle desteklenir. Film bir hastane odasında başlar. Odaya kendisini dinleyecek olanlara bağırarak uyarılarda bulunan histerik hasta Dr. Miles Bennel'i tedavi etmesi için bir doktor çağrılır.


(><) Filmin önemli kısmı geçmişe dönüşler içinde geçer. Bu sahnede Miles en yakın akrabalarının gerçek akrabası olmadığını iddia eden insanlarla karşılaşır. Aynı zamanda liseden sevgilisi Becky Driscoll'la da karşılaşır ve kasabada değişimler başlarken onlar yakınlaşırlar.


(><) Kasabanın giderek uzaylı tohumlar tarafından ele geçirildiğini anlayan Miles ve Becky ilaçla gece boyunca uyanık kalmak için doktorun muayenehanesine saklanırlar. Sabah diğer kasabaları ele geçirmek üzere tohumların yüklendiği kamyonları görürler.
*
(><) Miles ve Becky kasaba halkı tarafından kovalanır. Terk edilmiş bir maden ocağına saklanan ikili, biri uykusuzluğa yenik düşerse kendilerini uzun süre koruyamayacaklarının farkına varır. Miles'in korktuğu gibi Becky uyur ve hemen başkalaşır. (Sayfa: 240-241)
*
HOLLYWOOD WESTERNİ


''Westren filmleri ilk günlerinden beri Hollywood'un vazgeçilmezi olmuştur. Kuşkusuz türler arasında en Amerikalı olanıdır ancak her zaman çok üst düzeyde saygı gören bir tür olmamıştır. Bu belki hızlı ve nispeten ucuza yapıldığı için olabilir. Manzara zaten oradaydı v egerçek kovboylar figüranlar olarak hazırdaydı. Bu nedenle westernler çoğunlukla ''program dolgusu'' olarak görmezden gelindi.''
*
(><) Şerif Will Kane (Gary Cooper) High Noon'da (Kahraman Şerif). Bu rol Gregory Peck, Marlon Brando, Kirk Douglas ve diğerleri tarafından reddedilmişti.
*
(><) Kirk Douglas'ın oynadığı filmlerin en iyisi olan Lonely are the Brave filminin afişi.
*
(><) Howard Hawks'ın filmi Red River (Kızıl Nehir) Teksas'daki çiftliklerden Chiscolm Trail boyunca Kansas'da demiryolu istasyonuna kadar sığırların güdülmesini konu aldı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1939) Stagecoach (Pota Arabası), Jesse James, Dodge City ve Destry Rides Again (Destry Yine At Sırtında) ''A'' sınıfı westernlerin yeniden canlanışının müjdecisi oldu.
*
(1960) Akira Kurosawa'nın (1910-98) Shichinin no samurai (Yedi Samuray, 1954) filmi Hollywood'un The Magnificent Seven (Muhteşem Yedili) filmine ilham kaynağı oldu. (Sayfa: 242-243)
*
*
*
(><) Solak Silahşör'de intikam peşindeki Billy the Kid olarak Paul Newman.
*
(><) Rio Bravo John Wayne ile Dean Martin'i bir araya getirmesiyle hafızalardadır. Film El Dorado (1967) ve Rio Lobo'yu 81970) -Her ikisi de Hawks tarafından yönetildi ve Wayne başrol oynadı- ve John Carpenter (d. 1948) tarafından çekilen Assault on Precinct 13 (1976) filmini önceden haber verdi.
*
(><) Johnny Guitar'ın afişi. John Crawford'un baskın olan imgesinin akla getirdiği gibi, filmin anlatısı güçlü kadın karakterler tarafından yüklenildi. (Sayfa: 244-245)
*
Çöl Aslanı, 1956
The Searchers, John Ford (1894-1973)
*
''John Ford'un Çöl Aslanı filmi, başrol oyuncusu John Wayne kadar yönetmenin de en önemli filmi olarak değerlendirilir. Bu onların kesinlikle en karmaşık çalışmasıdır.''
*
''Frank Nugent senaryoyu 1865'de karısı ve çocuklarını Komançiler'den kurtarmak için fidye ödeyen bir yük arabacısından esinlenen Alan Le May'ın 1954 tarihli romanından uyarladı.''


(><) Martin (Jeffrey Hunter) ve Ethan (John Wayne) kar fırtınasında avlarını takibe devam ederler.


(><) Filmin sloganı araştırmayı yansıtır: ''onu bulmak zorundaydı.. onu bulmak zorundaydı..''


(><) Amerikan İç Savaşı'ndan sonra savaş gazisi Ethan, erkek kardeşi Aaron'un karısı Martha ve çocuklarıyla yaşadığı çiftliğe geri döner. Ethan ve Martha arasındaki gayri meşru aşk Teksas Korucuları'ndan Yüzbaşı Samuel Clayton tarafından gizlice gözlemlenir.


(><) Görüntünün dışında Ethan, Lucy Edwars'ın (Pippa Scoott) berbat haldeki ces*etini gömer. Dehşet verici görünümden deliye dönen Ethan bı*çağını yere saplar. Martin'e ve Lucy'nin sevgilisi Brad Jorgensen'e gördüklerini anlatmaz ama bu Debbie'yi bulmak için onu cesaretlendirir.
*
(><) Ethan ve Martin 7. Süvari Alayı tarafından beyaz kadınlar Komançiler'den kurtarılırken gösterilir. Yıllarca esir kalan kadınların hepsi çıl*dırmıştır. Ethan büyük bir nefretle ''Bunlar artık beyaz değil. Comancheler bunlar'' diyerek onları izler.


(><) Yıllar sonra Ethan ve Martin, Komançi şefi Scar'ın Mexico'daki kampına götürülürler. Debbie'nin Scar'ın dört karısından biri olduğunu anlarlar. Martin Scar'ı vu*rur ve Ethan isteksiz yeğenini kollarına alır ve yavaşça ''hadi eve gidelim'' der.
*
JOHN FORD VE IRKÇILIK


Ford kariyerinin sonunda Amerikalı yerlilere ve Afrikalı Amerikalılara sempati duymaya başladı ancak her zaman kendisini ırkçı suçlamalara karşı savunmak zorunda kalmıştı. Çöl Aslanı'nda tek ırkçı Ethan değildir. Debbie'yi eve getirme arayışını bırakma konusunda Martin için umutsuz olan Laurie de aynı derecede nefret doludur: ''Neyi eve getireceksin.? En yüksek bedeli verene defalarca satılmış Comanche yerlilerinin artığını mı.?'' Kısmen Cherokee olduğu için Martin görünüşte ırklararası yakınlığa karşı daha hoşgörülüdür. Bununla birlikte Amerikalı yerli gelin (Beulah Archuletta) yanına yatınca da tekmeleyerek uzaklaştırır. Süvariler onu ö*ldürülmüş halde bulduğunda Martin'in dışa vurduğu keder, onun -ve Ford'un- ona davranışını bağışlatmaz. (Sayfa: 246-247)
*
YENİ DALGA


''Sinemada birkaç hareket Fransız Yeni Dalgası ya da Nouvelle Vague kadar etkili olmuştur. Bir sinema dergisinde çalışan arzulu genç eleştirmenlerin bir araya gelmesiyle başlayan hareket, çalışmaları, modern sinemayı yeniden tanımlayan yönetmenler grubu içinde gelişti. Hareketin kökeni iki eşsiz birey olan film arşivcisi Henry Langlois ile eleştirmen Andre Bazin'in yol gösterici varlıklarındaydı. Bazin 19502de Cahiers du cinema dergisinin kurucularından biriydi; Langlois, Paris'te düzenli olarak gösterimler yapan film arşivi Cinematheque Française'in ortak-kurucusuydu. Yeni Dalga'nın gelecekteki üyelerinin çoğu kişisel olarak Langlois'yi tanıyordu ve neredeyse bir sadakat coşkusuyla Sinemateke gidip, izledikleri filmler üzerine sabahın erken saatlerine kadar tartışmalar yapıyorlardı. Sonradan Cahiers du cinema'ya yazan sinema tutkunları arasında François Truffaut (1932-84), Jean-Luc Godard (d. 1930), Jacques Rivette (d. 1928) ve Eric Rohmer (1920-2010) vardı.
Bu dergi dönemin muhafazakâr Fransız sinemasını reddetti ve onun yerine Amerikalı yönetmenleri ve auteur kuramının gelişmesini destekledi. Bir yönetmenin fark edilebilir imzası -bir yönetmenin sinemasını tanımlayan kişisel damga- bir büyüklük işareti olarak görüldü.''
*
(><) Nana (Anna Karina) Vivre sa vie'de (Hayatını Yaşamak) fa*hişeliğe yönelir. Yönetmen Godard, Nana'nın trajik öyküsünü her biri ara başlıklarla noktalanan 12 epizotta anlatır.
*
(><) Claude Chabrol'un Le beau Serge (Yakışıklı Serge) filminin afişi. Film genel olarak Yeni Dalga hareketinin ilk filmi olarak değerlendirilir.
*
(><) Jackues Rivette'in kamerası yönetmenin ilk filmi Paris nous appartient'de (Paris Bize Aittir) Fransa başkentinin kapsamlı görüntülerinden haz alır. (Sayfa: 248-249)
*
*
*
''Fahrenheit 451 (1966) gibi sonraki filmlerle Truffaut daha geleneksel bir tarza yöneldi. Ancak öğrenci hareketini desteklediğini açığa vurduğu 1968 Cannes Film Festivali'ndeki eylemlerinin gösterdiği gibi, Fransız sinemasında lafını sakınmayan bir aktivist olarak kaldı.''
*
(><) Geçen Yıl Marienbad'daki bu belirsiz görüntüde şatonun bahçesinde ayakta duran figürler gölge oluştururken ağaçlar oluşturmaz.
*
(><) Çete Dışında'nın çarpıcı afişi Godard'ın en keyifli filmlerinden biri olan bu filmin sahnelerinden bir montajı kullanır.
*
(><) Truffaut'nun Yeni Dalga klasiği Jules ve Jim'de Catherine (Jeanne Moreau), Jim (Henri Serre) ve Jules (Oscar Werner) mutlu anların keyfini yaşarlar.
*
(><) Agnes Varda'nın Cle 5-7 filmi ölmekte olduğunu düşünen Fransız bir şarkıcının yaşamındaki iki saati anlatır. (Sayfa: 250-251)
*
400 Darbe, 1959
Les quatre cent coups, François Truffaut (1932-84)


''Bu filmle Truffaut Hollywood'un kamera hareketi ve hızlı kurgu konusundaki üretkenliğinin yersiz olduğunu kanıtladı ve Sinemaskopun kurallarını yeniden yazdı.''
*
(><) Antoine'in sinema tutkusu onun mutsuz yaşamı içindeki birkaç parlak ışıktan biridir.
*
(><) Antoine Doinel karakteri Truffaut'nun alter egosu olarak görüldü.
*
(><) Jenerik yazılarının gerisindeki pan çekimleri, Antoine'ın öyküsünde Paris'in bir arka plandan çok anlatı boyunca beliren bir karakter olduğu gerçeğini yerleştirir. Şehir, bu çocuğun dünyasının bir parçasıdır, soluduğu hava, aynı zamanda içinde boğulabileceği denizdir.
*
(><) Antoine annesinin bir yabancıyla öpüştüğünü görür. Bu, ev yaşamının gerçek anlamdan yoksun olduğunu giderek daha fazla fark edişini vurgular. Bu da iyi bir anne olmayan kadının, kendisine p*iç muamelesi yapan babasına karşı kötü bir eş olduğunu da gösterir.
*
(><) Antoine bir daktilo çaldıktan sonra yakalanır ve çocuk ıslahevine gönderilir. Psikologla yüz yüze görüşen Antoine daha önce hiç olmadığı kadar kendini ifade eder. Bu sahnenin gücü canlı sesli çekilmesinden ve yazılı metin olmamasından gelir.
*
(><) Antoine kaçar ve sahile ulaşır ancak artık kaçacak yeri yoktur. Açık bir finali olmayan bir öykünün sorununa nefes kesici bir çözüm içinde Truffaut, Antoine'ın sorgulayan ve suçlayan bir ifadeyle yüzünü izleyiciye döndüğü bu final çekimini dondurur. (Sayfa: 252-253)
*
Serseri Aşıklar, 1960
A bout de soffle, Jean-Luc Godard (d. 1930)
*
''İkonik bir film olan Serseri Aşıklar'ın minimal düzeyde bir olay örgüsü vardır ve yalnızca bir yerden diğerine gitmeye dair sıradan bir işin atlamalı şekilde kurgulanması sayesinde, film, tutarsızlıktan uzak durur. Filmde uğursuz ama cool caz piyanosunun eşlik ettiği karakterler sanki yaşamları hızla ileri sarıyormuşçasına hızlı gidiyor görünür.''


(><) Yeni Dalga'nın kusursuz çiftlerinden biri, 1960'da daha Fransız ve daha soğuk bir çift yoktu.


(><) Dünyanın her yerinde öğrencilerin duvarlarını süsleyen klasik afiş.


(><) Sıradan bir girişle Michel 1940'ların şapkasının altından bakmak için gazetesini indirir. Kurnazca bir küstahlıkla sigarasının dumanını üfler. Bu önemli rol Belmondo'yu Yeni Dalga'nın önde gelen oyuncusu yaptı.


(><) Michel ve Patricia, Champs Elysees'de buluşurlar. Michel 1940'ların B sınıfı filmlerindeki bir kabadayı gibi davranan sıradan bir gangsterdir. Kadın ise genç ve güzel bir Amerikalıdır. Dış mekanda çekilen film büyük bir dolaysızlıkla Paris'in görüntülerini ve seslerini kaydeder.


(><) Michel The Harder They Fall'un (1956) fotoğraflarını inceler. Michel'in pozları ve davranışları filmden alınmadır. Kendine Bogart'ın ekran kişiliğini örnek alır. Amerikan sineması hayranı Godard Serseri Aşıklar'a diğer filmlerden alıntıları dahil eder.


(><) Patricia'nın ihanetine uğrayan Michel, polisler tarafından arkasından vu*rulur ve koşar. Arkasındaki ka*n lekesi yayılır ve ağzındaki sigarayı üflerken düşüp ö*lür. Kadın ona dehşetle bakar fakat sonra umursamazca adamın son sözlerini fark eder (''Sen gerçek bir aşağılıksın''). (Sayfa: 254-255)
*
İNGİLİZ YENİ DALGASI
*
''Londra'da bir dizi kısa, küçük bütçeli İngiliz beelgeseli gösterildi. Bir gazetenin yazdığı gibi, ''Londra'daki her sakallı ve kalın tüylü kabanlı, her alagarson saç kesimli ve kotlu insan 'Özgür Sinema'yı görmek için Güney Yakası'na gitmiş gibiydi.'' Bu belgeseller eğlence parkları, dans salonları ya da gençlik kulüpleri gibi konuların dürüstçe incelenmesiydi. O dönemin Britanya sinemasıyla karşılaştırılınca bu tip filmler çığır açıcıydı. Yönetmen ve eleştirmen Lindsay Anderson'a (1923-94) göre 1950'ler Britanya sinemasında bir kayıtsızlık ve ''ruhsuz hümanizm'' dönemiydi. Bu John Mills savaş filmlerinin ve Jack Hawkins gibi ''delikanlıların'' pipo içtiği soğuk dramlar dönemiydi.''


(><) Uzun Mesafe Koşucusunun Yalnızlığı'nda ıslahevinde kalan Colin Simith (Tom Courtenay) umutsuzluğundan koşma yoluyla kaçar.


(><) A Kind of Loving: genç kızın gözleri umut doludur ancak (Alan Bates'in canlandırdığı) sevgilisinin yüz ifadesinin görülmemesi önemlidir.


(><) 1960'ların ortasındaki Biritanya'nın bir parodisi olan Darling'de Dirk Bogarde ve Julie Chiristie düğüm olmuş durumdalar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1962) A Kind of Loving diğer birçok İngiliz Yeni Dalga film gibi işçi sınıfını aksiyonun merkezine yerleştirir.
*
(1964) Richard Lester'in (d. 1932) Beatles filmi A Hard Day's Night hareketli 1960'ları başlattı. Film kendilerini oynayan Beatles üyelerinin bir günlerini anlatır. (Sayfa: 258-259)
*
Sevişme Günleri, 1960
Saturday Night and Sunday Morning, Karel Reisz (1926-2002)
*

(><) Stilize saçlarıyla, takım elbisesiyle ve birasıyla normal haldeki Arthur.


(><) Film afişte de ima edildiği gibi ci*nselliği işlediği için ''X'' kategorisine sokuldu.
*

(><) Filmin başında Arthur fabrikada çalışırken gösterilir. İşinde açık bir şekilde çok iyidir ve çok sıkılmıştır. Bu sahne onun başkaldırısının işaretini verir. Dış-sesi onun zaten bu sisteme itiraz ettiğini netleştirir.


(><) Arthur evli bir kadın olan ve kendisinden hamile kalan Brenda ile bir ilişki yaşamaktadır. Fuar alanında onun kocasının asker kardeşi tarafından dövülür. Bu Arthur'un yaşamını hayal etmekten hoşlandığı kadar kontrol edemediğinin ilk işaretidir.
*

(><) Arthur ve Doreen (Shirley Anne Field) çimenli bir bayırda geleceklerine doğru yürürler. Her zaman bir yuva kurmayacağına ve uyumsuz olmaya yemin etmiştir ancak Doreen ''bir banyosu ve her şeyi olan'' yeni bir ev ister. Bunu sağlamak Arthur'un görevidir.
*
ROMANDAN BEYAZPERDEYE


Alan Sillitoe'nin romanı Sevişme Günleri otobiyografik unsurlarla doludur. Sillitoe Nottingham'daki sert, işçi sınıfı ortamında büyüdü ve on dört yaşında okuldan ayrıldı. Arthur gibi fabrikalarda çalıştı. Roman işçi sınıfının yaşamına iç karartıcı şekilde bakışından rahatsız olan birkaç yayımcı tarafından reddedildi. Roman ilk yayımlandığında film hakları, sonraları Jaames Bond filmlerini yapacak olan Harry Saltzman tarafından hemen satın alındı. Yönetmen Karel Reisz için senaryoyu yazan Sillitoe itaatsizlik ile şiirselliği birleştiren bir işçi sınıfı yaşamı tanımlaması yaptığı için kutlandı. Reisz'ın filmi Sillitoe'nin tanımladığı haliyle Arthur'un hoşnutsuzluğunu ve saygısızlığını yakalar. Ancak daha sonra Reisz'ın yorumladığı gibi, ''Alan'ın kitabındaki Arthur'un daha basit bir şekilde bir kahraman, bir sözcü -Alan'ın kalbinin onun yanında olduğunu düşünüyorum. Filmde bu unsur vardır ancak film onu aynı zamanda kendi çevresinin bir parçası ve yaşamını yaşamak zorunda olduğu tarzın bir ürünü olarak görür.. Film onun açmazının kurban yanına bakar.'' (Sayfa: 260-261)
*
Bir Sporcunun Hayatı, 1963
This Sporting Life, Lindsay Anderson (1923-94)
*
''Lindsay Anderson'un Bir Sporcunun Hayatı (This Sporting Life) filmi, dönemin Britanya filmlerinde nadir görülen bir ''çarpıcı fiziksellikle'' övünür. Eleştirmen Penelope Gilliat şunları yazdı: ''Filmin bir yumruk gibi darbesi var. İngiliz karakterdeki şiddete ve acı kapasitesine böylesi bir ifade kazandıran bir İngiliz filmi daha önce hiç görmemiştim.''..''


(><) Machin (Harris) ve Margaret (Roberts) yoğun ama nafile bir ilişki yaşarlar.


(><) Film aynı zamanda senaryoyu da yazan David Storey'in romanından uyarlandı.
*
(><) Frank Machin'in (Harris) ragbi sahasında dişi kırılır ve sonunda diş hekiminin koltuğuna oturur. Narkoz altında geçmişe dönüşler içinde bir dizi geçmiş olayı görür. Anderson ve kurgucu Peter Taylor filmin geçmişe dönüşe dayalı anlatısı için yaratıcı bir kurgu stilini kullanırlar.
*
(><) Machin, kocası yakın zamanda ölmüş olan duygusal olarak soğuk Margaret Haammond'un evinde kiracıdır. Takıntılı bir şekilde kocasının ayakkabılarını parlatırken, duygularını paylaşmaya başlar. İkili arasında endişeli bir ci*nsel ilişki gelişir.


(><) Machin hıncahınç dolu bir kalabalığın önünde mükemmel bir sayı yaptığında, dünyanın zirvesindedir. Sahanın dışında agresif Machin daha az başarılıdır. Ragbi dünyasında ünlü olur ancak bu durum kendisini ve Margaret ile ilişkisini etkilemeye başlar.
*
(><) Margaret yatağı hazırlarken Machin onu tutar. Başta Margaret ona direnir ama daha sonra kızını oynaması için dışarı gönderir ve teslim olur. Kederli Margaret sevgisini Machin'e gösteremez. İkisi de birbirine karşı acımasızdır ancak Machin'in duyguları şi*ddet içinde boşalır. (Sayfa: 262-263)
*
LATİN AMERİKA SİNEMASI


''Latin Amerika geniş ve değişik bir bölgedir. Coğrafi olarak, Güney Amerika'nın güney ucundan Kaliforniya'ya ve Karaip Adaları'na kadar olan bir alanı kapsar. Politik olarak, 1960'larda içinde hem Brezilya'nın sağ-kanat askeri cuntasını hem de Küba'nın sosyalizmini barındırdı. Sinemasal olarak, 1960'lar öncesinde ve sırasında önemli ticari sinema endüstrilerini kurmuş olan ülkeleri ve film üretiminin minimum düzeyde olduğu ülkelere ev sahipliği yaptı.
1960'lar boyunca Güney Amerika'daki en önemli ulusal sinema tartışmasız diliyle -Portekizce- ve hem Afrika'nın hem Avrupalı sömürgecilerin hem de yerli halkların etkilerine sahip olan farklı kültürüyle bölgenin geri kalanından ayrılan, kıtanın en büyük ve en kalabalık ülkesi olan Brezilya sinemasıydı. 1930'da Brezilya sinemasında iyi filmler çıkmıştı ancak gerçek atılım 1960'ların başında sloganı ''akılda bir fikir ve elde bir kamera'' olan Yeni Sinema (Cinema Novo) hareketinin ortaya çıkmasıyla yapıldı. Hareketin en önemli kişisi, haydutları öldürmek için kiralanan ve daha sonra devrimci olan bir silahşörle ilgili O Dragão da Maldade contra o Santo Guerreiro (Antonio das Mores, 1969) filmini yapan kuramcı, eleştirmen, yazar ve yönetmen Glauber Rocha'ydı (1939)''
(..) 1964'teki askeri darbe Brezilya sinema endüstrisi üzerinde baskıların artmasına neden oldu ancak Rocha bu duruma alegorik Terra en Transe (Sarsılan Toprak, 1967) ile yanıt verdi.''
(..) ''1960'lar ayrıca Brezilya sinemasına uluslararası bir film festivalinde önemli bir ödül kazandırdı. (..) Anselmo Duarte'nin O Pagador de Promessas (The Given Word, 1962) filmi Cannes'da Altın Palmiye'yi kazandı ve bu film bugüne kadar bu prestijli ödülü kazanan tek Brezilya filmi oldu.''
*
(><) Rocha'nın O Dragão da Maldade contra
o Santo Guerreiro filminde kat*til Antonio das Mortes (Maurico do Vale) bir cangacieros'un (gerilla lideri) ortadan kaldırılması için kiralanır, ancak o görevini sorgulamaya başlar.
*
(><) Ruy Guerra'nın Os fuzis filmi sınıfsal bölünmeye dair güçlü bir öyküdür. Film, 14. Uluslararası Film Festivali'nde Gümüş Ayı ödülünü kazandı.
*
(><) Nelson Pereira dos Santos'un kasvetli etkileyici filmi Vidas Secas'da kovboy Fabiano (Atila Lorio) daha kentli güneyde iş bulma umuduyla ailesini Brezilya'nın arka bölgelerine (sertao) götürür. (Sayfa: 264-265)
*
*
*
''Latin Amerika'da başarılı ve sağlam bir sol-kanat devrimi devam ettiren tek ülke olan Küba'daki koşullar eşsizdir. Bununla birlikte Brezilya'da, Arjantin'de ve Meksika'da yapılan en iyi filmleri niteleyen toplumsal eleştirinin gösterdiği gibi, politik angajmanları olan sinemaya yönelim yoktu. 1960'larda Latin Amerika sinemanın politik olmayı göze alamadığı bir bölgeydi.''
*
(><) Ben Küba epik Sovyet ve Küba propagandasıdır. Maria (Ruz Maria Collazo) bir klüpte bir Amerikalı ile tanışır ve onunla yatar. Adam ona hem geçirdiği zaman için hem de haç kolyesi için para bırakır.
*
(><) Aziz Simeon Stylites'in öyküsüne dayanan Luis Bunuel'in Simon del desierto filminde Simon (Claudio Brook) sürekli test edilen inancının bir kanıtı olarak bir sütunun tepesinde yaşar.
*
(><) Octavio Getinno ve Fernando Solanas'ın Fırınların Saati ''Üçüncü Sinema'' içinde bir uygulamadır. (Sayfa: 266-267)
*
Kara Tanrı ile Sarışın Şeytan, 1964
Deus e o Diabo na terra do sol, Glauber Rocha (1939-81)


''Kara Tanrı ile Sarışın Şeytan geleneksel karakterleştirmeden kaçınır, bunun yerine her karakteri ya devleti ve onun sömürgeci zihniyetini temsil eden ya da ona muhalefet eden bir ideolojiyi ayrıştırmak için önemsiz biri olarak kullanır. Aynı zamanda Rocha filmin mekanizmalarını anlayarak gerilimle içten içe kaynayan sekanslar yaratır. Film folk şarkıcısı Sergio Ricardo'nun parçalarını içeren müziğiyle ünlüdür ve başkarakterlerin varolmaya çalıştıkları kavrulan toprağı çarpıcı bir şekilde yakalayan Waldemar Lima tarafından görüntülenmiştir.''
*
(><) Mesih rahip Sebastiao (Lidio Silva) vaat edilmiş toprağı arayışta cemaatine öncülük eder.
*
(><) Haydut lider Corisco afişi güzelleştirir.
*
(><) Mauel'in (Geraldo Del Rey) radikalleşmesi bir koruyucuyu ö*ldürmesiyle başlar. Rocha açık bir şekilde her karakteri ya yoz yöneticilerin ya da onlardan acı çekenlerin yanında konumlar.
*
(><) Bir rahibin bir dağın üzerindeki vaazında Hıristiyanlık ve sosyalizm ayrılmaz şekilde iç içe geçerek bir devrimcinin si*lahlanmaya çağrısına dönüşür. İzleyen sahnelerde haç ve si*lah köylü isyanının ikiz sembolleri haline gelir.
*
(><) Albert Camus'nün ''bütün büyük eylemlerin ve bütün büyük düşüncelerin gülünç bir başlangıcı vardır'' tezini yansıtan Rocha Manuel'in sonu olmayan bir yolda bir kayayı taşıdığı bir sekansta Sisyphus mitiyle oynar. Bu hem ruhani bir ceza hem de aydınlanmaya giden yoldur.
*
(><) Antonio das Mortes ile Carisco (Othon Bastos) arasındaki zirvesel si*lahlı çatışma, yönetmenin geleneksel Hollywood si*lahlı çatışmasının kurallarıyla oynamaya isteksiz oluşunu gösteren ileri sıçramalar nedeniyle geleneksel olmayan Spagetti Western tarzını önceden canlandırır. (Sayfa: 268-269)
*
Azgelişmişlik Anıları, 1968
Memorias del subdesarrollo, Tomas Gutierrez Alea (1928-96)


''Tomas Gutierres Alea, Küba'nın en önemli yönetmenidir ve Azgelişmişlik Anıları onun başyapıtıdır. Entelektüelin toplum içindeki rolüyle ilgili bu sofistike filmin anlatısı gerçeklik ile kurmaca arasında gidip gelir ve Küba Devrimi'ni ve eleştirel bir gözü destekler. Film, toplumsal olarak düşünmeye istekli yönetmenlerin kuşaklarına esin vermiştir. Edmundo Desnoes'in romanına dayanan film 1961'deki başarısız Domuzlar Körfezi işgali ile 196'deki Küba füze krizi arasındaki dönemde Havana'da geçer. Batista rejiminde zengin olan orta sınıfların Birleşik Amerika'ya göçüyle başlayan film, onların arkada bıraktıklarından biri üzerine odaklanır.''!
*
(><) Sergio teleskopundan Havana caddelerinde yaşanan olaylara bakar.
*
(><) Bilmece gibi bir eskiz afişi güzelleştirir.
*
(><) Havana 1961. Birçok insan ülkeden ayrılarak ABD'ye gitti. Sergio da ailesini ve karısını uğurluyor. Onlar gittiklerinde Sergio aşırıcı derecede rahatlamış görünür. Görüntüdeki insanların oyuncu olmadığı, bunun bir arşiv filmi olduğu düşünülebilir.
*
(><) Haber filmlerinde, arşiv röportajlarından ve fotoğraflardan oluşan bir sekans Domuzlar Körfezi komplocularının davasını, Batista rejiminin canavarlıklarını ve bu diktatör döneminde serpilen burjuva seçkinleri değerlendirir. Bir dış-ses sözde istilacıları bu burjuvaziye benzetir.
*
(><) Sergio aktris olmayı arzu eden genç Elena'yı baştan çıkarır. Devrim öncesinde sansürcülerin kestiği ci*nsel sahnelerin bir montajını izledikleri bir film stüdyosundan Sergio'nun dairesine dönerler. Sarılmadan önce Elena onun karısının elbiselerinden birini giyer ve daha sonra se*vişirler.
*
(><) Küba füze krizi bütün adayı alarma geçirdi. Castro televizyona çıkarak ABD'nin nükleer saldırı tehditlerine boyun eğmeyi reddediyor. Korku dolu Sergio evin içinde volta atar ve sahilde tek başına yürür. Castro'nun karşı koymasını ''pahalı bir asalet'' olarak tanımlar. (Sayfa: 270-271)
*
YENİ HOLLYWOOD
*
''1960'ların başında film starları listesine Cary Grant, Elizabeth Taylor, Frank Sinatra ve John Wayne gibi oyuncular hakimdi. 1960'ların sonunda ise yeni bir panteon vardı ve bunlar arasında Paul Newman, Warren Beatty, Faye Dunaway, Robert Redford, Dustin Hoffman, Sidney Poitier, Jane Fonda ve Barbra Streisand bulunuyordu.''


(><) Billy Wilder'ın Garsonyer filminde Jack Lemmon iş yerindeki ince davranışlı aptal ''Bud'' Baxter rolünde.


(><) Çılgınlar Kraliçesi Audrey Hepburn'e kariyerinin rolünü verdi ve onu bir stil ikonu olarak ölümsüzleştirdi.


(><) Who is Afraid of Virginia Woolf.? (Kim Korkar Hain Kurttan.?) afişte görüldüğü gibi Edward Albee'nin oyununa büyük ölçüde sadık kaldı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1961) Uygunsuzlar'da Clark Gable ve Marilyn Monroe son kez beyaz perdede göründüler.
*
(1962) Marilyn Monroe ö*ldü. Büyük bölümü ABD dışında çekilen Cleopatra'nın yapımı bitmek bilmedi. John Ford The Man Who Shot Liberty Vallance'ı yönetti.
*
(1964) Sansürle zorlu bir mücadelenin ardından Sidney Lumet'nin yönettiği Pawnbroker gösterime girdi. Filmde çıplak göğüsler görülüyordu. (Sayfa: 272-273)
*
*
*

(><) Neo-noir Point Blank'te Lee Marvin sert yüz ifadeli Walker rolünde. Geleneksel kara filmin kasvetli tonlarından kaçınan John Boorman filmi parlak gün ışığında çekti.
*
(><) Bullitt daha sonra yapılan Kirli Harry (1971) gibi filmlerdeki itaatsiz, isyanın eşiğindeki polis karakterini yerleştirdi.


(><) John Schlesinger'in ABD'nin alt sınıfını incelediği Geceyarısı Kovboyu'nda iki marjinal serserinin arasında alışılmadık bir dostluk gelişir.


(><) Gecenin Sıcağı'nda (In the Heat of Nights) başrolde beyaz olmayan bir oyuncunun olması bakımından radikal bir filmdi. Sidney Poitier'in canlandırdığı Tibbs karakteri beyaz bir karakterin attığı tokada tokatla karşılık verdiği için daha fazla tartışmaya yol açtı. (Sayfa: 274-275)
*
Dr. Strangelove, 1964
Stanley Kubrick (1928-99)


''..''Değerli bedensel sıvılarımız'' yok etmeye yönelik komünist bir komplo olarak gördüğü florlamadan panikleyen Stratejik Hava Komutanlığı'ndan General Jack D. Ripper (Sterling Hayden), III. Dünya Savaşı'nı başlatır. Peter Sellers sinemadaki en iyi performansını sergileyerek üç farklı rolde oynar.'' (..)
*
''Kubrick'in görüşüne göre Doğu ve Batı'nın iktidar seçkinleri içindeki orta-yaşlı erkeklerin ci*nsel yetersizlikleri dünyanın sonunu getirecektir.''
*
(><) Savaş Odası. Set tasarımcısı Ken Adam daha önce de Dr. No'da (1962) çalışmıştı.
*
(><) Orjinal film afişini Fransız illüstratör Tomi Ungerer yarattı.
*
(><) Bir bo*mbardıman uçağının yakıt ikmalini gösteren hava kuvvetlerine ait belgesel çekime, -çekim bir çiftleşmeye dönüştürülerek- romantik bir hava kazandırılır. Finalde mantar biçimindeki nükleer bulutların görüntüsüne Vera Lynn'in ''We'll Meet Again'' şarkısı eşlik eder.
*
(><) Başkan Merkin Muffley (Peter Sellers) sarhoş olan Rus lidere ülkesine yanlışlıkla bir saldırı yapılmak üzere olduğunu açıklamaya çalışır. ''Bo*mbadan bahsediyorum Dmitri.. hidrojen bo*mbasından.''
*
(><) Binbaşı T.J. ''King'' Kong (Slim Pickens), Sovyet topraklarına düşerken nü*kleer bo*mbanın üzerine mekanik bir boğaya binermiş gibi biner. Bu rol de Sellers için ayrılmıştı, ancak o bunu yapamadı. Rol Pickens'e verilmeden önce John Wayne'e ve Bonanza'nın starı Dan Blocker'a önerildi.
*
(><) Dr. Strangelove, üst düzey politikacı ve generaller ile doğurgan genç kadınların derin yeraltı sığınaklarında Amerikan yaşam tarzının sürdüğü nükleer sonrası geleceğe dair görüşünü açıklarken, itaatsiz metal kolu Nazi selamı vermeye çalışır. (Sayfa: 276-277)
*
Bonnie ve Clyde, 1967
Bonnie and Clyde, Arthur Penn (1922-2010)
*
''Clyde yoksul insanlara haciz uygulamış olan bankaların düşmanı olarak kendi Robin Hood ününü överken, Bonnie gazetelere kendi yaşamları (ve ö*lümleri) hakkında romantik bir şiir gönderir. Ancak yönetmen Arthur Penn genişleyen çete içindeki bitmek bilmeyen tartışmalarla ve kaçınılmaz olarak her yerde ka*nlı ö*lümlere yol açan rasgele şi*ddetle bu çiftin mükemmelliğine zarar verir.''


(><) Beatty ve Dunaway hoş bir ikili oluşturur.


(><) Filmin afişinde şunlar yazar: ''Onlar genç, birbirlerine aşıklar ve insanları ö*ldürürler.


(><) Bonnie ve Clyde acemice bir soygundan telaşla kaçarlar ancak C.W.'nin arabayı uygun bir şekilde park etme ısrarı yüzünden arabayı bulamazlar. Bu komedi bir banka memuru yüzünden vu*rulduğunda şok edici bir sona varır. Hızla çalınan banjo müziği kaçışa eşlik eder.
*

(><) Çete üyeleri korkmuş ama heyecanlı genç bir çifti -Eugene (Gene Wilder) ve Velma (EvansEvans)- kaçırarak artan ünlerine dair duyguyu canlandırırlar. Eugene'in bir cenaze levazımatçısı olduğunu öğrendiklerinde, Bonnie korkar ve eğlenceye son verir.
*
(><) Bonnie (gerçek Bonnie'nin yaptığı gibi) gazetelere gönderdiği kendi kahramanlıkları hakkındaki bir şiiri okur: ''Bir gün birlikte düşecekler / Yan yana gömülecekler / Çok az insan üzülecek / Bonnie ve Clyde son nefesini verdiği için / Yasa derin bir nefes alacak.''


(><) Bonnie ve Clyde bir aile toplantısında Bonnie'nin ailesiyle neşeli zaman geçirirler ancak annesi onun elvedasının son kez olduğunu söyleyerek neşeli havayı bozar. Bu sahne uyuşuk bir yaz gününün yumuşak tonlarıyla çekildi ancak herkes cenazedeymiş gibi siyah giyer.


(><) Penn finalde grafik şi*ddeti sanata dönüştürür. Kanun kaçakları bir pusuda yakalanırlar, arabaları ve güzel bedenleri delik deşik eden bir ku*rşunlar orjisi içinde ö*ldürü*lürler. Sadece birkaç dakika önce Çift or*gazma ulaşmıştır. (Sayfa: 278-279)
*
CİNSELLİK VE SİNEMA


(><) Jag är nyfiken-gul ci*nsel devrim sırasındaki İsveç toplumunu asi bir genç kadının deneyimleri aracılığıyla belgeledi. Film çı*plaklık ve sahnelenmiş ci*nsel ilişki sahnelerini içerir.
*
(><) Ci*nayeti Gördüm'ün afişinde moda fotoğrafçısı çalışırken görünür. Fotoğrafçının kısmen David Bailey'e dayanarak tanımlandığı söylenir.
*
(><) Oldukça se*ksi Barbarella rolünde Jane Fonda. Canlandırdığı unutulmaz karakter haz veren Exces*sive Machine'i deneyimler (ve cihazı bozar).
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1960) Amerika Gıda ve İlaç Yönetimi ağızdan alınan ilk doğum kontrol hapını onayladı.
*
(1961) İngiliz filmi Bir Parmak Bal tabu konularıyla (gayrimeşru çocuk, eş*ci*nsellik, ırklar arası ilişkiler) sansüre meydan okudu.
*
(1968) Paris'te öğrencilerin başlattığı gösteriler neredeyse Fransız hükümetini devirecek iki haftalık bir genel greve neden oldu. (Sayfa: 280-281)
*
Gündüz Güzeli, 1967
Belle de jour, Luıs Bunuel (1900-83)


(><)Catherine Deneuve ev kadını Severine rolüne duygusal bir mesafe koyar.


(><) Severine filmin afişinden dışarı doğru bakar. Bu Deneuve'ün muhtemelen dönüm noktası rolünün en önemli imgesidir.


(><) Film fayton zillerinin çalmasıyla başlar, bu muhtemelen Severine'in düş gördüğünün işaretidir. Severine uzun süredir soğuk davrandığı için kendisini cezalandıran kocasıyla birlikte iki atın çektiği bir faytondadır. Adam faytonculara ormanda durma ve Severine'i kırbaçlama emrini verir.


(><) Severine çocukluğundan bir kilise sahnesini hatırlayarak randevu evinin merdivenlerinden çıkar. Yumuşak ama ciddi Bayan Anais onun niyetini hemen anlar. Severine o öğleden sonra yeniden gelmeyi kabul eder. Anais ona yalnızca gündüz çalışacağı için ''Gündüz Güzeli'' der.
*
(><) Bir müşteri içinde vızıldayan ama görülmeyen bir şeyin olduğu kutuyu bir fa*hişeye gösterir. Kadın onunla yatmayı reddeder ancak Severine kabul eder. Adam bir zili çalar ve Severine gülümser, belki de fantezisindeki faytonun zillerini hatırlamıştır. Kutunun gizemi asla çözülemez.
*
(><) Bay Husson gelir ve Severine'in hasta kocası Pierre'e bütün gerçeği anlatacağını söyler. Pierre'in hareketsiz eli onun ölü olduğunu akla getirir. Pierre sandalyesinde doğrulur ve zilleri duyan ve pencereden dışarı bakan Severine ile sohbet eder. Bu onun yeni düşü müdür.? (Sayfa: 282-283)
*
Aşk Mevsimi, 1967
The Graduate, Mike Nichols (d. 1931)
*
''Avrupa sanat sinemasından ödünç alınan bir sitille, ustaca bir komedi zamanlamasıyla, müs*tehcen malzemenin ve popüler bir ses kuşağının ışıltısıyla Aşk Mevsimi genç izleyicileri yeniden sinemaya getirdi. Ayrıca ''Hollywood Rönesansı''nıngelişini ilan etti.''


(><) Benjamin duygusal olarak boşluğunun içine Bayan Robinson ile ilişkisini yerleştirmeye çalışır.


(><) Bayan Robinson'un bacağı afişe hükmeder.
*
(><) Yeni mezun olan Benjamin, Los Angeles'a döner ve onuruna verilen partiye katılır. Anne-babasının arkadaşları onu sorularla rahatsız ederler ve geleceğiyle ilgili tavsiyelerde bulunurlar (Birisi ''Sadece bir kelime: Plastik.'' der). Beklentilerin ağırlığıyla Benjamin odasına kaçar.
*
(><) Başlangıçta Bayan Robinson'un taleplerini reddeden Benjamin, Taft Otel'de onunla buluşur ve ilişkileri başlar. Bayan Robinson saf Benjamin'i baştan çıkarırken neredeyse sistemlidir. Anne Bancroft bu role aldırmazlık ile gözdağı vermenin çok doğru bir karışımını kazandırdı.


(><) Benjamin Elaine Robinson'un (Katharine Ross) evlenmek üzere olduğunu öğrenir ve hemen kiliseye gider. Damadın gelini öptüğünü görür ancak gelinin dikkatini çekmeyi başarır ve kendilerine engel olmaya çalışanları savuşturur. Bir otobüse binerek belirsizliğe doğru giderler.

SES KUŞAĞI VE SİNEMA



Paul Simon'dan film için bir şey yazmasını isteyen Mike Nichols iki önceki Simon&Garfunkel albümünden, birinin o dönemde tamamlanmış olan, Dave Grusin'in müziğiyle desteklenmiş ''Mrs. Robinson'' olduğu şarkıları kullanmaya karar verdi. Böylesine popüler bir ürünün kullanımı sinema ve müzik endüstrisine büyük katkı sağladı. Bu ses kuşağı filmin başarısında merkezi role sahiptir ve albüm film için yazılan ama filmde kullanılmayan diğer şarkılar ile ''Mrs. Robinson''un tam versiyornunu içeren Bookends onun yerini alana kadar liste başı oldu. Müziğin nasıl kullanıldığı da dikkat çekicidir. ''Sounds (sonradan Sound) of Silence'' (Sessizliğin Sesleri [sonradan sesi] filmin başında, sonunda söylenir ve Benjamin'in Bayan Robinson ile ilişki yaşarken evde tembellik yaparkenki montaj sekansı sırasında söylenir. ''Hello darkness, my old friend'' (Merhaba karanlık, eski arkadaşım) ile başlayan şarkı sözleri, her ne kadar bunlar asla doğrudan anlatıyla bağlantılı olmasalar da, Benjamin'in içsel düşüncelerini akla getirir ve hüzünlü sözcükler hareketli müzikle dengelenir. (Sayfa: 284-285)
*
CASUS FİLMLERİ
*
''Casus filmi her zaman iki gruba ayrılmıştır. Birinci grup takip ve araştırma etrafında oluşturulan anlatılara sahip sansasyonel heyecan filmlerinden oluşur. Bulldog Drummond filmleri ve iki Alfred Hitchcook serüven filmi Foreign Correspondent (Yabancı Muhabir, 1940) ve Saboteur 8Sabotajcı, 1942) ilk gruba örnektir. İkinci grup Eric Ambier ve Graham Greene gibi yazarlardan uyarlanan, Journey Into Fear (1942) ve Ministry of Fear (1943) gibi daha varoluşsal heyecan filmlerini içerir. Casus filmlerinin bu tipinde profesyonel gizli ajanlardan çok ''sıradan'' kahramanlar öne çıktı ve kara film tarzı, Dışavurumculuktan etkilenen stiliyle nitelendi.
Casus filmlerinin en parlak dönemi türün özgür demokratik Batı ile totaliter Doğu blokları arasındaki jeopolitik ve ideolojik çekişmenin bir aracı haline geldiği Soğuk Savaş dönemiydi.''


(><) Goldfinger (Altın Parmak) filminde Sean Connery James Bond rolünde. Bu klasik altın sarısına boyanmış kadın sahnesine Daniel Craig'in ikinci kez Bond'u canlandırdığı Quantum of Solace (2008) filminde saygı gösterisinde bulunulur.


(><) Martin Ritt'in John Le Carre'nin romanından uyarladığı Soğuktan Gelen Casus filminin iç karartıcı afişi.


(><) Casusluk filmi Funeral in Berlin filminde Michael Caine asi ''anti-Bond'' Harry Palmer rolünde.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1963) John F. Kennedy'ye su*ikast yapıldı. Ö*lümü çok sayıda ko*mplo teorisine yol açtı.
*
(1969) İnsanlık ilk kez aya ayak bastı, uzay yarışına son verdi ve Soğuk Savaş paranoyası atmosferine bir serüven duygusu ekledi. (Sayfa: 286-287)
*
Rusya'dan Sevgilerle, 1963
From Russia With Love, Terence Young (1915-94)
*
''Bond yapımcıları Cubby Brocoli ve Harry Saltzman serilerinin başarısından o kadar eminlerdi ki, son jenerikte ''James Bond bir sonraki Ian Fleming eseri olan Goldfringer'da geri dönecektir'' diye iddia edebildiler. Ve Bond gerçekten de bir sonraki filmde ve daha sonraki yirmi filmde geri döndü.''
*
(><) Sean Connery kusursuz rolünde.


(><) Film 70 milyon dolardan fazla kazandırarak gişede büyük bir başarı sağladı.
*
(><) Grant'ın (Shaw) bahçedeki süslemelerin içinde Bond'a benzeyen bir adama sinsice yaklaştığı iki dakikalık atmosferik bir seans, Grant'ın ne kadar tehlikeli olduğunu gösterir. Başından itibaren izleyici Bond'un karşılaşacağı gerçek tehlikeyi bilir.


(><) Bond ve Kerim Bey'in (Pedro Armendariz) gece eğlencesi şefin oğlu için rakip olan iki çingene kızın şiddetli kavgasını içerir. Bond araya girmemesi için uyarılır. Bu tip er*otik seyirlikler Bond filmlerinin cazibesinin bir parçasıdır.


(><) Bond ve Tatiana (Daniela Bianchi) İstanbul'dan kaçarlar ve lüks Orient Express'de yolculuk yaparlar. Bond'un doğuştan züppeliği yarar sağlar. Bond, Grant'ın balığın yanında şarap sipariş etmesiyle büyük bir yemek kültürü hatası yaptığında onun düşman ajanı olduğunu anlar.


(><) Kötü kadın Rosa Klebb (Lenya) ayakkabılarındaki zehirli uçlarla saldırarak James Bond'u ö*ldürmeye yönelik son bir girişimde bulunur. Tatiana, Klebb'i vu*rduğunda hangi tarafta olduğunu gösterir. Bond ''Evet, bize çok zorluk çıkardı'' der -klasik bir Bond esprisi.
*
ROMANDAN BEYAZPERDEYE


Daha sonraki Bond filmleri Ian Fleming'in romanlarına giderek daha az benzerken, ilk filmler, özellikle de Rusya'dan Sevgilerle onun romanlarına daha yakındır. Richard Maibaum'un senaryosu okuyucuya/izleyiciye Bond farkına varmadan önce düşman komplosunun takdim edildiği kitabın yapısını korudu. Hem Tatiana, Kerim, Grand ve Klebb karakterleri hem de çingene kampına saldırı ve Orient Express'deki yolculuk gibi önemli sekanslar kitaptan aynen alındı. Ancak Maibaum iki önemli değişiklik yaptı. Filmin ilk dörtte birini oldukça seyirlik aksiyon sahneleriyle başlattı: deniz motoru kovalamacası ve Alfred Hitchcock'un casusluk filmi Gizli Teşkilat'tan ödünç alınan helikopter saldırısı. Aynı zamanda Bond filmlerini Soğuk Savaş'tan ayırarak ''depolitize'' etmeye yönelik bir girişimle uluslararası ter*örist örgütü SPECTRE'yi Fleming'in Sovyet düşman SMERSH örgütü olarak değiştirdi. Kitap 1957'de yayımlandı ve Fleming'in yazdığı beşinci kitaptı. Başlangıçta iyi satmayan kitap John F. Kennedy bu kitaba hayranlığını ilan ettiğinde bir best-seller oldu. (Sayfa: 288-289)
*
BİLİM KURGU
*
''O dönemdeki bilim kurgu filmlerinin çoğu, ayrıcalıklı Maymunlar Cehennemi gibi gişede çok başarılı olsa da, Stanley Kubrick'in yönettiği 2001: Uzay Macerası bu on yılın baş yapıtı oldu. Hâlâ benzeri olmayan özel efektleriyle kutsanmış olan film o dönemdeki uzay çılgınlığına duyarlı oldu. İzleyiciler bir yandan filmin ne anlama gelebileceğini sorgularken, diğer yandan da filmin üstün imgeleminden büyülendiler. Alkışlanan ve takdir edilen 2001: Buck Rogers'ın başarısı oranında bir sanat filmi olarak kabul gördü, ancak daha sonraki bilim kurgu filmlerinin üzerindeki etkisini tahmin etmek oldukça zordur.''


(><) Rod Taylor Zaman Makinesi'nde zamanda yolculuğa hazırlanıyor. Makinenin gösterge paneli üzerinde ''H. George Wells tarafından yapılmıştır'' yazan levha filmin birkaç sahnesinde açıkça görülür.


(><) Alphaville afişteki ana figürün giysisinin gösterdiği gibi Kara Film ile disütopyan bilim-kurguyu harmanladı.


(><) Maymunlar Cehennemi John Chambers'in ustası olduğu protez makyaj teknikleri nedeniyle çığır açıcıydı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1961) Uzayda yürüyen ilk insan olan Yuri Gagarin Sovyetler Birliği'nin kahramanı olarak dünyaya döndü. Tarihsel olayla sinemanın yaratıcı imgelemini beslemeye yardım etti.
*
(1962) Sovyet filmi The Amphibian Man gemi yolculuğu serüvenini bilim kurgu fantezisiyle birleştirdi.
*
(1967) İlk başarılı kalp nakli yapıldı. Bu olay Frankenstein Must be Destroyed ve Change of Mind gibi filmlere ilham verdi.
*
(1968) Hem Swift tarzı bir taşlama hem de Flash Gordon serüveni olan Maymunlar Cehennemi gelecekteki bilim kurgu filmleri için model oldu.
*
(1968) 2001: Uzay Macerası gösterime girdi. Kubrick'in Arthur C. Clarke ile işbirliği yaptığı bu film bilim-kurguda ulaşılacak en üst düzey olarak düşünüldü.
*
(1969) Bazıları bilim kurgunun Neil Armstrong'un aydaki ''küçük bir adımıyla'' demode hale geleceği yorumunu yaptı. (Sayfa: 290-291)
*
2001: Uzay Macerası, 1968
2001: A Space Odyssey, Stanley Kubrick (1928-99)
*
''Stanley Kubrick, türünde zirveye yerleşecek bir bilim kurgu filmi yapma düşüncesine sahip olduğunda, işbirliği yapabileceği ''dünyadaki en iyi bilim kurgu yazarını'' istedi. O dönemde konunun uzmanları büyük ihtimalle Ray Bradbury'yi önerirlerdi, ancak Kubrick gerçek uzay bilimi yarışında bilgisi olan öngörülü birisini arıyordu. Büyük fikirlerde ve uygulamalı bilimde uzmanlaşmış usta bir roman yazarı olan İngiliz yazar Arthur C. Clarke ile alışılmadık bir ortaklık kurdu.''


(><) Bir hostes çığır açıcı özel efektler sayesinde yer çekimini yenmiş görünüyor.


(><) Afiş uzayın sonsuz, affetmez yapısını ifade ediyor.


(><) Siyah monolit Afrika düzlüklerinde yaşayan ön-insanımsılar kabilesinden biri olan Moonwatcher'a görünür. Richard Strauss'un bestesi ''Böyle Buyurdu Zerdüşt'' uygarlık ve savaşın başlangıcını işaret eder.


(><) Havaya fırlatılan kemik bin yıllık bir zamana uzanan bir 'uyum kesmesi' aracılığıyla dairesel bir sil*ahlar platformu haline gelir. Çoğu kez sinema tarihindeki en iyi kesmelerden biri olarak övülen bu ritmin zamanlaması mükemmeldir ve mesaj açıktır: insanlığın saniyelere sıkıştırılan evrimi.


(><) Gerilimli, terletici, klostrofobik bir sekansta Bowman isyan eden bilgisayar HAL'ı içerden demonte eder. Yapay aklın ölümü bilgisayarın ''Daisy, Daisy..'' adlı müzikhol şarkısını söylemeye yönelik aksayan girişimiyle aktarılır.


(><) Bowman yeniden doğmadan ve yenilenmeden önce uzaylıların kontrolündeki otelden geçerek sınırsızın ötesine geçer. Boşlukta yüzen ve bir zamanlar Bowman olan gözleri açık Star Çocuk dünyaya bakar.
*
ÖNCEDEN VAROLAN BESTE



2001'in müziği için Spartacus'ün müziğini besteleyen Alex North ile anlaşıldı. Kubrick benzer bir şeyler yazmada North'a yol göstermesi için geçici bir beste olaraka kaba kurguya önceden varolan bir besteyi yerleştirdi, ancak daha sonra geçici olarak seçtiği besteleri (Strauss, György Ligeti vd.) son kurguda kullanmaya karar verdi. Richard Strauss'un bestesi ''Böyle Buyurdu Zerdüşt'' en unutulmazı oldu ve BBC tarafından Apollo misyonu yayını için bir tema olarak kullanıldı. North The Shoes of te Fisherman (1968), Shanks (1974) ve Dragonslayer'da (1981) 2001'deki bestelerini yeniden kullandı. 2001 kolaj beste kullanımında bir öncüydü ve başkalarının -Martin Scorsese (d. 1942), Quentin Taratino (d. 1963)- filmlerinde kayıt koleksiyonlarından besteleri kullanmalarına neden oldu. (Sayfa: 292-293)
*
KORKU FİLMLERİ


''Şoklar ve ani korkular dizisinden çok uzakta olan 1960'lardaki korku filmleri çoğu kez bu türü daha geniş konuları incelemenin bir aracı olarak kullandı.''
*
''Özellikle Batı ülkeleri sinemalarında 1960'lar korku filmlerinin sanat olarak saygı gördüğü bir dönemi temsil etti. Ancak bu on yıl aynı zamanda bu türün odağını şaşırdığı bir dönemdi. Stüdyolar bu filmlerin sonsuz devam serileri ve ucuz taklitler biçiminde sınırsızca üretilebileceğini anladılar. Korku filmleri ucuz bir ürün haline geldi; arabalı sinemalar sömürü tarifesine dönüştürüldü. Yine de 1960'lardaki korku filmleri bir süre gençliğe yönelik ''slasher'' filmi pazarının ortaya çıkması ve doymasından önce gelişen bir yaratıcı alan sağladı.''
*
(><) Lanetliler Köyü'ndeki uğursuz çocukların tümünün açık sarı saçları, dikkat çekici gözleri ve kendilerini korumak için kullandıkları telepatik güçleri vardır.
*
(><) Yaşayan Ölülerin Gecesi'nde George A. Romero korku ile toplumsal yorumun ısrarcı, cesur birleşimini yaratarak korku türünde yeni bir dalgayı haber verdi.
*
(><) Kuşlar'ın doruk sahnesi yedi günde çekildi. Kuşlar naylon iplerle Tippi Hedren'in giysilerine iliştirildi. Hedren bu süreci ''hayatımın en kötü yedi günü'' olarak tanımlamıştır. (Sayfa: 294-295)
*
Sapık, 1960
Psycho, Alfred Hitchcook (1899-1980)
*
''Alfred Hitchcock bir yönetmen olarak tek amacının ''izleyiciyi filme bağlamak'' olduğunu iddia etmekten hoşlandı. Bu ölçüte göre Sapık onun üstün başarısı olarak sayılmalıdır. Hitchcock'un birçok filminde izleyiciler koltuklarının kenarında oturmuşlardı, ancak Sapık kesinlikle izleyicilerin koltuklarının altına gizlenerek çığlık attıkları ilk filmdi.''
*
''Sapık Hitchcock'un kariyerindeki en başarılı filmdir. Küçük bir televizyon ekibiyle siyah-beyaz olarak hızlı ve ucuza çekilen film sadece ABD'deki gösteriminde 15 milyon dolar hasılat yaptı. Hitchcock, Truffaut'ya şöyle demişti: ''Kitlelere erişmek için sinemayı kullanmak çok tatmin edici. Filmde seyirciyi heyecanlandıracak ne bir mesaj ne olağanüstü oyunculuk ne de romanı sevmelerinin veya uyarlamanın harikalığının bir önemi vardı. Onlar sadece saf filmin etkisine kapıldılar.''


(><) Marion Crane motele geldiği sırada, NormanBates uğursuzca evinin dışında durur.


(><) Yarı giyinik Janet Leigh afişi donatır.


(><) Patronunun müşterisine ait 40 bin doları çalan Marion Crane (Leigh) kaçarak, sevgilisinin yaşadığı kasabaya gider. Yolun kıyısında arabasında uyurken bir trafik polisi tarafından uyandırılır. Tedirgin davranışları suçunu ve kafa karışıklığını ele verir.


(><) Bates motelde Norman (Perkins) annesinin kıskançlık nöbeti nedeniyle özür diler ve Marion'a motel ofisinin arkasındaki odada sandviç ve süt ikram eder. Norman Bates, Perkins'in kariyerindeki belirleyici bir rol oldu ve hep bir ka*til olarak hatırlandı.


(><) Marion duşta ö*ldü*resiye bı*çaklanır. Bu sahne ünlü bir kurgu başarısıdır -sadece otuz saniyede otuz altı çekim. İzleyiciler bı*çağın Marion'un bedenine saplanışını görmezler, ancak el becerisi, ses efektleri ve çok tiz keman sesleri nedeniyle gördüklerini düşünürler.


(><) Marion'un patronunun kiraladığı özel dedektif Milton Abrogast (Martin Balsam) araştırma yapmak için Bates'in evine gelir. Merdivenlerden çıkarken, duş sahnesinde görülen gri saçlı figür büyük bir bı*çakla ona saldırır.


(><) Kız kardeşine ne olduğunu anlamak için Bates'in evini inceleyen Lila Crane (Vera Miles) bodrumda oturan gri saçlı figürle karşılaşır, ancak sandalye döndüğünde bunun Norman'ın annesinin mumyalanmış hali olduğu ortaya çıkar. (Sayfa: 296-297)
*
Rosemary'nin Bebeği, 1968
Rosemary's Baby, Roman Polanskı (d. 1933)
*
''Polanski gösterişli Manhattan dünyasının uğursuz yanını didiklerken, Levin'in zekice olay örgüsü bu dünyayı öğütürken daha derine iner ve filmi ciddi biçimde korkutucu ve zarif bir şekilde duygusal (''onda babasının gözleri var'') bir zirveye getirir. Christopher Komeda'nın ürkütücü film müziği özellikle unutulmazdır.''


(><) Filmin dramatik zirvesinde Rosemary sonunda çocuğuyla ilgili hakikati öğrenir.


(><) Filmin merkezindeki mesele üzerine karamsar düşünme, bu afiş imgesini sağlar.


(><) Rosemary komşularının himaye ettiği kadının (Angela Dorian) boynuna takmasında ısrar ettiği otu (kurmaca ''tannis Kökü'') koklar. Filmin ilk sahnelerinde Farrow bir peruk takar ve kısa süre sonra peruğun yerini ikonik Vidal Sassoon saç kesimi alır.
*
(><) Komşusu Minnie'nin (Ruth Gordon) hazırladığı ilaçlı bir tatlıyı yedikten sonra Rosemary tedirgin edici bir düş görür. Düşünde Rosemary tarikat tarafından boyun eğdirilir ve şe*ytani bir varlık tarafından te*cavüz edilir. Bu sahne filmin en korkutucu sahnelerinden biridir.
*
(><) Rosemary yardım için eski doktoruna gider. Ancak doktor tarikatin üyesi olan kıdemli fizikçiyi çağırır ve genç kadın yeniden sa*tanis*tlere dönmüş olur. Farrow'un kimsesizmiş gibi kırılgan görünümü, hamileliği ilerledikçe sağlığı kötüleşen Rosemary rolünde çok işine yaradı.
*
(><) Tarikat tarafından Deccal'e anne olmaya cesaretlendirilen mahvolmuş durumdaki Rosemary beşiğe yaklaşır ve bebeğinin neye benzediğini görür. Levin'in romanına sadık kalan Polanski, Rosemary zarifçe beşiği sallamaya başladığı sırada ürpertici bir final yaratır.
*
SA*TANİK SİNEMA


Şeytan sinema tarihinin başlarında ortaya çıktı. Le manoir du diable'de (1896) yönetmen Georges Melies Şeytan'ı canlandırdı. Faust efsanesinin en iyi versiyonu hââ F. W. Murnau'nun Faust (1926) filmidir, ancak All That Money Can Buy'dan (1941) Şeytanın Avukatı'na (The Devil's Advocate, 1997) kadar filmlerde şeytan ile anlaşmalar yapıldı. Borsa (Wall Street, 1987) ve Şeytan Marka Giyer (2007) de dahil birçok film Faust öyküsünden ibaretti ve yapıldıkları on yılların kaygılarını ifade ettiler. Şeytana tapınma, Manhattan tarikatının Levin'in romanındaki ve Hammer'ın şamatalı filmi The Devil Rides Out'daki tarikatı önceden haber veren The Seventh Victim'de (1943) olduğu gibi, filmlerde çoğunlukla bir tehdit olarak yer aldı. Sinemanın en iyi şeytanları arasında Şeytan Çıkmazı'ndaki (Angel Heart, 1987) Robert De Niro'dur. (Sayfa: 298-299)
*
AVRUPA SİNEMASI
*
''1960'larda Avrupa sineması kişisel bakışın, stilistik revizyonizmin ve değişen politik manzarayla içten ilgilenmenin zengin bir geçit törenini gösterdi.
Bu, yönetmenlerin anlatı sinemasının geleneksel gramerini değiştirdikleri, hatta bazen ilişkili oldukları akımlara karşı isyan ettikleri bir tepki, devrim ve olgunluk on yılıydı. Bu on yıldaki birçok film Fransız Yeni Dalga öncülerinin saldırdığı eskimiş şablonları yeni ve bazen yabancılaştırıcı bir etki yönünde yeniden biçimlendirdi. Gerçekten de bu dönemde önemli yönetmenlerin filmleri 1950'lerin ikinci yarısında formüle edilen auteur -sanatçı olarak yönetmen- kuramının prensiplerini yerine getirdi.''


(><) Antonioni'nin Batan Güneş filminde sevgililer Pierro (Alain Delon) ve Vittorio'nun (Monica Vitti) etrafını uğursuz bir karanlık kuşatır.


(><) Jacques Tati'nin Play Time (Oyun Zamanı) filminin afişi modern mimarinin bireyi nasıl cüceleştirdiğini ifade eder.


(><) Jacques Demy'nin çılgınca renkli romansı Cherbourg Şemsiyeleri'nde Genevieve (Deneuve) dul annesiyle birlikte kendi şemsiye dükkanlarında.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1962) Andrei Tarkovsky ilk uzun metrajlı filmi İvan'ın Çocukluğu'nu yaptı ve dönemin önemli yönetmenlerinden biri olduğunu gösterdi.
*
(1966) Gillo Pontecorvo'nun Cezayir Savaşı filmi Cezayir'deki Fransız sömürgeciliğine şiddetli bir saldırıyı içerdi ve beş yıl boyunca Fransa'da yasaklandı.
*
(1968) Avrupa'ya yayılan öğrenci ayaklanmaları yönetmenlerin önceliklerini yeniden değerlendirmelerine yol açtı. Mayıs ayındaki Cannes Film Festivali ertelendi. (Sayfa: 300-301)
*
*
*
''1960'ların ortalarında Çek Yeni Dalgası'nı oluşturan bir grup film 1968 Prag Baharı öncesinde Komünist rejimden duyulan politik rahatsızlığı gizlemek için alegori ve alt-metin kullandı.''
*
''1960'larda Sovyetler Birliği'nde sıkı sansür yasaları gevşedi ve Joseph Stalin'in yönetimi sırasındaki devletin gözetiminde olan Sosyalist Gerçekçi film yapımı dönemi sona erdi.''


(><) Fellini'nin 8½ filminde sevecen Mastroianni saçları kırlaşmış, siyah bir şapka ve takım elbise giyen ve siyah çerçeveli gözlük takan yaratım sıkıntısı çeken yönetmen Guido'yu canlandırdı.


(><) Cezayir Savaşı'nın yarı belgesel tekniği savaşın tüyler ürpertici korkunçluklarını tanımladı.


(><) Düşe benzeyen Dava'da aranmakta olan ve kafası karışık durumdaki Joseph'i canlandıran Anthony Perkins'in kaderinde kötü bir sonla karşılaşmak vardır.


(><) Gerilim filmi Sudaki Bıçak'ın afişi, filmin gergin kompozisyonunu ve kasvet duygusunu yansıtır. (Sayfa: 302-303)
*
Tatlı Hayat, 1960
La dolce vita, Federico Fellini (1920-93)
*
''Federico Fellini Sonsuz Sokaklar (1954) ile sanat filmi gösteren sinemaların gözdesi haline geldi, ancak onu uluslararası üne kavuşturan Tatlı Hayat oldu.''
*
''Tatlı Hayat bir kuşağın tinsel ve ahlaki çürümesini kaydeder, ancak bütün çok iyi taşlamalar gibi bu film de büyülenmiş bakışını şikayet ettiğinden ayıramaz.''


(><) Muhabir Rubini (Mastroianni) sek*si genç yıldız Sylvia'ya (Ekberg) direnemez.


(><) Afiş talihsiz Rubini'yi yaşamında kadınlarla kuşatılmış halde gösterir.


(><) Filmin başında büyük bir İsa heykeli Roma üzerinde Vatikan'daki St. Peter meydanına götürülmek üzere taşınırken, Marcello ve Paparazzo bir helikopterden izlerler. Bir çatıda güneşlenen birkaç bikinili kadını görünce dikkatleri dağılır.


(><) Marcello göz kamaştırıcı İsveç asıllı Amerikalı star Sylvia'nın gelişini haber yapmak için Roma havaalanına göderilir. Sylvia'nın uçaktan çıkışı muhabirler arasında karmaşaya yol açar. Marcello aktrise aşık olur ve onu St. Peter'e gitmeye davet eder.


(><) Marcello ile zevkli bir gecenin sonrasında Sylvia sarhoş bir şekilde Roma'nın en ünlü çeşmesinin içinde yürür. Delicesine aşık smokinli Marcello onu takip eder. Çiftin şehvani kendilerinden geçmesinin tanımlanışı sinemanın en ikonik sahnelerinden biri olmuştur.
*
(><) Marcello şehir dışındaki bir kaledeki yoz bir partiye katılır, burada çok sayıda uluslararası aristokrat egzotik kostümlerle geçit remi yapar. Maddalena Marcello'ya onunla evlenmek istediğini söyler, ancak onunla eğlenir ve Marcello daha sonra başka bir kadın tarafından ayartılır.


(><) Başka bir çılgın partiden sonra deniz kenarında yürüyen Marcello daha önce bir kafede tanışmış olduğu meleğe benzeyen Paola'yı (Valeria Ciangottini) görür. Kız ona bir şeyler söylemeye çalışır, ancak dalgaların sesi onunkini bastırır ve Marcello partiye katılmaya gider. (Sayfa: 304-305)
*
Andrei Rublev, 1966
Andrei Tarkovsky (1932-1986)


''Metafizik alana dair entelektüel tefekkürlerin ustası Andrei Tarkovsky, kaybedilen ve bulunan ilkelere dair bu nefes kesici siyah-beyaz epiğinde, 15. yüzyıl gezgin Rus keşişi ve ikon ressamı Andrei Rublev'in yaşamındaki psikolojik olarak önemli yedi bölümü hafifçe kurmacalaştırır ve bunları rahatsız edici bir şekilde anlatır. Ortaçağ Rusya'sı, soğuk, sis kaplı bataklıkların olduğu ve ülkeyi yağmalayan Tatar çapulcu çetelerinin şiddetli saldırılarına maruz kalan köylülerin akın ettiği kasvetli ve yoksul kasabaların karışımından özenle oluşturulur.
(..)
Bir milyon ruble gibi küçük bir bütçeyle Mosfilm için yapılan bu film, dini temalarından, belirsiz politikasından ve şi*ddet sahnelerinden dolayı Sovyet sansürcülerine takıldı ve 205 dakikadan 185 dakikaya kısaltıldı. Filmin genel gösterimi 1971'e kadar ertelendi.''
*
(><) Köylü kızı Drochka (Irma Raush) ve kurtarıcısı Rublev (Solonitsyn).
*
(><) Filmin afişi 1420'de Andrey Rublev',n yaptığı bir İsa tablosunu kullanır.
*
(><) Prolog, saldırganlardan kurtulmak için bir hava balonunun altındaki iplere tutunarak gökyüzüne yükselen cesur köylü Efim'in (Nikolai Glazkov) yukarıdan bakış açısını üstlenir. Efim, gökyüzünde ve bir gölün üzerinde süzülür, ancak başka bir çetenin yanına düşer.
*
(><) Rublev bir Pagan şöleninde çıplak eğlenenleri gizlice gözetlemekle suçlanır. Marfa adındaki çıplak genç kız tarafından kurtarılır. Rublev ertesi gün Marfa'yı askerler tarafından hırpalanmış halde görür, ancak onun kötü durumuna aldırmaz ve bakışını çevirir.
*
(><) Vladimir'e kanlı Tatar saldırısının ardından Rublev zeka özürlü bir köylü kıza te*cavüz etmeye çalışan bir saldırganı ö*ldürür. Rublev nesnel sanatçı rolünü aşar ve tarihin akışına katılır. Kendini aklamak için resim yapmayı bırakır ve sessiz kalma yemini eder.
*
(><) Boriska (Nikolai Burlyayev) babasının bronz çan yapma sırrına sahip olduğunu iddia eder. Bu sekans bir Ortaçağ çanının dökülmesi işlemlerini en ince ayrıntısına kadar tanımlar, ancak ortaya çıkan sadece gözü yaşlı ama rahatlamış gencin iddiası konusunda yalan söylediğidir.
*
(><) Film kısa epilogu için yüksek kontraslı siyah-beyaz görüntüden zengin renkli görüntüye geçiş yapar. Burada Tarkovsky, Rublev'in on altı ikonu ve freski boyunca yavaşça pan yapar ve Vyacheslav Ovchinnikov'un yoğun koral bestesiyle onların ihtişamı daha da artırılır. (Sayfa: 306-307)
*
Sıkı Gözetlenen Trenler, 1966
Ostře sledované vlaky, Jiří Menzel (d. 1938)


(><) Filmin adındaki sıkı gözetlenen trenler II. Dünya Savaşı'nda Alman askeri nakliyesidir.


(><) Film, ergen erkeğin, şok edici tarihsel olaylar karşısında nasıl bir tepki verdiğini gösterir.


(><) Tren istasyona girerken Milos biletçi Masa ile selamlaşır. Masa onu öpmek için eğilir, ancak Hubicka düdüğü çalar ve tren Masa'yı Milos'dan uzaklaştırır. Milos gözleri kapalı bir şekilde kalır, ta ki Hubicka düdüğü onun ayrılmış dudaklarının arasına yerleştirinceye kadar.
*
(><) Ci*nsel başarısızlıklar nedeniyle depresyona giren Milos köhne bir otelde oda kiralar ve bi*leklerini ke*ser. Yan odada kalıp duvarı oyan bir işçi tesadüfen banyo duvarında delik açar, bilinçsiz haldeki Milos'u bulur ve onu otelin dışına çıkarır.


(><) İstasyon bürosunda gece Hubicka sandalyesinde uyuklar; kadın meslektaşı Zdenka onu zemine iter. Hubicka onu kovalar, daha sonra birlikte masanın üzerine uzanırlar. Saat on ikiyi çaldığında Hubicka onu öper ve daha sonra da bacaklarına ve kalçasına damga basar.
*
ÇEK YENİ DALGASI

Milos Forman

Çek Yeni Dalgası yönetmenleri, Mira ve Antonin Liehm'in deyişiyle ''Çekoslovak sinemasının daha önce hiçbir zaman yapmadığı tarzda toplumun bütün dokusunun acımasız portresini'' ürettiler. Milos Forman ve Ivan Passer'in (d. 1933) aldatıcı biçimde hafif, nükteli taşlamaları politik meseleleri eleştirmek için kişisel dramları kullandı. Menzel'in savaş dönemi deneyimini dramatize etmesine diğer yönetmenler de katıldılar.
Örneğin, Zbynek Brynych'in (1927-95) A paty jezdec je Strach (1965) filmi kendi dönemindeki totaliterliği dolaylı yoldan eleştirmek için geçmişteki totaliterliği tanımladı. Çek Yeni Dalgası, Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı işgal ettiği 1968'de yok olma noktasına geldi. Forman ve Passer ABD'ye gitti ve diğer yönetmenler film yapamayacaklarını anladılar. 1960'lardaki en iyi filmlerin çoğu ''ebediyyen yasaklandı'' ve ancak komünizmin yıkılmasıyla yeniden ortaya çıktılar. (Sayfa: 308-309)
*
SPAGETTİ WESTERN


(><) Henry Fonda Sergio Leone'nin epik filmi Batıda Kan Var'da intikamcı bir kat*ili canlandırır.


(><) Django'nun afişi -filmin acımasız şiddeti filmin kıyamet duygusuna katkıda bulunur.


(><) Lee Van Cleef Sergio Leone'nin epiklerindeki rollerinden çok uzak olan, Sabata'da ahlaki olarak belirsiz kahraman olarak başka bir önemli rolde oynadı. (Sayfa: 310-311)
*
İyi, Kötü ve Çirkin, 1966
The Good, the bad anda the Ugly, Sergio Leone (1929-89)


(><) Clint Eastwood'un klasik pozunu puro, panço ve kısık gözlü bakış tamamlar.
*
(><) Yıldız oyuncu farklı bir karakter olarak Lee Van Cleef Birkaç Dolar İçin'de de oynadı.
*
(><) Filmin başında bir ısınma egzersizi hissi veren uzun bir prologdan sonra hırpani haldeki Tuco üç silahşörü ö*ldürmesinin ardından bir camdan fırlar. Onun filme girişi diğer başkarakterlerin girişine belirgin biçimde zıttır.
*
(><) Tuco, Blondie'nin iyileştiği manastırda kardeşinin geri dönüşünü bekler. Blondie onların kavuşmasına tanıklık eder, ancak Tuco bir suçlu hayatı sürmekten başka seçenek bırakmadan kendisini terk eden kardeşine gücenmiş olduğu için onlar kısa süre sonra kavga ederler.
*
(><) Leone'nin The General'e (1926) saygı sunması olarak kabul edilen köprünün havaya uçurulması, filmin duygusal olarak yüksek noktalarından biridir. Blondie ve Tuco köprünün diğer yanını halletmek ve ö*len bir subayın isteğini yerine getirmek için köprüyü uçururlar.
*
(><) Sad Hill mezarlığı Kuzet İspanya'daki Slas de los Infantes yakınlarındaki Carazo'da inşa edildi. Aşırı yakın-çekimlerin arasına uzun çekimlerin girdiği ve Ennio Morriocone'nin heyecan verici müziğinin eşlik ettiği filmin finali yönetmenin yarattığı en gerilimli sekanslardan biridir. (Sayfa: 312-313)
*
BATI AVRUPA SİNEMASI
*
''1970'lerde, Batı Avrupa'daki sinemasının savaş sonrası dönemindeki gidişatını belirleyen usta yönetmenler, kendi düşünceleri ve yaklaşımlarıyla gelecek vaat eden yeni yönetmenler kuşağı tarafından kenara itilmeye başladıklarını fark ettiler. Alman sinemasında bu geçiş, bu on yılın başında birkaç önemli ve kıdemli figür olduğu için nispeten daha yumuşak oldu. Başka yerlerde bu geçiş daha düzensizdi çünkü eski ustaların bazıları -Luis Bunuel (1900-83), Robert Bresson (1901-99) ve Ingmar Bergman (1918-2007)- ağırlıklarını sürdürüyorlardı. Üç yönetmen de iyi bir on yıl geçirdi.''


(><) Bir yemek uğruna ölünür mü.? Claude Chabrol'ün gerilim filmi Le boucher'de Jean Yanne, Stephane Audran'a servis yapar.


(><) Luis Bunuel'in Oscar kazanan filmi Burjuvazinin Gizli Çekiciliği'nin filme uygun bir şekilde hazırlanmış gerçeküstü afişi.


(><) Luchino Visconti'nin Morte a Venezia (Venedik'te Ölüm) filminde Dirk Bogarde, olağanüstü güzel bir gence aşık olan hastalıklı besteci Von Aschenbach rolünde.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1975) Üçüncü filmi O thiasos (Kumpanya) Theo Angelopoulos'un Yunanistan'da yeni özel bir yetenek ve üslup sahibi bir yönetmen olduğunu onayladı.
*
(1975) Pier Paolo Pasolini'nin ö*ldürülmesi, İtalyan sinemasını, 1961'deki ilk çıkışından beri önemli bir kişilik olarak değerlendirilen bir yönetmenden mahrum bıraktı.
*
(1978) Ermanno Olimi'nin 19. yüzyıl köylü yaşamına dair ayrıntılı epik filmi L'albero delgi zoccoli yönetmenin en büyük başarısı oldu. (Sayfa: 316-317)
*
*
*

(><) Dans etme, şenlik ateşi, geçit töreni ve hızlı araba kullanma gibi halk etkinlikleri Federico Fellini'nin savaş öncesi Rimini'deki hatıralarına dayanan yarı acı yarı tatlı filmi Amarcord'da tekrarlanır.


(><) Bir genç kızın, klasik korku filmi Frankenstein'ı (1931) izlediğinde yaşamının dramatik olarak nasıl değiştiğini anlatan El espiritu de la colmena'nın orjinal İspalyonca afişi.


(><) Pier Paolo Pasolini'nin Salo ya da Solom'un 120 günü filmi faşizm fonunun karşısında insan doğasına içkin ahlaki derinliklerin şiddet dolu, ci*nsel olarak grafik bir incelemesidir. (Sayfa: 318-319)
*
Clair'in Dizi, 1970
Le genou de Claire, Eric Rohmer (1920-2010)
*
''Eric Rohmer'in ''Ahlak Hikayeleri'' serisini oluşturan ve 1963 ile 1972 arasında yapılan altı filmin hepsi de arzunun ahlaki dengeyi bozabilme yollarıyla ilgiliydi.''


(><) Aurora (Aurora Cornu) Claire'in voleybol oynarken incittiği parmağını kontrol eder. Aurora'nın Jerome'la konuşmaları olaylara çarpık bir genel görünümünü verir.


(><) Joreme'un baştan çıkması: Filmin afişi için bir röntgencinin bakışı.


(><) Rohmer'in güvenilir görüntü yönetmeni Nestor Almendros takdire değer bir sınırlamayla Annecy'nin güzelliğini özellikle vurgulamadan şiirselliğini yakalar. Jerome'un deniz motoru gezisi, gözlerden uzak nehir kıyısının gizli aşk için ne kadar uygun olduğunu vurgular.
*
(><) Rohmer düzenli olarak tarih ve saati gösteren ara yazıları devreye sokar. Dramatik bir düzeyde bu, filme temel yapısını kazandırır ve Jerome'u fırsat kaçmadan önce fantezilerini sonuna kadar yaşamaya zorlayarak, maceralarına bir zaman sınırı koyar.


(><) Genç Laura'yla flört eden Jerome dağlarda yürüyüş yaparlarken ondan bir öpücük almaya çalışır. Kız başlangıçta itiraz etmez ama daha sonra onu iter. Jerome ''daha fazla oynayamaz mıyız.?'' diye sorar ve Laura ''Hayır. Gerçek bir aşk yaşamak isterdim'' diye cevap verir.


(><) Jerome, Claire'in erkek arkadaşının başka bir kızla yakınlaştığını görür. Erkek arkadaşının ikiyüzlülüğünü ona anlatırken elini Claire'in dizine koyar. Sonradan izleyici onun güvenilmez ahlakıyla genci, aslında genç kızı avuttuğu biçiminde yargıladığını öğrenir. (Sayfa: 320-321)
*
Konformist, 1970
Il Conformista, Bernardo Bertolucci (d. 1940)
*
''Moravia'nın romanının kronolojik gidişatından vazgeçen Bertolucci, faşizm tanımlamasına psikolojik derinlik, rüya gibi bir yorum ve parçalı bir sembolizm eklemek için özenle oluşturulmuş bir geçmişe dönüş yapısı kullandı. Ülkesinin faşist geçmişinin, çağdaş mirasının ve politik angajmanının temelini oluşturan karmaşık motivasyonların incelenişini genişletmek için filme bol miktar edebi ve sinemasal gönderme, alıntı ve çağrışım ekledi.''


(><) Marcello Clerici -çelişkilerle enkaza dönüşmüş bir adam- nişanlısını ziyarete gider.


(><) Şi*ddet, ci*nsellik ve Marcello'nun özünde olan muhafazakârlığı filmin anlatısını ilerletir.


(><) Clerici Paris'teki Hotel D'Orsay'ın dışında faşist suç ortağı Manganiello'yu bekler. Planlanmış kurban, sürgündeki antifaşist ajitatör Quadri kaçmıştır. Takipteki Clerici geçmişe dönerek sorunlu geçmişinin önemli sahnelerini hatırlar.


(><) Quadri'yi Paris'te bulan Clerici, eski hocasına, illüzyona karşı gerçekliğin alegorisi olarak Platon'un mağara mitini tekrarlar. Etkilenen Quadri Clerici'ye ikna olmuş bir faşist gibi konuşmadığını söyler ve eski öğrencisinin güvenini tekrar kazanmaya karar verir.


(><) Cilerici ve Manganiello, Quadri'yi bir ormanda yakalar. Quadri, Shakespeare'in Caesar'ının suikastını andıracak şekilde çok sayıda saldırgan tarafından defalarca bı*çaklanır. Anna yardım için Clerici'nin arabasına koşar ancak o hiçbir şey yapmaz ve kadın da ö*ldürülür.
*
MAVİ FİLM


Bertolucci Konformist ile aralarında sekiz filmde birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Vittorio Storaro'nın da olduğu birkaç kişiyle uzun süreli bir işbirliğine başladı. Storaro ile tartışmaları ışık, renk ve kompozisyon üzerineydi. Bertolucci objektif, kamera hareketleri ve kamerayla karakterler arasındaki ilişkiyi kendisinin seçeceğini, ''diğer her şeyin görüntü yönetmeninin yaratımı olduğunu'' söylemişti. Film Storaro'ya ''titreşimi ve mavi rengi keşfetme şansını'' verdi. Bu rengin soğuk yapısı ve çağrışımları bütün filme hakim oldu. Bu da Paris'te çekilen sahnelerin kırmızı sıcaklığıyla, faşistlerin İtalyan kasabası Sabaudia'da kurduğu ve 1930'lardaki faşist üslubun görsel yansımalarını akla getiren setlerin korkutucu anıtsallığıyla kontrast oluşmasına yardım etti. (Sayfa: 322-323)
*
Çığlıklar ve Fısıltılar, 1972
Viskningar och rop, Ingmar Bergman (1918-2007)


''İngmar Bergman'ın Çığlıklar ve Fısıltılar filmi kesinlikle onun favori temalarını bir araya getirir: aşkın anlamsızlığı, gerçek iletişimin imkansıza yakın oluşu ve inancın ulaşılmazlığı.''
*
(><) Ölmekte olan kız kardeşine bakmak için gelen Maria geçmişi düşünür.
*
(><) Afiş, hepsi de beyaz elbiseler giymiş kız kardeşleri mutlu günlerinde gösterir.
*
(><) Film saat seslerinin geldiği bir salonu tanıtan bir dizi yavaş pan çekimiyle başlar. Zaman, filmin temalarından biridir. Agnes acı içinde yüzü buruşmuş halde yatağında yatarken Maria kırmızı bir odada uyumaktadır. İlk insan sesi acılı bir inlemedir.
*
(><) Sevgisiz evliliği yüzünden sarsıntı yaşayan Karin bir düş görür. Gecelik giymiş kadın bacaklarının arasına cam kırıkları sokar, kocasının odasına girer ve kanlar içindeki elbisesini çıkarır. Dehşeti, ağzını da ka*nla sıvayarak tamamlar.
*
(><) Agnes ölür fakat bir düş sekansında dirilir. Agnes onu öperken Maria çığlıklar atarak odadan kaçar. Alışılmamış bir zumla yakın-çekim gözlerinden yaşlar akarken Agnes'in yüzünü çerçeveler. ''Ben ölüyüm, görüyorsun. Artık uyuyamam'' der.
*
(><) Anna, Agnes'in günlüğünden, Agnes'in hastalığı yüzünden iş yapamaz hale gelmesinden önce kız kardeşlerin gelişini hatırlatan bir parça okur: ''Kısa bir yürüyüşe bile çıktık. Öyle bir şeydi ki.. Bütün acılarım geçti. Sevdiğim bütün insanlar benimleydi.. Düşündüm: Gerçekten mutluluk bu.''
*
SVEN NYKVİST'LE ÇALIŞMAK


İsveçli görüntü yönetmeni Seven Nykvist'in Ingmar Bergman'ın gözde görüntü yönetmeni haline gelmeden önce yönetmenin 1953'de yaptığı Gycklarnas afton (Sawdust and Tinsel / Çıplak Gece) filminin jeneriğinde kamerayı Hilding Bladh'le birlikte kullandığı yazıyordu. İkili aralarında Sasom i en spegel (Trough a Glass Darkly / Aynanın İçinden, 1961), Persona (1966), Scener ur ett aktenskap (Bir Evlilikten Manzaralar, 1973) ve Fanny och Alexander'ın (Fanny ve Alexander, 1982) olduğu on ikiden fazla filmde birlikte çalıştı. Nykvist yakın çekimi kökten değiştirdi ve Bergman'ın basit, doğal ışık tercih ettiği ilk çalışmalarındaki sert kenarlı kompozisyonlardan uzak durdu. Çığlıklar ve Fısıltılar ile Fanny ve Alexander'daki keyif veren renkli görüntülemesiyle Akademi Ödülleri kazandı. (Sayfa: 324-325)
*
YENİ ALMAN SİNEMASI


''1970'lerdeki Federal Almanya Cumhuriyeti Sineması, Almanya'da, 1920'lerden bu yana film yapımının en heyecan verici dirilişini yaşadı. Bu temeller 196'de, Edgar Reitz (d 1932) ve Alexander Kluge (d. 1932) gibi yönetmenler tarafından, aynı yıl Oberhausen Manifestosu'nun imzalanmasından sonra Genç Alman Sineması denilen akım ortaya çıktığında atıldı.''
*
(><) Altın aramak: Werner Herzog'un Aquirre, der Zorn Gottes (Aquirre, Tanrının Gazabı) filminde Lope de Aguirre (Klaus Kinski) kayıp şehir El Dorado'yu arar.
*
(><) Ter*örizm korkusu -ve medyada yer almasının halkı alarma geçirme tarzı- Die Verlorene Ehre der Katharina Blum'un (Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru) her tarafına yayılır.
*
(><) Wim Wenders'in yol filmi üçlemesinin ilk filmi Alice in den Stadten (Alice Kentlerde) gazeteci Phil Winter'ı (Rüdiger Vogler) büyükannesinin izini süren genç Alice'e (Yella Rottlander) yardım ederken fark etmeden tükenişini gösterir.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1970= Berlin Film Festivali, Michael Verhoeven'in (d. 1938) ABD'nin Vietnam Savaşı'nda yaptığı canavarlıkları sunan tartışmalar yaratan filmi O.K. nedeniyle sarsıldı.
*
(1979) 60 Alman yönetmen ''yeni bir Alman sinemasını'' ilan eden Hamburg Deklarasyonu'nu imzaladı. Herzog'un Nosferatu: Phantom der Nacht filmi soğuk karşılandı. (Sayfa: 326-327)
*
*
*
(><) Birkaç ünlü yönetmenden bölümlerin olduğu Sonbaharda Almanya'nın afişi. Filmin çekilmeye başlandığı 1977'de bütün Alman film yapımının yarısından fazlası Yeni Alman Sineması ile bağlantılı yönetmenlerin ürünüydü.
*
(><) Volker Schlöndörff'un Teneke Trampet filminde asla büyümemeyi seçen çocuk Oskar Matzerath 8David Benneth) en sevdiği tampetiyle.
*
(><) Dalgaların altındaki dram: Wolfgang Petersen'in büyük beğeni kazanan denizaltı filmi Das Boot'un afişi.
*
(><) Rainer Werner Fassbinder'in bir aşk üçgenine dair karmaşık öyküsü Maria Braun'un Evliliği'nde Maria (Hanna Schygulla) Kanada'dan dönen sevgilisi Hermann'la (Klaus Löwitsch) karşılaşır.
*
''1977 yılı hem Batı Almanya hem de Yeni Alman Sineması için çok önemliydi. Sanayici Hanns-Martin Schleyer'in kaçırılması ve ö*ldürülmesi, Gudrin Ennslin'in i*ntiharı ve Kızıl Ordu Fraksiyonu / Baader Meinhof grubunun diğer üyelerinin Stammheim cezaevinde ö*lümü bu yıl gerçekleştir. Bu olaylar genel olarak Almanya'nın ''terö*rün on yılı'' denen döneminin sonunun işareti olarak görüldü. Çok kapsamlı Deutschland im Herbst (Sonbaharda Almanya, 1978) filminde aralarında Fassbinder, Reitz ve Schlöndorff'un bulunduğu yönetmenler bu olaylara doğrudan tepki gösterdiler.'' (Sayfa: 328-329)
*
Petra von Kant'ın Acı Gözyaşları, 1972
Die bitteren Tränen der Petra von Kant, Rainer W. Fassbinder (1945-82)


(><) Petra ve Sidonie Petra'nın tuhaf yatak odasındaki Nicolas Poussin'in resminin dev reprodüksiyonunun önünde ilişkilerini tartışırlar.


(><) Fassbinder'in en güçlü çalışmalarından biri olan film Petra'nın ilişkilerinde arzu ile güç arasındaki dinamikleri inceler.


(><) Petra Sidonie'yle (Katrin Schaake) onun başarısız evliliği hakkında konuşur ve kamera gözünde parlayan yaşı kaydetmek için Marlene'nin yüzüne odaklanırken onun makyajıyla meşgul olur. Fassbinder filmi ''burada Marlene olan birine'' diye asistanı Perr Raben'e ithaf etti.


(><) Fassbinder, Karin'i tamamen Hollywood tarzında bir femme fatele'i tanıtma çekimi içinde gösterir. Burada acımasız arzulu model deve kuşu tüyünden yakalı bir elbise ve panjurdan gelen ışıkla aydınlatılır. Karin'in Petra'yı kullandığı kadar Petra da Marlene'i kullanır.


(><) Derin odaklı bir çekimde Theda Bara gibi giyinmiş Petra, ''gençlik anılarından'' ve neler hissettiklerinden bahseder. Karin ön planda Walker Brothers eşliğinde davetkar bir şekilde dans ederken, Marlene çekimin arka planında başını daktilosundan çevirerek ona bakar.


(><) Karin kasıtlı bir şekilde ''büyük bir aleti olan iri bir zenciyle'' sev*işme fantezisini sesli bir şekilde ifade ederken, turuncu bir peruk takan mahvolmuş durumdaki Petra yüzünde tek bir gözyaşı akarken kız arkadaşından kendisine yalan söylemesini ister. (Sayfa: 330-331)
*
Kasper Hauser'in Gizemi, 1974
Jeder für sich und Gott gegen alle, Werner Herzog (d. 1942)


(><) Werner Herzog oyuncusu Bruno S.'e Stroszek'de (1977) de başrol verdi.


(><) Filmin orijinal adı şöyle tercüme edilir: ''Herkes kendine ve Tanrı herkese karşı.''


(><) Kaspar'ın korkutucu, cübbeli isimsiz koruması ve gelecekteki ka*tili (Hans Musaus), tüm yaşamını zincirle bağlı, hiç kimseyle bağlantısı olmadan küçük tahta atıyla geçirmiş, yalnızca ekmek ve suyla beslenen adamın hücresine girer.


26 Mayıs 1928'de Kaspar, Nuremberg sokaklarında yalnız başına bulundu. Ayakta duramayan ve ''kahraman bir binici olmak istiyorum, tıpkı babam gibi'' cümlesi dışında konuşmayan adam suçlu ve delilerin olduğu kuleye götürüldü.
*
(><) Kaspar, şefkatli Nuremberg gardiyanının (Volker Prechtel) kızını özenle kucaklar. Daha sonra yardımsever Profesör Daumer'in (Walter Ladengast) ve yorgun Lord Stanhope'un (Michael Kroecher) desteğini almadan önce tuhaflıklar sergilemeye başlar.


(><) Kaspar, gizemli saldırgan ''M.L.O.'' (Hans Musaus) tarafından ö*lümcül düzzeyde yararlanır. Muhafızları Daumer ve Kathe tarafından aceleyle kucaklanıp götürülür. Kaspar'ın otopsisi, karaciğer ve kafatası deformasyonu olduğunun açıklanmasıyla tamamlanır. (Sayfa: 332-333)
*
YENİ KORKU SİNEMASI
*
''Nicelik (kesinlikle) ve nitelik (tartışılır) açısından 1970'ler, korku türünün ka*nlı zirvesini gösterdi.''
*
''Gişe rekorları kıran korku filmleri, stüdyoların ürkütücülüğünü hafifleterek ve özel efektler, eğlence ve mizah ekleyerek türün cazibesini artırmaya çalıştığı 1980'lerde devam etti.''


(><) John Carpenter'ın stilistik korku filmi Holloween'daki psikopat ka*til, filmin sonundaki zirve sahneye kadar maske takar.


(><) Brian de Palma'nın Carrie filmindeki telekinetik güçleri olan mezuniyet balosu kraliçesi için, kan güçlü bir görsel metafordur.


(><) Ö*ldürülmüş Grady ikizlerinin hayaletleri filmin unutulmaz görüntülerinden bazıları olarak The Shinning boyunca defalarca görünür. (Sayfa: 334-335)
*
Şeytan, 1973
The Exorcist, William Friedkin (d. 1935)


(><) İyi olan karanlıkta, şeytan aydınlıkta: Peder şeytanın ele geçirdiği Regan'la karşı karşıya.


(><) Bu afiş, kötü bir şey olacağın
ı sezdirmek için kara filme benzer bir ışık gölge kullanır.


(><) Tarihi Nineveh (Irak) şehri harabelerinin yakınında arkeolog Peder Lankester Merrin gülen bir şeytan yüzü gibi görünen bir taş oymaya rastlar. Yüzü bu oymaya benzeyen şeytanların kralı Pazuzu'nun heykelini aramaya girişir.
*
(><) Regan testlere tabi tutulduğu bir klinikten eve getirilir. Annesi onu yatağına yatırır ve yastığının altındaki haç dikkatini çeker. Bu, filmin en çok şok eden sahnelerinden biridir. Regan haçla ka*nlar içinde mas*tür*basyon yapar ve bu da bakireliğin sembolik anlamda kaybına işaret eder.


(><) Peder Merrin ışıklı pencereye bakarak Georgetown'daki eve yaklaşır. Filmin afişinde kullanılan bu görüntü güçlü olduğu kadar ortaya çıkan şey açısından da somut değildir -objeler belirsiz, ışıklı alanlar karanlık ve gölgeler tarafından işgal edilmiştir.
*
(><) Şeytanın ele geçirdiği Regan'la Merrin ve Karras arasındaki yoğun mücadeleden sonra Peder Karras şeytanı kendi içine alır ve sonra bilerek kızın ruhunun bedeli olarak hayatından vazgeçerek kendini pencereden a*tar. (Sayfa: 336-337)
*
The Wicker Man, 1973
Robin Hardy (d. 1939)
*
''Bu, dini ciddiyetle işleyen bir filmdir ve İngiliz sinemasında az rastlanır bir örnektir. The Wicker Man canlı paganizm ile sert İskoç-Presbiteryan Hıristiyanlığı'nı karşılaştırır ve ikisinin de kusurlarını ortaya döker.''


(><) Summerisle'da sabahın erken saatlerindeki kadınlardan oluşan doğurganlık ritüeli.


(><) Filmin şok eden zirvesi dikkat çeken afişte önceden fikir verir.


(><) Kayıp bir kız hakkında soruşturma yapmak için Summerisle'a gelen Howie, köylülerin, efendinin kızı Willow'un (Britt Ekland) cazibesine kapılıp tezahürat yaptıkları adanın barındaki açık saçıklıktan şok geçirir.
*
(><) Summerisle'da karşılaştığı davranışlar ve düşüncelerden giderek dehşete düşen ve afallayan Howie adanın efendisi Lord Summerisle ile tanışır. Çavuş Hıristiyanlığın paganizm adına adadan kovulduğunu öğrenir.
*
(><) Paganlar açık oynarlar. Kendisi için hazırlanan evlilik yatağından kendini kurtaran Howie yatak odasının dışında çı*plak bir şekilde duran Willow'un çekici vücudundan etkilenir. Dayanamayıp bekaretini yitirseydi, artık bir kurban olarak kabul edilmeyecekti.


(><) Howie, dev bir sepet gibi örülmüş vücudun içinde çeşitli hayvanlarla birlikte güneş tanrısına kurban olmak üzere ya*kılarak ö*ldürülür. May Morrison'un sözleri tüyler ürpertecek kadar kehanet yüklüydü: ''Kurban etmenin gerçek doğasını hiçbir zaman anlayamayacaksınız.'' (Sayfa: 338-339)
*
HOLLYWOOD SUÇ FİLMLERİ


(><) Kirli Harry'de Clint Eastwood ''dünyanın en güçlü sil*ahı'' diyerek seçtiği a.44 Magnum si*lahını çeker.


(><) Shaft'da Richard Roundtree'nin canlandırdığı karakter başına buyruk biridir. Isaac Hayes'in ''Theme from Shaft'' parçası bir Grammy Ödülü ve En İyi Orijinal Şarkı Akademi Ödülü'nü kazandı.


(><) Kanunun Kuvveti aralarında En İyi Film, Senaryo ve Popeye Doyle karakteriyle Gene Hackman'a En İyi Erkek Oyuncu dallarının da olduğu beş Akademi ödülü kazandırarak eleştirel ve ticari bir başarıya imza attı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1970) Charles Manson'un mahkemesi başladı. Ulusal Muhafızlar Kent State Üniversitesi'nde dört öğrenciyi vu*rdu.
*
(1971) Charles Manson ve diğer sanıklar tüm davalardan suçlu bulundu. Kirli Harry ve Klute (fa*hişe) gösterime girdi.
*
(1972) Beş kişi Watergate binasına zorla girmek suçundan tutuklandı. J. Edgar Hoover öldü. Richard Nixon ezici bir oy üstünlüğüyle yeniden seçildi.
*
(1973) Watergate soyguncuları yargılandı ve mahkum edildi. Başkan yardımcısı Agnew rüşvet iddiaları, vergi kaçırma ve para aklama suçlamaları nedeniyle istifa etti.
*
(1974) Nixon 9 Ağustos'ta istifa etti. Yardımcısı Gerald Ford onun için af talebinde bulundu. Patty Hearst Simbiyonez Özgürlük Ordusu tarafından kaçırıldı.
*
(1978) Tarikat lideri Jim Jones Jonestown komüninde 900 mezhep üyesine toplu in*tihar emri verdi.
*
(1979) Patty Hearst Jimmy Carter'ın emriyle serbest bırakıldı. (Sayfa: 340-341)
*
Baba, 1972
The Godfather, Francis Ford Coppola (d. 1939)


''Mario Puzo'nun çok satan romanından Francis Ford Coppola'nın yaptığı ve aynı anda hem sanat filmi hem de ticari açıdan başarılı olan film klasik Hollywood çağının bitişine ve mega film çağının doğuşuna işaret eder.''
*
(><) Marlon Brando, Don Vito Corleone performansıyla Oscar kazandı.
*
(><) Afişte Brando'nun profili görünür ancak filmin güçlü oyuncu takımı da listelenmiştir.
*
(><) Film Don Vito Corleone'nin ofisinde başlar. Kedisini okşar ve bir girişimcinin talebini dinler. Bu karanlık ilişkiler dışarıdaki düğün töreni ile karşıtlık yaratarak, birbirine bitişik iki dünyaya (iş ve aile) dikkat çeker.
*
(><) Tom Hagen'in (Robert Duvall) yeni savaş filminde Johnny Fontane'i (Al Martino) oynatmasına yönelik kibar ricasını reddeden at sever yapımcı Jack Woltz (John Marley), sabah yatağında bir atın kesilmiş başıyla uyanır. Woltz bunun üzerine, Fontaine'i filmde oynatacaktır.
*
(><) Dövülmüş ve yara bere içindeki kardeşi Connie'yi (Talia Shire) görmek için yola çıkan Sonny bir gişeye varır. Rakip çete bekliyordur ve onu ö*ldürürler. Arabası ve bedeni delik deşiktir. Böylesi bir şiddetle bir ana karakterin ö*ldürülmesi seyirciyi şok eder.
*
(><) Hastaneden çıkıp iyileşmekte olan Don Vito suç dünyasından çekilmeye başlar. Bahçede torunuyla oynarken portakal kabuğundan diş takar ve çocuğu domates sırıkları arasında kovalar. Ardından kalp krizine yenik düşer.
*
(><) Michael (çocuk Sofia Coppola'nın canlandırdığı) yeğeninin vaftiz töreninde ''Şeytan ve onun yaptıklarını tanımamaya'' yemin ederek onun vaftiz babası olurken, ailenin düşmanları onun emriyle vu*rularak ö*ldürülür. Coppola iki olayı paralel kurguyla aktarır.
*
(><) Michael babasının ofisine yerleşir. Eski idealist yeni Baba olur ve film başladığı yerde biter. Kay (Keaton) Don Corleone'ye saygılarını sunan gizemli insanları izler. O balarken kapı kapanır. (Sayfa: 342-343)
*
Çin Mahallesi, 1974
Chinatown, Roman Polanski (d. 1933)


(><) Gittes (Jack Nicholson) kokuyu alır.
*
(><) Afiş ajan ve femme fatale gibi Kara Film mecazlarından yararlanır.
*
(><) Jake Gittes ahlaki anlamda karanlık bir dünyada bir dedektif olarak sıradan günlük işine devam eder. Bu sahnede soğukkanlılıkla aldatılmış bir eşe fotoğrafları teslim eder ve müşterisinin, karısının başka bir adamla se*vişmesine gösterdiği tepkiyi izler.
*
(><) Kısa boylu cani 8Polanski), konunun üzerine gitmemesi için Jake'in burnunu kes*er. ''Sen fazla meraklı bir adamsın, değil mi kedi yavrusu.? Her şeye burnunu sokanların başına neler gelir.? Tahmin edebilecek misin.? Ha, hayır. Pekala söyleyeyim, burunları kesilir.!''
*
(><) Jake, Evelyn'le yüzleşir ve ondan gerçeği anlatmasını ister. Evelyn, Katherine'in (Belinda Palmer) kızı olduğunu iddia eder ve Jack tarafından tokatlanır. Daha sonra kızın kız kardeşi olduğunu söyler ve yine tokatlanır. Sonunda itiraf eder: ''O benim kız kardeşim ve kızım.''
*
(><) Evelyn Katherine'le kaçmaya çalışır. Polis ateş açar ve Evelyn'i başından vu*rur. Günahkar ta*cizci babası kendini kaybetmiş Katherine'i kaçırır. Jake'in arkadaşı onu alıp götürür ve Jack son bir kez geri dönüp bakarken, ona bunu unutmasını söyler. (Sayfa: 344-345)
*
HOLLYWOOD PARANOYASI
*
''Hollywood'un 1970'lerdeki politik ve psikolojik gerilim furyası genellikle Watergate skandalına ve 1950'lerin Komünist cadı avından yansımalara paranoyak bir tepki olarak yorumlandı.''


(><) Richard Fleischer (1916-2006) tarafından yönetilen Soylent Green yiyecek kıtlığının ayaklanmalara neden olacağı bir gelecekte şirketlerin yönettiği Amerika'nın karanlık güçlerini anlattı.


(><) Alan J. Pakula'nın The Parallax View filminin afişi anonimlik ve vatanseverlik konularına gönderme yapar.


(><) Laurence Olivier ve Dustin Hoffman Marathon Man'ın rahatsız edici sahnelerden birinde. Burada Oliver'nin oynadığı karakterin bir iş*kenceci olduğu ortaya çıkar.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1971) Pentagon belgelerinin yayınlanması, Amerika'nın Vietnam'a politik ve askeri müdahalesi konusunda hükümetin gizlediklerini açığa çıkardı.
*
(1973) Watergate soruşturması derinleştirildi. Soylent Green gibi filmler ahlaki bozulma ve gücün yaygın olarak kötüye kullanılması konularını incelediler.
*
(1974) Nixon başkanlıktan istifa etti. Çin Mahallesi, Konuşma ve The Parallax View komplo konularını ele aldı. (Sayfa: 346-347)
*
Konuşma, 1974
The Conversation, Francis Ford Coppola (d. 1939)


(><) Harry Caul yapabildiği en iyi şeyi yapıyor.


(><) Filmin afişi konuşmaları dinlemeyi ve iletişim hatlarını gösterir.


(><) Ann (Williams) ve Mark (Forrest) San Francisco'da bir meydanda yürürken konuşurlar. Arka planda birçok gürültü ve dikkat dağıtan şey vardır ama Harry kayıt yapmayı ve diyalogları düzenlemeyi başarır, böylece anlamları açık olmasa da sözcükleri ayırabilir.


(><) Ann ve Mark'ın durumundan endişelenen Harry bir otelde onlarınkine bitişik bir oda kiralar ve onları dinlemeye alır. Bir karışıklık fark edince onların odalarına koşar. Ka*nlar tuvaletten dışarı akmaktadır. Harry sonunda dinlediği konuşmanın anlamını kavrar.


(><) Harry her ne kadar nasıl dinlendiğinden emin olmasa da artık kendisinin de dinlendiğini fark edince şok geçirir. Dairesindeki her şeyi alt üst ederek dinleme cihazını arar. Madonna heykelciğinde onu bulur.


(><) Filmin sonunda Harry dinleme cihazını bulmak için duvar kağıtlarını bile sökerek evini bir harabe haline getirmiştir -bu belki de onun kendi yaşamını mahvetme yoluna uygun bir metafordur. Sonra oturur ve bu enkazın içinde tenor saksafonunu çalar.
*
GÖRÜNTÜLER VE SESLER

Blow-Up (CinayetiGördüm, 1966)

Konuşma'nın bir ilham kaynağı Michelangelo Antonioni (1912-2007) tarafından yapılan Blow-Up'tı (Cinayeti Gördüm, 1966). Julio Cortazar'ın bir öyküsüne dayanan filmde fotoğraflarının baskılarını inceleyen bir fotoğrafçı bir cin*ayetin işlenmesinin grenli kanıtını gördüğüne inanır. Sırasıyla Cinayeti Gördüm ve Konuşma da Brian De Palma'nın Blow Out (Patlama, 1981) filmini etkiledi. Filmde, küçük bütçeli bir korku filmi için ürkütücü sesleri kaydeden bir ses teknisyeni kazara şüpheli bir araba kazasını da kaydeder. Bunlara yalnızca sesli sinemayla büyüyen insanların yapabileceği ve öykü kadar (olay örgüsünün parçası haline gelen) teknik süreçle de ilgili olan filmlerdi. Bu üç filmin yönetmenleri küçük cihazlara, yeni teknolojilere ve ayrıntılı kamera çalışmalarına büyük merak duyduklarını gösterdiler. (Sayfa: 348-349)
*
Başkanın Bütün Adamları, 1976
All the President's Men, Alan J. Pakula (1928-98)


(><) Post ekibi televizyonda açıklanan son politik gelişmeleri izliyor.


(><) Filmin afişinin küstah ama haklı görülebilir sloganı. (20. Yüzyılın En Etkileyici Dedektif Öyküsü)
*
(><) 17 Haziran 1972'de polisler Washington D.C.'deki Watergate binasında Demokratların kampanya merkezine giren beş kişiyi yakalarlar. Birleşik Devletler'de o güne kadarki en büyük yolsuzluk skandalı başlar ve devam eder.


(><) Woodward (Redford) akşam bir yeraltı garajında muhbiri Derin Boğaz'la (sonradan kötü şöhretli bir filme bu ad verildi) buluşur. Film boyunca karakterin yüzü, metaforik olarak rolün karanlık, gizemli doğasını yansıtmak için yarı gölgede olarak görünür.


(><) İkili bu büyük hikayeyi çözmek için izin alır -Cumhuriyetçilerin kirli işler bölümünü idare eden kişi ABD Başsavcısı John Mitchell'dir. Post'un büroları masaların renklerine kadar film için titizlikle yeniden oluşturuldu.


(><) Derin Boğaz'dan aldıkları bir uyarından sonra evinin dinlendiğinden korkan Woodward klasik müzik açar. O ve Bernstein (Hoffman) sırasıyla notlarını daktilo etmeye devam ederler.


(><) TV ekranında Nixon ikinci dönem için yemin ederken arka planda Woodward ve Bernstein onu devirecek öyküyü daktilo etmekle meşguldürler. Filmin sonunda haberleri aktaran bir teleteyp görüntüsünün üzerinde Nixon'un istifa konuşması duyulur. (Sayfa: 350-351)
*
AMERİKAN DRAM FİLMLERİ


(><) George C. Scott Patton'daki başrolünde Amerikan bayrağını selamlıyor.


(><) Bunalım dönemine ait dolandırıcılık filmi The Sting'in (Belalılar) afişi. Oyuncular Robert Redford ve Paul Newman dört yıl önce yine George Roy Hill'in ynettiği kafadar filmi Butch Cassidy and the Sundance Kid'de de beraber oynamışlardı.


(><) Gerçek yaşamda baba-kız olan Tatum ve Ryan O'Nell, Peter Bogdanovich'in Paper Moon filminde. Film çekilirken 9 yaşında olan Tatum diyaloglarını bir senaryo yerine teypten öğrendi.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1972) Deep Throat (Derin Boğaz po*rnog*rafiyi modaya çevirdi ve inanılmaz kazançlı hale getirdi.
*
(1975) Yaz aylarında gösterime giren Jaws gişe gelirinde Baba'yı geçti ve yaygın olarak ilk gişe bo*mbası olarak değerlendirildi.
*
(1976) Martin Scorsese'nin Taksi Şoförü -çoğunlukla on yılın en iyi filmi olarak değerlendirildi- filmi gösterime girdi.
*
(1977) Yıldız Savaşları, Jaws'dan daha çok para kazandırdı. Flash Gordon serisinden olan film, stüdyoları dram yerine aksiyon filmi yapmaya itti. (Sayfa: 352-353)
*
*
*

(><) Rocky'nin zirve sahnesinde ''İtalyan aygırı'' (Sylvester Stallone) Apollo Creed'le (Carl Weathers) yılbaşı gecesi boks maçı yapar.


(><) Kramer vs. Kramer'de (Kramer Kramer'e karşı) Ted (Dustin Hoffman) ve oğlu Billy (Justin Henry), Billy günün geri kalanını ayrı yaşayan annesi Joanna (Meryl Streep) ile geçirmek için koşmaya başlamadan hemen önce.


(><) Manhattan'daki belki de en unutulmaz çekimde Isaac (Woody Allen) ve Mary (Diane Keaton) New York'daki Queensboro Köprüsü'nin yakınında gün ağarıncaya kadar oturup konuşurlar.


(><) Terrence Malick'in ikinci filmi Days of Heaven'ın (O Güzel Günler) afişi. Filmin kendisi Andrew Wyeth ve Edward Hopper gibi ressamların yapıtlarının akıldan çıkmayan niteliğinden etkilenmişti. (Sayfa: 354-355)
*
Guguk Kuşu, 1975
One Flew Over the Cuckoo's Nest, Milos Forman (d. 1932)


''En İyi Film Oscar Ödülü'nü kazanan birçok filmden farklı olarak bu film kendini önemli göstermeksizin derin bir konuyu işler. Forman'ın yaklaşımı ve mükemmel oyunculuk, filmi, insanın durumuyla ilgili büyük bir ifade olduğu kadar, bir küçük karakter öyküsü haline de getirir.''
*
(><) McMurphy zaftedilir. Film Kesey'in kaynak romanının geçtiği Salem'deki Oregon State Hospital'da çekildi.
*
(><) Nicholson'un oyunculuğu ona bir Oscar kazandırdı.
*
(><) McMurphy, Hemşire Ratched'ın hastaları bir araya getirip birbirine düşürerek aşağıladığı ustaca yöntem olan grup terapi seansını kullanarak, diğer hastalara birlikte olabileceklerini göstererek Ratched'ın zorba rejimine direnmeleri için kışkırtır.
*
(><) McMurphy hastane arkadaşlarını akıl sağlıkları açısından orda uygulanan tedaviden daha yararlı olacağını düşünerek, bir balıkçı teknesiyle kaotik, uğraşmayı gerektiren balık avına çıkarır. Bu sahne, hastanede çekilen diğer tüm sahnelerden daha rahatlatıcıdır.
*
(><) Hastane arkadaşı Şef Bromden (Will Sampson) McMurphy'ye lobotomi yapıldığını fark eder. Böyle kötü bir durumda yaşamasına izin vermemek için Şef onu yastıkla bo*ğarak ö*ldürür. McMurphy Şef'e kaçması için cesaret verir.
*
(><) Şef, McMurphy'nin tezgahladığı kaçış planını uygulayarak hidroterapi konsolunu söküp pencereden aşağı atar ve koşarak uzaklaşır. Kırık pencere daha sonra diğer hastaların kutlama yapmasına neden olur. (Sayfa: 356-357)
*
Taksi Şoförü, 1976
Taxi Driver, Martin Scorsese (d. 1942)


(><) ''Bu adam artık daha fazla dayanamayacak'' Travis Bickle ateş etme alıştırması yapıyor.


(><) Sorunlu kahraman şehirde yalnız başına.


(><) Vietnam gazisi Travis Bickle, New York'da itibarlı bir şekilde ordudan ayrıldıktan sonra taksi şoförü olarak çalışmaya başlar. Manhattan sokaklarında dolaşırken onun dış sesi gördüklerinden nefret ettiğini açıklar: ''Bir gün gerçek bir yağmur yağacak ve bütün pisliği temizleyecek.''


(><) Travis'in Betsy'yle (Cybill Shepherd)buluşması felaketle sonuçlanır. Onu bir İsveç po*rno filmine götürmeyi tercih etmesi, sosyal ilişkilerdeki deneyimsizliğini ortaya koyar. Buluşma sosyal bütünleşme konusunda umut verirken, Betsy'nin reddetmesi öfkesini ateşleyen fitil olur.


(><) Başkan adayı Charles Palantine'e suikast yapmayı planlayan Bickle, aynanın önünde, sonunda silahını doğrulttuğu hayali bir konuşma yapar. De Niro tarafından doğaçlama kurulan sahne, canlandırdığı karakterin yalnızlığını ve önemli olma özlemini yansıtır.


(><) Palantine'i ö*ldürme girişimi başarısız olduktan sonra Brickle aklını çocuk fa*hişe Iris'i kurtarmaya yöneltir. Kızın çalıştığı otele giderek pe*zevengini, o anki müşterisini ve otel müdürünü vu*rur. Polis k*an damlayan suç sahnesine girer. (Sayfa: 358-359)
*
HOLLYWOOD'UN GİŞE BOMBASI FİLMLERİ
*
''1970'lerde dünya, artan iletişim ve seyahat olanaklarıyla daha küçülürken Hollywood tam tersine onu yaşamdan daha fazla genişletti. Modern gişe bombası filmlerin ortaya çıkması, sinemanın anlatımcı bir sanat formu olduğu kadar gerçeklerden kaçmanın çok önemli biçimi olduğunu da hatırlattı. Gişe bombasına, mümkün olan en fazla sayıda izleyiciyi çekmek için birtakım kısıtlıı türsel parametreleri -bilim kurgu, korku, komedi, fantastik, felaket ya da aksiyon- kullanan bir film demek en iyi tanımdır. Ancak gişe bombasının gerisindeki anlayış da önemlidir.''


(><) Steven Spielberg'in Üçüncü Türden Yakınlaşmalar filminin doruk sahnesi.


(><) Poseidon Macerası filminin afişi bu deniz felaketi filmini özetler: ''Kahretsin, batıyor.''


(><) Christopher Reeve Superman'de gökyüzünde dolaşır. Film, bir insanın uçabileceğine inanacaksınız'' sloganıyla övünür. (Sayfa: 360-361)
*
Yangın Kulesi, 1974
The Towering Inferno, Irwin Allen (1916-91) - John Guillermin (d. 1925)


''Felaket filmi türünün zirvesi olan Yangın Kulesi Brezilya, Sao Paulo'daki Andraus ve Joelma binalarında çıkan yangınların ardından ortaya çıktı ve bu yangınlar filmden sonra romanlara da esin kaynağı oldu.''
*
(><) Newman alevlerle yüz yüze gelir. McQueen Newman'ın rolü için başvurmuştu ama itfaiye şefi olmayı tercih etti.
*
(><) Filmin sinema salonu afişi: Hollywood'un iki A-sınıfı oyuncusu baş başa durumda.
*
(><) Halkla ilişkiler müdürü Bigelow'la (Robert Wagner) bir ilişki yaşayan asistan Lorrie (Susan Flannery) alevler içinde kalır ve pencereden dışarı atlar. Toplamda film yıldızların yerine yaklaşık seksen dublör koordinatörü ve dublör kullandı.
*
(><) Mimar Doug Roberts (Newman) gaz patlamasından önce boynuna yapışmış sevimli ama çok korkmuş küçük bir kızla, yamulmuş metalleri merdiven olarak kullanarak birkaç katı geçer. Newman filmdeki tehlikeli rollerin çoğunu kendisi gerçekleştirdi.
*
(><) İtfaiye şefi O'Hallorhan (McQueen) bir helikopterin camdan bir asansörde mahsur kalan kadınları ve çocukları kurtarışı sırasında asılı kalan bir arkadaşını yakalar. Sonunda onu bırakmak zorunda kalır ama sonra güvenle yere inerler ve aşağıda onları tutacak bir örtü vardır.
*
(><) Güvenlik şefi Harry Jernigan (O. J. Simpson) üçkağıtçı Harlee Claiborne'a (Fred Astaire) sevgilisi Liselotte'nin (Jennifer Jones) camdan asansör düştükten sonra ö*ldüğünü anlatır. Ama onun sevgiyle ellerinde tuttuğu kedisi Elkie'yi kurtarmıştır.
*
(><) Bitkin haldeki O'Hallorhan çok insan ölmediği için şanslı olduklarını söyler. Daha kötü bir felaketin olabileceği konusunda uyarır. Mimar ve itfaiye şefi bundan böyle benzer felaketlerle karşılaşmamak için birbirleriyle görüş alışverişi yapma konusunda anlaşırlar. (Sayfa: 362-363)
*
Jaws, 1975
Steven Spielberg (d. 1946)
*
''..''Yaz bombasını'' yaratan -ve gişede 100 milyon dolarlık bir rekora imza atan- film gerçek bir fenomendi. 1975 yazında herkes Jaws hakkında konuşuyordu. Film bir kuşağın yüzme alışkanlığını yok etti ve üstün yetenekli genç bir yönetmeni zirveye çıkardı.''


(><) Film Chrissie'nin (Susan Backlinie) kısa ama unutulmaz sahnesiyle başlar.


(><) Tony Seiniger'in tasarladığı ikonik afiş.


(><) Chrissie ay ışığında yüzmek için genç bir erkekle bir plaj partisinden ayrılır. Kız denize atlarken erkek beceriksizce giysileriyle uğraşır. Aniden kız suyun dibine doğru çekilir, daha sonra çığlıklarla yüzey boyunca sürüklenir ve bir kez daha dibe çekilir. Bu kalpleri durduran bir başlangıçtır.


(><) Amity belediye başkanı 4 Temmuz tatili için kıyıları açar. Bir yanlış alarm yüzlerce yüzen insanı paniğe sürükler. Bu arada köpekbalığı, Brody'nin oğlu Michael ve arkadaşlarının kayıkla gezdikleri sulara girer. Köpekbalığı onlara yardım etmeye çalışan bir adamı öldürür.


(><) Quint, II. Dünya Savaşı'nda USS Indianapolis'in bir torpille patlatıldığı ve battığına dair deneyimini anlatır. Köpekbalıkları gemici arkadaşlarını parçalarken denizde geçirdikleri günleri tasvir eder. Bu Spielberg'in gözde sahnesidir; bu sahnenin son taslağının yazarı tartışmalıdır.


(><) Quint'i ö*ldüren köpekbalığı tekrar saldırıya geçerken Brody batmakta olan teknede yalnızdır. Hayvanın ağzına bir hava tüpü fırlatır, daha sonra bir tüfekle direğe tırmanır ve tüpe ateş eder. Tüp patlayınca hayvan parçalara ayrılır. Hooper yüzeye çıkar ve iki adam kıyıya yüzerler. (Sayfa: 364-365)
*
Yıldız Savaşları, 1977 Star Wars, George Lucas (d. 1944)
''American Graffiti'de (Gençlik Yılları, 1973) kendi gennçliğinin rock'n'roll ve araba kültürünü muhafaza eden George Lucas, endüstrinin biçimini kalıcı olarak değiştiren, görünüşte içi boş bir üretimle Flash Gordon ve Buck Rogers gibi uzay macerası serilerine geçti.'' * (><) Yıldız Savaşları'nın finalinde bir X-fighter Death Star'ın yüzeyi boyunca hızla geçer. * (><) Hayran bırakan Yıldız Savaşları afişi tüm ana karakterleri gösterir. (Sayfa: 366-367)

*
*
*
AVUSTRALYA YENİ DALGASI


''1970'ler ve 1980'lerin başında Avustralya sineması açık bir şekilde ikiye bölünmüş bir endüstriydi. Bir tarafta Fred Schepisi (d. 1939), Peter Weir (d. 1944) ve Gillian Armstrong'un (d. 1950) prestij sineması zarif bir şekilde Avustralya öykülerini anlatıyordu: süslü, sevgiyle tasarlanmış, sanatsal bütünlük açısından zengin ve zarafet dolu. Diğer tarafta ülkenin gelişen B-sınıfı film endüstrisi, kaba se*ks komedileri, kapkaç aksiyon-macera filmleri ve genel olarak ''Ozploitation'' (Avustralya yapımı) olarak bilinen kendine has ka*nlı korku filmleri geçidi sunuyordu.
1960'ların sonlarında birkaç tarihi filmin dışında büyük oranda dışarıdan beslenen Avustralya sinema endüstrisi çok az film üretti. Ancak 1970'lerin başlarındaki olaylar her şeyi değiştirdi. Yeni bir sanatsal karşı-kültür ortaya çıkıyordu. Ülkede giderek gelişen popüler televizyon endüstrisi yönetmenleri, oyuncuları ve yapımcıları eğitiyor ve bir dizi devlet girişimi ve vergi boşlukları film yapmanın ekonomik olarak çok daha cazip bir girişim olması anlamına geliyordu. Sonuç, medya tarafından ''Avustralya Yeni Dalgası'' olarak isimlendirilen ülke sinemasındaki yaratıcı dalgaydı.''
*
(><) İstismara uğramış yarı Aborjin Jimmie Blacksmith beyazlardan şi*ddetle intikamını alırken ö*lür.
*
(><) Gişede çok kazanan film Mad Max iki devam filmi ortaya çıkardı ve Avustralya Yeni Dalga Sineması'nı uluslararası pazara açtı.
*
(><) Crocodile Dundee (Timsah Dundee) komedyen Paul Hogan'a ilk oyunculuk deneyiminde Avustralyalı ''Hödük'' lakabını ve bir Altın Küre kazandırdı.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1972) ''Güney Avustralya Sinema Komisyonu kuruldu.''
*
(1975) ''Avustralya Sinema Komisyonu kuruldu.''
*
(1979) George Miller (d. 1945) Mad Max'ı yönetti. Film tüm zamanların en büyük ticari başarısı oldu ve dünyaya Mel Gibson'ı tanıttı.
*
(1981) Savaş filmi Gelibolu ve Mad Max'in devamı Road Warrior (Yol Savaşçısı) popülist Avustralya hikayeleri anlatmak için Hollywood sermayesi kullandı.
*
(1982) Ülkenin ''nitelikli'' yönetmenlerinin çoğu Birleşik Devletler'in cazibesine kapıldığı için Turkey Shoot B-sınıfı film endüstrisinin çaresiz kalışını gösterdi. (Sayfa: 368-369)
*
Hanging Rock'ta Piknik, 1975
Picnic at Hanging Rock, Peter Weir (d. 1944)
*
''Joan Lindsay'ın romanı Hanging Rock'ta Piknik'e çözülmeyen gizemin tatmin edici olmadığına dair kaçınılmaz şikayetten sakınmak için röportaj süsü verildi. Peter Weir'in düşsel film uyarlamasına aktarılan yapıt, izleyiciyi bunun gerçek bir hikaye olduğuna inandırmak için tarihler ve yerlerin altyazıyla verilmesiyle başlar.''


(><) Kayalık, Miranda'nın ekibi kaybolmadan hemen önce olduğundan daha büyük görünür.


(><) Afiş, filmin döneminin duygusunu yansıtır.


(><) Açılış sahnesinde Hanging Rock, sislerin arasından fantastik bir biçimde, E.S. Poe'nun dizeleriyle ortaya çıkar: ''Gördüklerimiz ya da görüyor gibi olduklarımız / düş içinde düşten başka bir şey değildir''. Hanging Rock, Melbourne'ün kuzeybatısında gerçek jeolojik bir oluşumdur.


(><) Güzel Miranda birkaç aynada kendisine dikkatle bakarak saçlarını tarar ve ona düşkünlüğü olan kızı adeta yaşanacaklar önceden malum olmuş gibi, ''Benden başka birisini sevmeyi öğrenmelisin Sara. Burada fazla kalmayacağım'' diyerek uyanır.


(><) Okul müdiresinin emirlerine karşı gelen dört kız Hanging Rock'a tırmanmaya karar verirler. Miranda'nın da aralarında olduğu üçü kayalığın içinde bir yarıkta büyülenmiş gibi dolaşırlar. Dördüncü kız Edith arkada kalır ve çığlıklar atarak kayalıktan aşağıya koşar.


(><) Okul pikniğine, daha sonra aramaya yardımcı olan kayalıktaki başka bir grup tarafından kısmen tanıklık edilir. Michael'ın (Guard) elinde bir dantel parçasıyla kurtarılmasından sonra Albert (John Jarrett), Irma'yı canlı ama kazayı hatırlamaz halde bulur.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1978-84) 1980'lerin başında Weir iki tane Avustralya menşeli ama uluslararası tarihsel-politik film çekti: I. Dünya Savaşı sırasında Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu'nun (ANZAC) Çanakkale'de katıldığı ilk savaşın anlatıldığı Gallipoli (Gelibolu, 1981) ve Endonezya'da şiddet yoluyla devrilen Başkan Sukarno'nun çevresindeki politik çalkantıların anlatıldığı The Year of Living Dangerously (Tehlikeli Yıl, 1982). Bu filmler Mel Gibson'ı uluslararası bir yıldız yaptı. (Sayfa: 370-371)
*
Parlak Kariyerim, 1979
My Brilliant Career, Gillian Armstrong (d. 1950)
*
''Miles Franklin'in 1901'de yayımlanmış aynı adlı romanından uyarlanmış olan Parlak Kariyerim genç bir Avustralyalı kadın Sybylla Melvyn'in reşit olma hikayesidir. Film Don McAlpine'in dokunaklı görüntü yönetmeni ve Melvyn rolünde Judy Davis ile onun zengin aşığı Harry Beecham rolünde Sam Neil'in güçlü oyunculukları sayesinde Avustralya Yeni Dalgası'nın klasiklerinden biri haline geldi.''


(><) Dik başlı Sybylla (Judy Davis) bir yazar olarak parlak bir geleceğin düşünü kurar.


(><) Afiş filmin feminist temaları yerine romantik öğeleri yansıtır.
*
(><) Melyvyn romanını yazmaya başlar. Ailesinin dışarıda kum fırtınasına yakalanmasına ilgisiz kalır ve ipte asılı çamaşırları toplamayı akıl etmez. Bu onun dadı olarak çalışmaya gittiği bir çiftlikte çamaşırları mandallarla tutturmasının ifade ettiği sonraki olgunluk haliyle kontrast oluşturur.
*
(><) Melvyn'in halası ona ''kadınsı yanını nasıl geliştireceğini'' öğretmek için bazı bakım işlemlerinden -yüz maskesi, limonlu gülsuyuna ellerini batırma ve şekle girmeyen saçlarını fırçalama- geçmesini önerir. Burada ehlileştirilmiş bir yaratık gibi görünür.


(><) Bir aile dostu Melvyn'e bir demet çiçek verdiğinde evlilik ihtimalleri canlanır. Melvyn daha sonra çiçekleri bir göle atar ve çiçekler su üstünde yüzerken yağmur başlar. Melvyn ıslak ve berbat olmuş giysilerine aldırmadan sevinçten deliye dönerek yağmur altında durur.


(><) Annesinin önceki sahnelerden birinde piyano çalmasını keserek ''kibarlık aldatmacası'' demesi kulaklarında çınlayan Melvyn'in halası, burada ondan çiftlik bölgesindeki bir barda öğrendiği ''kaba şarkıları'' çalmayı bırakmasını ister. Kendisinin hiçbir çevreye ait olmadığını anlar.


(><) Beecham Melvyn'e evlenme teklif etmek için geri döner. Judy Davis (Melvyn), Melvyn'in Beecham'ın teklifini reddederken hissettiği derin pişmanlık kadar yeni eriştiği olgunluğu ve ideallerine adanma duygusunu da yansıtır. Melvyn, eş olmak yerine bir yazar olmayı tercih eder. (Sayfa: 372-373)
*
ASYA VE HİNT SİNEMASI
*
''Asya sineması için 1970'ler hem en iyi hem de en kötü zamanlar oldu. Japonya'da Pasifik Savaşı (1941-45) öncesinden bu yana popüler olan stiller ve türler artık ilgi ya da seyirci çekmiyorlardı. Bazı stüdyolar iflas etti; (göz alıcı bir şekilde Atsumi Kiyoshi'nin oynadığı) sivri dilli ama özünde alçak gönüllü bir kişilik olan Kuruma Torajiro'nun, hem acı hem de tatlı, komik hikayesini anlatan uzun soluklu Tora-san serisi ile Scochiku gibi diğer şirketler ise başarılı formülleri tekrarlayarak ayakta kaldılar. 1969'dan 1995'e kadar ortaya çıkan kırk sekiz bölüm, Yeni Yıl ve Obon yaz tatilleri için nostaljik bir eğlence kaynağı haline geldi.''
*
''Hindistan'da Bollywood şarkı ve dansın bir araya geldiği fantezilerin yanı sıra, giderek artan bir şekilde aksiyon ve gangster filmleri ve pek çok türü bir araya getiren ''masala'' filmleri sahnelemeye devam etti.''


(><) Nagisa Oshima'nın filmi Shonen (Oğlan), ailesi düzmece trafik kazaları düzenleyen on yaşındaki bir çocuğun öyküsüdür.


(><) Hong Konglu yönetmen King Hu'nun etkili ve aksiyon dolu filmi Ying chun ge zhi Fengbo'nun psikodelik afişi.


(><) Shatranj ke khilari'de zevk düşkünü Navab Wajid Ali Shah (Amjad Khan) Başbakan Ali Naqi Khan ile (Victor Banerjee) konuşur.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1970) Xie Tieli'nin (d. 1925) Zhi qu wei hu shan filmi Kültür Devrimi'nin başlamasından itibaren gösterilen ilk Çin filmiydi.
*
(1975) G. P. Sippy Bollywood'un ve Hindistan'ın en yüksek gişe hasılatına ulaşacak olan ''Hint Westerni'' Sholay'ı çekti. (Sayfa: 374-375)
*
Xia nu, 1971
King Hu (1931-97)


''Eleştirmen Peter Rist, King Hu için ''dünya tarihinde en az takdir görmüş ''büyük yönetmen'' ve ''1960'ların en düzgün orijinal sinemalarından bir tanesi'' diye bahsetmiştir. Hu, Çin sinemasında sessiz döneme dek uzanan bir gelenek olan ancak Hu ve onun bazı çağdaşlarının 1960'ların sonunda yeni bir gelişkinlikle doldurmalarının ardından modern şeklini alan wuxia'nın, ya da dövüş sanatları türünün ustasıydı.''
*
''1975 yılında, filmin son versiyonu Cannes'da özel teknik ödül kazandı ve 2005 yılında Xia nu Çin'in en iyi ilk yüz filminin yer aldığı Hong Kong Film Ödülleri listesinde dokuzuncu sırayı aldı.''
*
(><) Afişin bu versiyonu filmdeki şi*ddetten çok filmin lirizmini ortaya koymaktadır.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1990-97) ''Hu, nevi şahsına münhasır dövüş sanatları filmleri olan ve Budizm ve Çin operasının zengin gelenekleri üzerine inşa edilmiş olan wuxia filmlerinin öncüsü olarak hatırlanır.'' (Sayfa: 376-377)
*
Tutku İmparatorluğu, 1976
Ai no corrida, Nagisa Oshima (d. 1932)


''1930'ların Japonya'sında geçen Tutku İmparatorluğu otel işletmecisi Kichi-San ile bu otelde çalışan bir görevli olan Sada arasındaki tuhaf ilişkiyi anlatır. Gerçek bir öyküye dayanan film, se*ks ve birlikteliğin tepeden tırnağa bir keşfidir. Filmin büyük bölümünde bu ikili ve kamera, tüm boğucu görkemi içerisinde çiftin arasındaki ilişkiye adanmış olan odayı nadiren terk eder.''
*
(><) Afişte görülen sevgilileri, Fuji Tatsuya ve Matsuda Eiko canlandırmıştır. (Sayfa: 378-379)
*
MÜZİKALLER İÇİN YENİ BİR ÇAĞ
*
''Hollywood müzikalleri ABD sinemasının altın çağı ile yakından ilişkilidir. Bu bağlamda stüdyo sisteminin çöküşü müzikalleri yok etmemiş, aksine biçim değiştirmelerine sebep olmuştu. Geleneksel müzikale ise çağdaş izleyici için yeniden tasarlanmış olarak hâlâ rastlanabiliyordu. Ancak bu tür, yeni müzik türleri ya da geçmişi yeniden değerlendirmek amacı ile dönemin güncel meselelerini ve akımlarını keşfetmek üzere yeni alanların içine itildi.''


(><) Travolta'nın T-Birds çetesi lideri Danny Zuko karakterindeki enerjik performansı havalı görünmesini sağladı.


(><) İlk Dans İlk Aşk (Dirty Dancing) filminin başrollerinde deneyimli dansçılar olan Partick Swayze ve Jennifer Grey oynadı ve Swayze'ın filmdeki performansı göz doldurdu.


(><) Flashdance filminde Beals'ın oynadığı balerin olmak isteyen kaynakçı karakteri kendine olan güvenini yitirdikten sonra geceleri striptizci olarak çalışmaya başlar.


(><) Hair için hazırlanan bu afiş tasarımı filmin hippi ruhlu karşı-kültür kaygılarını yansıtıyor. (Sayfa: 380-381)
*
Kabare, 1972
Cabaret, Bob Fosse (1927-87)
*
''Bob Forse'un Avrupa'daki sıkıntılı gelişmeler ile tezat teşkil eden akılda kalan şarkıları içeren bu başyapıtı, Weimar Cumhuriyeti'nin son çöküş günlerinin ve Nasyonel Sosyalizmin yükselişinin alaycı bir eleştirisidir.''


(><) Liza Minelli, Joel Grey'in canlandırdığı Sahne Sunucusu ile birlikte.


(><) Minelli erken büyümüş, çelimsiz Sally rolü ile kariyerinin en büyük performansını sergiledi.


(><) Seyirci Sally'i az önce dolandığı ve durmadan konuştuğu pansiyonunda görmüştür. Burada Sally, ilk performansı için sahnede kostümü ile bir değişim geçirir. Saflığını ve heyecanını, cazibe ve hünere dönüştürerek sahneye hâkim olur.


(><) Hafif pastoral bir tını olarak başlayan şey, Almanların üstün ırk olarak yaptıkları şiddetli bir kutlamaya dönüşür. Dinleyiciler tutkulu bir biçimde şarkı söyleyen bir koro haline gelir. Brian mekândan ayrılırken Maximilian'a sorar; ''Hâlâ onları kontrol edebileceğine inanıyor musun.?''


(><) Sally tüm inancı ile hayatının en iyi performansını sergiler. Bu icra, Sahne Sunucusu ürpertici son konuşmasını yapmadan önce seyircide iyimser duygular uyandırır. Bitmek tükenmek bilmeyen trampetin sesi ile sahne kapanış çekimlerine doğru ilerler.
*
ROMANDAN SİNEMAYA


Chiristopher Isherwood tarafından kaleme alınan Goodbye to Berlin II. Dünya Savaşı'nın başladığı 1939 yılında yayımlandı. Kitap, Isherwood'un savaş öncesi Berlin'den esinlendiği kısa öykülerin bir toplamıdır. Yazar, Weimar Cumhuriyeti'nin can çekişmesine ve Üçüncü İmparatorluğun sinyallerini verdiği yaklaşan fırtınaya doğrudan tanık olur. Iserwood eş*ci*nselliğini saklamadan yaşadı ve bunu bu tür bir açıklığa rastlanılmayan bir dönemde yaptı. O, toplumun farklı yüzlerini görmeye, gizli hayatları deneyimlemeye alışkındı ve gölgeler dünyasını oluşturan bu gizli derinlikler onun eserlerinde büyük önem taşıyordu. Ramanda, Sally Bowles karakteri kitabın yalnızca bir bölümünde geçer; o Chiristopher (filmde Brian) asla sevgili olmazlar. Goodbye to Berlin, kitapta geçen bir replik olan ''I Am a Camera'' adı ile oyunlaştırıldı: ''Ben, obtüratörü açık, gayet pasif, düşünmeyen, sadece kaydeden bir kamerayım''. Oyun 1951 yılında John Van Druten tarafından yazıldı ve 1955 yılında başrollerinde Laurence Harvey ve Shelley Winters'in olduğu filme dönüştürüldü. Kabare hem romandan hem de oyundan uyarlanmıştır. (Sayfa: 382-383)
*
AFRİKA SİNEMASI


''1970'lerde ve 1980'lerde Afrika sineması, dünyada gelmiş geçmiş diğer tüm sinema Rönesansları ile rekabet edecek bir özgünlük ve yaratıcılık patlaması yaşadı. Yönetmenler daha farklı ve arzulu filmler yapmak için sömürge sonrası dönemin politikalarıyla, enerjisiyle ve fırsatlarıyla harekete geçtiler. Ancak örneğin 1960'larda çıkan Fransız Yeni Dalgası'nın filmleri ile kıyaslanınca bu filmler hak ettikleri değeri görmemektedir.
Genelde ''Afrika sinemasının babası'' olarak gösterilen Senegalli yazar ve yönetmen Ousmane Sembene (1923-2007) sömürge sonrası Afrika'nın yeni önceliğinin simgesi oldu. Sembene 1947 yılında Fransa'ya gitti ve Marsilya'da liman işçisi olarak çalıştı, Komünist Parti'ye katıldı ve aktif bir sendikacı oldu. Sineması hayatta gösterdiği politik ve sosyal bağlılığın aynısını gösterdi. İlham veren ilk filmi La noire de.. (1966), uluslararası alanda kabul görmüş bir Afrika yapımı uzun metrajlı filmdi.''
*
(><) Chronique des annees de braise bir köylünün gözünden Cezayir'in bağımsızlık mücadelesini anlatır.
*
(><) Afrika yol filmi Touki Bouki'nin afişi, sığır sürüsü çobanı olan Mory'i bir sığırın kafatasını bağladığı motosikletine binmiş giderken gösterir.
*
(><) Haile Gerima'nın güçlü filmi Mirt sost shi amit Etiyopyalı sıradan bir köylü ailesinin içler acısı halini gözler önüne serer.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1975) Safi Faye Kaddu Beykat adlı filmi ile Sahra-altı Afrikası'ndan çıkan ilk kadın yönetmen oldu. (Sayfa: 384-385)
*
*
*
''Bağımsızlığın hâlâ akıllarda kalan bir anı olması ve Afrika çapında sömürgecilik sonrası hükümetlerin yolsuzluk batağına sürüklenmeleri nedeniyle, 1970'lerde Afrika sineması, içinde bulunulan zamana odaklanmaya yöneldi. Bu dönemin filmleri bir dizi tartışmalı ve gündemdeki meseleyi konu aldı.''
*
(><) Ai Keita'nın görkemli Afrikalı Kraliçe Sarraounia'yı canlandırdığı ilk oyunculuk deneyimi.
*
(><) Baara filminin afişi. Dönemin çağdaş Mali'sinde geçen film Afrika burjuvazisini eleştirir.
*
(><) Idrissa Ouedraogo dokunaklı dramı Yaaba'da Afrika köy hayatının basit ritimlerini incelikli bir üslupla yakalar. (Sayfa: 386-387)
*
Xala, 1975
Ousmane Sembene (1923-2007)


''İlk filmlerinde Ousmane Sembene sömürgeci sistemin sömürüsünü göstermişti ancak 1973'te yayımladığı romanından uyarladığı Xala ile Afrika'nın sömürge sonrası liderlerinin kendilerinin de güçlerini kötüye kullanmaya başlama yollarına eleştirel bir bakış atmaya ve özentileri ve küstahlıkları nedeniyle Afrika burjuvazisini acımasızca kınamaya yöneldi. (..)
..Senegal'in yeni egemenleri kendilerine verilen açık mesajı sindiremedi ve Xala sansüre uğradı. Yine de bu, filmin uluslararası alanda rağbet görmesini ve Sembene'nin en görkemli başarılarından biri olarak görülmesini engelleyemedi.''
*
(><) Sembene'nin taşlamasında eski sömürge efendileri perde arkasında güçlerini korurlar.
*
(><) Xala Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali'nde özel jüri ödülünü kazandı.
*
ROMANDAN SİNEMAYA


Ousmane Sembene her zaman edebiyatı filme tercih etmeyi sürdürdü ancak fikirlerini Afrika halkına daha iyi anlatabilmek için sinemaya yöneldi. Beyaz bir kadını kaza ile ö*ldürdüğü için i*dam edilen siyah bir tersane işçisi hakkında olan Le docker noir (1956) ile başlayarak, dokuz roman ve kısa öykü koleksiyonları yazdı. Sembene'nin ilk dönem romanları sömürgeciliğin getirdiği kötülükleri sert bir şekilde eleştirmeye başladı. İkinci romanı O pays, mon beau people.! (1957) ona uluslararası bir başarı getirdi; ancak birçok eleştirmen Dakar-Nijer Hattı'ndaki demiryolu grevini (1947-48) konu alan Les bouts de bois de Dieu (1960) adlı otobiyografik eserini onun başyapıtı olarak kabul eder. Sembene'nin örneğin Xala (1973) gibi daha sonraki dönemde yazdığı romanları, Afrika'nın sömürü sonrası yeni seçkinlerinde gördüğü yolsuzluğu işler. Son uzun romanı olan Le dernier de l'empire (1981) bağımsızlığına yeni kavuşan bir Afrika ülkesinde, yolsuzluğun askeri darbeye nasıl yol açtığını inceler. (Sayfa: 388-389)
*
Yeelen, 1987
Souleymane Cisse (d. 1940)
*
''Souleymane Cisse Yeelen adlı filmi ile uluslararası bir başarı yakaladı. 1987 yılında Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü alan bu yenilikçi film, gelmiş geçmiş en iyi Afrika filmleri arasına girerek dünya çapında beğeni topladı. 13. yüzyılda Mali'de Mambara halkı arasında geçen efsanevi bir fabl olan film, sözlü gelenek yoluyla miras kalan öykülerden yararlandı. (..)
Küçük bütçesine ve yapım aşamasındaki kötü hava koşulları ve başrol oyuncusunun ö*lümü de dâhil olmak üzere karşılaşılan bir dizi soruna rağmen, Cisse büyünün hâkim olduğu efsanevi bir geçmişi anlatmada parlak bir başarı gösterdi. Jean-Michel Hummeau ve Jean-Noel Ferragut'nün verimli sinematografisi, Michel Portal'ın ve şarkıcı Salif Keita'nın müziği ve yönetmenin hayal gücü, hepsi birleşerek, filme eşsiz bir atmosfer kazandırdı.''


(><) Attu şelalenin altında ayaktadır, resim filmde bol bol görülen su ve ışık karelerini yansıtır.


(><) Afişteki göz kamaştıran güneş, filmin adının anlamı olan ''aydınlık'' kelimesini yansıtır.


(><) Nianankoro'nun ruhu yarısı toprağın içine gömülü bir yumurta içerisinde yaşamına devam etmektedir. Yumurta Nianankoro'nun kendi oğlu tarafından çıkartılır ve bu da filmin yaratılış, yeniden doğuş ve bilginin nesilden nesle geçişi gibi temalarını yansıtır.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1940-69) Souleymane Cisse Mali'nin Bamako kentinde doğdu ve ortaokulu okuduğu Dakar'da bir Müslüman olarak yetiştirildi. 1960 yılında Mali yeniden bağımsızlığına kavuşunca ülkesine geri döndü. 1960'lı yıllar boyunca, Moskova'daki VGIK adlı film okulunda eğitim gördü ve burada hem sınıf hem de toplum üzerine, ilk uzun metrajlı filmlerini şekillendirecek olan Marksist bakış açısı kazandı. (Sayfa: 390-391)
*
VİETNAM'IN MİRASI
*
''Vietnam, televizyon çağının ilk savaşıydı ve savaşın haşin gerçekliğine dair unutulmaz görüntüleri üretti. II. Dünya Savaşı'nın aksine, Hollywood vatansever filmler yapma coşkusundan çok uzak bir tutum sergiledi. Çoğu kez savaş süresince yapılan tek savaş yanlısı film olduğu belirtilen Yeşil Bereliler'e (The Green Berets, 1968) basitleştirici tavrı nedeniyle kahkahalarla gülündü. 1960'ların sonu ve 70'lerin başındaki Hollywood filmleri savaşı dolaylı yollarla anlatır.'' (..) Francis Ford Coppola'nın bir sonraki yıl yaptığı Kıyamet (Apocalypse Now) Vietnam deneyimine dair sinema tarihinin en güçlü ve kalıcı anlatımını sağladı ve diğer bütün Vietnam filmleri için bir değerlendirme ölçütü oluşturdu.'' (..)
''21. yüzyılda Vietnam'a karşı tutumlar yeni bir politik bağlamı yansıtmıştır. Irak savaşının ilk yılında yapılan başrolde Mel Gibson'un oynadığı We Were Soldiers (Bir Zamanlar Askerdik, 2002) ABD müdahalesinin sempatik bir görünümünü sunar.''


(><) Avcı'da (The Deer Hunter) Michael (Robert De Niro) savaştan evine döner ancak arkadaşlarının Vietnam'da ö*ldüğüne inandığı için uyum sağlamakta güçlük çeker.


(><) The Killing Fields (Ö*lüm Tarlaları) Kızıl Kmerler'in iktidara geldiği dönemde - biri Kamboçyalı diğeri Amerikalı- iki gazetecinin ve bir İngiliz fotoğrafçının yaşadıkları deneyimlere dayanıyordu.


(><) Full Metal Jacket genç acemi erlerin geçtikleri insanlıktan çıkarıcı askeri eğitimi ve sonrasında Tet Taarruzu sırasındaki korkularını işler.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(1971) NYT, ABD'nin Vietnam politikası hakkında Pentagon Belgeleri adında bir dizi yayınladı. Hükümetin bunu engellemek için yaptığı başvuru mahkemece reddedildi.
*
(1972) Jane Fonda ve Donald Sutherland ''FTA'' (Orduyu Becerin) politik revüsüyle ABD üslerini gezdi. Fonda'nın Kuzey Vietnam'ı ziyaret etmesi öfkeye neden oldu.
*
(1982) Başkent Washington'daki Vietnam Veterans Memorial (Vietnam Gazileri Anıtı) tamamlandı. Üzerinde ö*len 53.175 ABD askerinin isimleri kazılıdır. (Sayfa. 392-393)
*
Kıyamet, 1979
Apocalypse Now, Francis Ford Coppola (d.1939)


''1979'da Cannes'da bir basın konferansında, Francis Ford Coppola henüz tamamlanmamış Kıyamet'ten bahsetti: ''Benim filmim Vietnam hakkında değil, Vietnam'ın gerçekten olduğu haliyle ta kendisi.. Ve Amerikalı askerler Vietnam'da ne yaşadılarsa, biz de aynısını yaşadık. Biz ormandaydık, çok fazla paramız ve teçhizatımız vardı ve yavaş yavaş delirdik.''
George Lucas (d. 1944) ve John Milius (d. 1944), Joseph Conrad'ın Heart of Darkness isimli eserini bir Vietnam fili olarak uyarlamayı düşündüler ancak bu projeyi akıl hocaları Coppola gerçekleştirdi.''
*
(><) Sarsıcı ve uyumsuz bir görüntüde bir rahip, savaş alanında Aşai Rabbani Ayini düzenler.
*
(><) Marlon Brando'nun -Kurtz rolü için tıraş edilmiş- başı minimalist, karanlık afişi kaplamaktadır. (Sayfa: 394-395)
*
Müfreze, 1986
Platoon, Oliver Stone (d. 1946)


''Yazar ve yönetmen Oliver Stone bu savaşla ilgili bir otobiyografik film yaparak Hollywood'da prestij kazanan ilk Vietnam gazisiydi. Avcı (1978) ve Kıyamet (1979), savaşı bir film konusu haline getirdiler ancak bittikten sonra reşit olan nesiller için Vietnam gerçeğini evlere getiren yapım Platoon (Müfreze) oldu.''
*
(><) Acemi er Chris Taylor Vietnam'da yönünü bulur.
*
(><) 1968 tarihli ünlü bir Art Greenspon fotoğrafı filmin afişindeki poza esin kaynağı oldu.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:
*
(1986-87) Stone, ABD'nin dış politikasını (Salvador, 1986) ve ekonomi ahlakını (Wall Street / Borsa, 1987) yeren yapımları ve Vietnam deneyimlerinden yararlanarak çektiği Oscar'lı otobiyografik filmi Müfreze ile adını ABD'nin siyasi ve toplumsal meselelere duyarlı yönetmeni olarak duyurdu.
*
(1996-2008) Dokuz yılda on film çeken Stone çalışma hızını yavaşlattı. Bir spor filmi olan Any Given Sunday (Kazanma Hırsı, 1999) gişelerde bir hit oldu. Bunun ardından yönetmen, ABD'de sevilmeyen Fidel Castro (Comandante, 2003) ve Hugo Chavez (South of the Border, 2009) hakkında belgesel filmler ile sakıncalı bulunan epik film Alexander'ı (2004) çekti. World Trade Center (2006) ve bir George Bush biyografisi olan W (2008) isimli yapımlar ise ülkenin durumunu işledi. (Sayfa: 396-397)
*
AKSİYON-MACERA
*
''Dövüş sanatlarına dayanan aksiyon filmleri, ikonik Bruce Lee sayesinde 1970'lerin başında ana-akım Batı sinemasına patlayıcı bir giriş yaptılar. Ejder Kalesi (1973) büyük bir Hollywood stüdyosu tarafından üretilen ilk Çin dövüş sanatları filmiydi. Lee her ne kadar bitmiş filmi görebilecek kadar yaşamamış olsa da onun çabası gelecek on yıllar boyunca dövüş sanatları filmlerini etkiledi.''
*
''1980'lerdeki aksiyon-macera filmleri çok daha kaslı kahramanları ön plana çıkardı.''


(><) 1973'teki zamansız vefatından önce dövüş sanatlarının zirvesinde olan Bruce Lee Ejder Kalesi'nde.


(><) Ellen Ripley (Sigourney Weaver) Ailens (Yaratık 2) afişinde Hollywood'un en iyi aksiyon kahramanlarından biri olarak duruyor.


(><) John McClane (Bruce Willis) Die Hard'da (Zor Ölüm) karısının şirket partisine uğrayınca umduğundan fazlasını bulur. (Sayfa: 398-399)
*
Kutsal Hazine Avcıları, 1981
Raiders of the Lost Ark, Steven Spielberg (d. 1946)


(><) Açılış sahnesinde Indy altın bir kutsal putu almaya çalışırken ö*lümle burun buruna gelir.


(><) Eski tarz bir afiş, Spielberg'in başrolde düşündüğü ilk isim Ford'du.


(><) Paramount stüdyolarının logosu yavaşça gerçek bir dağ görüntüsüne dönüşür ve film başlar. Bu aygıt hemen izleyicilere aksiyon, egzotizm ve gizem duygusunun yanında saf bir hile de sunar.


(><) Indy putu sunaktan aldığında yerinden kopan devasa bir kaya parçası, maceracı bubi tuzaklarıyla dolu bir odada yan taraftan gelen zehirli oklar arasında yuvarlanır. Bu tüyleri diken diken eden açılış seyircinin yaklaşmakta olan gerilime dair iştahını kabartır.


(><) Indy eski aşkı Marion'ın hayatına yeniden girer. Nepal'deki bir barın duvarına yansıyan gölgesinden (özellikle de alameti farikası haline gelen fötr şapkasından) tanınır. Kahramanın bu ayırt edilebilir silüeti Indiana Jones filmlerinde sürekli olarak yinelenir.


(><) Kahire'deki bir kavga esnasında, kalabalığın arasından heybetli bir kılıç savaşçısı belirir ve kılıcıyla ustalığını sergiler. Onu kırbacıyla etkisiz hale getirmek yerine Indy silahını çeker ve onu gelişigüzel bir şekilde vu*rur. Harrison Ford bu sahnede filmin bitmesini önerdi.


(><) Çukura indikten sonra Indy en büyük korkusu olan yılanlarla yüz yüze gelir. Bu sahne gerçek yılanlarla çekilmişti ve yılanlarla Harrison Ford arasında cam bir bölme bulunuyordu. Önündeki kobra yılanı filmin çekimi esnasında cama gerçekten zehrini fışkırtmıştır.
*
(><) Ahit Sandığı açılır ve Tanrının kudreti Nazileri mahveder -Toht'un yüzü kafatasından eriyip gider. Indy ve Marion direğe bağlı halde kalmışlardır ve gözlerini kapatıp Sandığa bakmadıkları için büyük yangından sağ kurtulurlar. (Sayfa: 400-401)
*
Terminatör, 1984
The Terminator, James Cameron (d. 1954)


''The Outer Limits ve Philip K. Dick öykülerinden Hollowen (1978) gibi filmlerin hiç yerinde durmayan, hızlı temposuna kadar fikirleri birleştiren Terminatör harika bir bilim kurgu-aksiyon filmidir.'' (..)
''James Cameron bu şaşırtıcı derecede zeki B filmiyle ilk patlamasını gerçekleştirdi. Filmin temaları -ideal bir kadını kurtarmak için kendini feda eden kahraman, teknoloji ve ateş gücüne duyulan paradoksal güvensizlik ve hayranlık- Avatar (2009) gibi sonraki filmlerinde daha özenli biçimde yinelenecekti.''
*
(><) Terminatör destansı kahramanlara sahip aksiyon filmi özlemini sona erdirdi. (Sayfa: 402-403)
*
SEKSENLERİN KOMEDİ FİLMLERİ
*
''1980'lerin komedi filmleri düşünüldüğünde akla ilk gelen ifadelerden biri ''gençlik filmi'' olmaktadır.''
*
''Erken büyümüş gençleri ve çalışan kadınlarıyla 1980'lerin komedileri on yılların değişimlerini yansıttı ve güldürmeyi başardı.''


(><) Uçak (Airplane) filmlerinin bir taşlaması ve durmaksızın yapılan esprilerle birlikte görsel şakaların bir saldırısıydı.
*

(><) Erkek ve kadınlar ci*nsellik olmadan da gerçekten arkadaş olabilirler mi.? Harry Sally ile Tanışınca (When Harry Met Sally) bu soruyu yanıtlamaya çalışır.


(><) Matthew Broderick -yönetmen John Hughes'ün 1980'lerdeki pek çok başarılı komedilerinden biri olan -Ferris Bueller'la Bir Gün'de (Ferris Bueller's Day Off). (Sayfa: 404-405)
*
Karşınızda Spinal Tap, 1984
This Is Spinal Tap, Rob Reiner (d. 1947)


(><) Filmin posterinde herkes uzun saçlı, leopar desenli kovboy çizmeleriyle çok havalı.
*
''1980'lerin en taze ve yeniden izlenebilir komedilerinden biri olan bu film küçük, eğlenceli anlarla (Billy Crystal'ın ''Para taklitte'') ve kusursuzca sergilenmiş performanslarla doludur (Fran Drescher, Paul Shaffer). Grup araya giren kız arkadaş yüzünden dağılmanın eşiğine geldiğinde ve çocukluk arkadaşları David ve Nigel müzik ve birbirleri olmadan yaşayamayacaklarının farkına vararak yeniden bir araya geldiklerinde, filmin duygusal boyutu dikkat çekici hale ulaşır.'' (Sayfa: 406-407)
*
Masum Sanık Roger Rabbit, 1988
Who Framed Roger Rabbit, Robert Zemeckis (d. 1951)



(><) Kathleen Turner tarafından seslendirilen baştan çıkaran kadın Jessica Rabbit ile Bob Hoskins.
*
(><) Bu film Zemeckis ile onun Geleceğe Dönüş'ündeki yıldızı C. Lloyd'u bir araya getirdi.
*
(><) İki boyutlu (2-D) bir çizgi filmin çekiminin arasına girilir ve üç boyutlu (3-D) çizgi karakterlerle insan olan bir yönetmen iletişim kurar. Zemin çizgi film dünyasından, Bugs, Daffy ve şirket için çalışan herkesi biraraya getiren eski Warner Bros, düşüncesini onöre eden bir biçimde düşer.
*
(><) Disney ve Warner Bros'un çizgi karakter ekibi arasında, önceden imkansız olan hayret verici bir kesişmede Daffy Duck başrolü paylaştığı Donald Duck'a dair memnuniyetsizliğini dile getirir: ''Bu peltek peltek tonuşan biritiyle yaptığım ton talışma olacak.''
*
(><) Roger'in karısının bir çizgi karakter olmadığı, Gilda (1946) filminde oynayan Rita Hayworth ölçülerinde vücuda sahip bir poster olduğu ortaya çıkar. Onun ''performans modeli'' Betsy Brantley iken, Amy Irving o şe*hvetli ''Neden Doğru Şekilde Yapmıyorsun.?'' sözü için vokal sağlamıştır.
*
(><) Hain Hakim Doom (Chiristopher Lloyd) geleceğin Los Angeles'ına dair hayalinin tüyler ürpertici halini tarif eder: ''Otoyola giren ve çıkan insanların olduğu bir yer görüyorum. Giren, çıkan, giren, çıkan, tüm gün ve tüm gece boyunca.. Tanrım, muhteşem olacak.!'' (Sayfa: 408-409)
*
İNGİLİZ SİNEMASI
*
''Yönetmenlik en güçlü anına ulaştığında, seyircilerin kendilerine bakmalarını sağlayan bir ayna görevi görebilir. Daha önce hiçbir on yıllık dönem ise kendine bakmaya 1980'lerden daha fazla istekli olmadı. Bu nahoş, fazlasıyla varlıklı ve çok yoksul dönem boyunca Britanya bir film üretme fabrikası haline geldi ve ürettiği filmler cesur, tahmin edilemez, hırslı, bölücü ve ülkenin toplumsal ve siyasal durumuna ayna tuttular.''


(><) Ateş Arabaları'nda Harold Abrahams (Ben Cross), Trinity Great Court yarışında gerilerde kalmasına rağmen yarışı -ve 1924 Olimpiyatları'ndaki 100 metre yarışını- kazanır.


(><) A Room with a View (Manzaralı Oda) Helena Bonham Carter ile Julian Sends'i bir araya getirdi ve harika oyunculuklar ile güzelce sahnelenmiş bir dönem dramı, yapım şirketi Merchant Ivory'yi zirveye çıkardı.


(><) Charles Crichton'un yönetmenlik kariyerindeki son nokta olan Wanda Adında Bir Balık patates kızartmalarının kullanıldığı unutulmaz bir i*şkence sahnesi sundu. (Sayfa: 410-411)
*
Withnail ve Ben, 1987
Withnail and I, Bruce Robinson (d. 1946)


(><) Afişteki zararlı sanat eserini Ralph Steadman ortaya çıkarmıştır.
*
''Bruce Robinson'un yazıp yönettiği, 1960'ların sonlarında geçen tüyler ürpertici otobiyografik bir çalışma olan Withnail ve Ben, paraları sürekli azalmasına rağmen zevk-ü sefa içinde yaşamaya çalışan işsiz ama hırslı iki aktörü anlatır.''
*
''Bu zayıf olay örgülü film, diyaloglarındaki kalite sayesinde kült bir filme dönüşmüştür.'' (Sayfa: 412-413)
*
Uzak Sesler Durgun Yaşamlar, 1988
Distant Voices, Still Lives, Terence Davies (d.1945)


(><) Kardeşler, filmdeki üç aile düğününden birinde şarkı söylüyorlar.
*
''Terence Davies'in Uzak Sesler Durgun Yaşamlar filmi, savaş sonrası Liverpool'undaki işçi sınıfından bir ailenin evinde geçen çocukluğun kişisel bir öyküsüdür.''
*
''Eleştirmenler, işçi sınıfından Britanyalı bir yönetmenin böylesine çağrışımcı, içten bir film yapmasına şaşırdılar.'' (Sayfa: 414-415)
*
PSİKOLOJİK DRAM
*
''Carl Jung sinemaya hayrandı. Şöyle demişti: ''Tıpkı bir dedektif öyküsü gibi, sinema da yaşamın insani düzeni içinde bastırmak zorunda kalınan heyecanın, ihtirasın ve arzunun hiçbir tehlike olmaksızın deneyimlenmesini mümkün kılmaktadır.'' Psikkolojik dramın görevi tam da budur. Karakterlerin (ve ortaklık kurarak izleyicilerin) iç dünyalarını incelemek.''
*
''Psikanalist Jacques Lacan, insanın gelişimindeki ''ayna evresine'' dair kuramında, aynanın görevini, küçük çocuğun kendisini annesinden ve dünyanın geri kalanından ayrılmış bir varlık (Ego) olarak görmesini sağlayan unsur olarak açıkladı. Sinemada bu ''ayna imgesi'' kavramı başkahraman ile başdüşmanın birbirlerini tanımlama şekilleri incelenerek metaforik olarak ifade edilebilir.''


(><) Bernardo Bertolucci'nin er*otik dram filmi Paris'te Son Tango'da Marlon Brando ile Maria Schneider kucak kucağa.


(><) Başrollerde Charlotte Rampling ve Dirk Bogarde'ın oynadıkları Liliana Cavani'nin Gece Bekçisi filminin çarpıcı afişi.


(><) John Baxter (Donald Sutherland) kızını kurtarmak için çok geç kalmıştır. Bu, Nicalas Roeg'in gerilim filmi Don't Look Now'daki (Karanlığın Gölgesi) sorunlarının yalnızca ilkidir. (Sayfa: 416-417)
*
Mavi Kadife, 1986
Blue Velvet, Davit Lynch (d. 1946)
*
''1960'ların kutsanmış lise romantizmiyle harmanlanan Mavi Kadife hiper gerçek hayal mantığına ve 1950'lerdeki sap*kın bir Kara Filmin kafa karıştırıcı hassasiyetine sahiptir.''
*
''Film açık bir şekilde kötüye-karşı-iyi ahlakını sergilerken, izleyiciyi Jeffrey'in röntgenciliğine, Frank'ın fetişizmine ve Dorothy'nin sa*do*ma*zoş*izmine dahil eder. Mavi Kadife, yüzeyin altında yatanların kusursuz ifadesidir.''
*

(><) Dorothy (Isabella Rossellini) ve gaz çeken Frank (Dennis Hopper).


(><) Filmin şe*hvetli, düş-benzeri afişi. (Sayfa: 418-419)
*
AVRUPA SİNEMASI


(><) Se*ksi Beatrice Dalle acı tatlı aşk hikâyesi 37.2 le matin'de (Betty Blue) göz kamaştırır.


(><) Au revoir les enfants'in (Elveda Çocuklar) afişi. Louis Malle'in yazdığı, yapımını üstlenip yönettiği son derece kişisel filmi Nazi işgalindeki Fransa'da yaşayan okul çağındaki çocukların arkadaşlığını anlatır.


(><) Kasabadaki sinemanın makinisti Alfredo'ya Nuovo Cinema Paradisa'da (Cennet Sineması) yardım eden genç Salvatore'ye bakan Bogart ve Bergman'ın afiş fotoğrafları. (Sayfa: 420-421)
*
Mephisto, 1981
Istvan Szabo (d. 1938)
*
''Bu büyük, etkileyici (1982 yılında En İyi Yabancı Film Oscar'ını kazanan) film Klaus Mann'ın yazdığı tartışmalı bir romanı temel alır. Roman ise Nazilerin emrinde çalışan 1930'ların Alman tiyatro yıldızı -M (1931) filmindeki suç dehası olarak hatırlanan- Gustaf Gründgens'in hayatından esinleniyordu.''
*
(><) Tutkulu aktörün tüm hayatı, Nazi patronlarını memnun edecek bir performansa dönüşür.


(><) Höfgen (Brandauer) filmin afişinde geleceğin yıldızı olarak görüntülendi. (Sayfa: 422-423)
*
Ö*ldürme Üzerine Kısa Bir Film, 1988
Krotki film o zabijaniu, Krzysztof Kıeslowski (1941-96)
*
''Ö*ldürme Üzerine Kısa Bir Film, yönetmenin belgesellerinden tanık olduğumuz müthiş detaycı özenin aynısını sergiler. Jacek'in taksi şoförünü ö*ldürüşü de, daha sonraki i*damı da adli bir üslupla anlatılır. Devletin çarkları Jacek'in aleyhine işlerken, yaklaşım eşit derecede odaklanır ve Kieslowski de devletin gerçekleştirdiği bir i*damın acımasızlığındaki tüm ayrıntıları göstermektedir. Bu, Hollywood tarzı bir ö*lüm değildir ve asıl rahatsız edici olansa Kieslowski'nin anlattığı olayların bayağılığı ve tesadüfi doğasıdır.''
*
(><) Film, genç bir serserinin işlediği ci*na*yeti i*dam cezasıyla karşılaştırır.


(><) Afiş, filmde tasvir edilmiş gözü kara ö*ldür*me işleminin aynısını yansıtmaktadır. (Sayfa: 424-425)
*
KANADA SİNEMASI
*
''Kanadalılar, Amerikalı olmadıklarını sabırla açıklamak için epey vakit harcamak zorundadırlar. Benzer bir biçimde Kanada'da yapılan filmleri de -genelde Toronto, New York'un yerine geçiyor- ABD filmlerinden ayırt etmek genellikle çok zordur. Belki bu yüzden bazı Kanadalı yönetmenler, onları Hollywood ana akımından ayıran eserler ortaya çıkarmak için özen gösterirler.''
*
''Kanada sinemasındaki en hüzün verici düşüş, kesinlikle Claude Jutra'dır. 1971'de Mon oncle Antoine'ı yönetti; film ödüle boğuldu ve 1984'te en iyi Kanada filmi seçildi ama yönetmenin sonraki çalışmaları hayal kırıklığı yarattı. 1980 ortalarında Alzheimer teşhisi konan yönetmen, 1986 Kasımında evinden kayboldu. St. Lawrence Nehri'nin buzları 1987 Nisan'ında eridiğinde, bo*ğulmuş ce*sedi bulundu.''


(><) Videodrome'da rezil kablo TV programcısı Max Renn (James Woods), Debbie Harry'nin sa*do*ma*zo*şist psikiyatrının büyüsüne kapılır.


(><) Denys Arcand'ın zekice alegorisi Montreal'li İsa'da Daniel (Lothaire Bluteau) şu soruya cevap verir: ''İsa bugün bizim aramızda dolaşsaydı neye benzerdi.?''


(><) Atom Egoyan'ın Aile Görüşü'nde video teknolojisinin gölgesi modern aile hayatının üstüne çöker, bu tema filmin afişine de yansır. (Sayfa: 426-427)
*
Amerikan İmparatorluğunun Çöküşü, 1986
Le declin de l'empire americain, Denys Arcand (d. 1941)
*
''Filmin başlarında Dominique, ''şu çılgınca kişisel mutluluk güdüsü'nün ''Amerikan imparatorluğunun çöküşü ile bağlantılı'' olup olmadığını sorar. Arcand'ın filmi ironik bir biçimde bu sorunu inceler. Görünüşe göre bütün karakterler mutluluğa son sürat gitmektedir ama her biri ketlenmiş kişilerdir, ilişkileri de felaket bölgesidir. Arcand bunun, ci*nsel doyumun diğer bütün değerlerin üstüne yükseltildiği bir toplumun çöküşü olduğunu ima eder. Film hem kasvetli hem de komiktir; seyirci bu insanları sevmeyebilir ama onları izlemek büyüleyicidir. Ve arada bir izleyiciler birdenbire durur, kendilerine ait yanları fark ederler.''


(><) Mario (Gabriel Arcand) bir grup entelektüel hakkındaki görüşlerini açıkça dile getiriyor.


(><) Amerikan İmparatorluğu'nun Çöküşü'nün afişindeki karakterler zihinlerinden geçeni açığa vuruyorlar. (Sayfa: 428-429)
*
Sinek, 1986
The Fly, David Cronenberg (d. 1943)
*
''Cronenberg'in titizce işlenmiş zekice korku filmlerinin çoğu gibi bu da hastalık ve yaşlanma sürecinin bir metaforu olarak okunabilir.''
*
''Film şaşırtıcı biçimde içtendir; sadece üç ana karakteri ve tek ana seti vardır. Bir kurtçuk yavrusunu içeren gereksiz düş sekansı hariç -benzer bir hata Cronenberg'in kusursuz devam filmi Ölü İkizler'de (Dead Ringers, 1988) de tekrarlanır- kusursuz yapılandırılmış bir filmdir ve aynı anda komik, dokunaklı ve korkunç olmayı başarmaktadır.''
*
(><) Seth Brundle (Jeff Goldblum) sineğe dönüşmeden önce.


(><) Afiş ''Kork, Çok Kork'' diye uyarıyor. (Sayfa: 430-431)
*
ÇİN SİNEMASI
*
''Başkan Mao'nun ö*lümü ile 1976 yılında Kültür Devrimi sona erdi. 1980'lerin sonunda Çin sinemasının dnyanın en orjinal ve en beğenilen filmlerini üreteceğini çok az kişi tahmin edebilirdi. Pekin Film Akademisi'nin yeniden açılması bu süreci başlatarak 1982 yılında ilk mezununu vermişti ve Beşinci Kuşak olarak adlandırılan yönetmenler Çin sinemasında bir devrime öncülük etmeye hazırlanıyorlardı.''


(><) Tatlı dilli dolandırıcı Mark Gor (Chow Yun-Fat) Ying hung sik'te para yakar.


(><) Edward Yang'ın şehir gerilimi Kong bu fen zi afişi. Film Locarno Film Festivali'nde Gümüş Leopar ödülünü kazandı.


(><) Cafcaflı ve yoğun renk dokusu Hong gao liang'a yayılır. Zhang Yimou'nun egzotik kısa öyküsü bir kırsal sorgum şarap mahzeninde çekildi. (Sayfa: 432-433)
*
Sarı Toprak, 1985
Huang tu di, Chen Kaige (d. 1952)
*
''1930'larda Chiang Kai-Shek'in Milliyetçileri karşısında yenilgi yaşayan Mao'nun Komünist Kızıl Ordusu, Çin boyunca; sonunda ülkeyi fethedecekleri bir üs olan kuzeydeki Shaanxi eyaletindeki erişilmez güvenli sığınak Yan'an'a doğru epik Uzun Yürüyüşüne başladı. Bu olaylar, 1939 yılında birliklere moral vermek için yeniden yazılacak olan halk şarkılarını toplaması için Yan'an'dan yakınlardaki bir tarım bölgesine gönderilen komünist asker Gu Qing'in (Xuegi Wang) öyküsünü anlatan Sarı Toprak'ın tarihsel arka planını oluşturur.''


(><) Sarı Toprak büyük politik ve sosyal sahnede kişisel bir öyküyü anlatır.


(><) Filmin ana karakterleri afişte yer alır. (Sayfa: 434-435)
*
Acılar Kenti, 1989
Bei ging cheng shi, Hou Hsıao-Hsıen (d. 1947)
*
''Hou Hsiao-hsien, Tayvan Yeni Dalga sinema hareketinin önde gelen figürüdür. Politik angajmanları olan ve biçimsel olarak cesur film yapımındaki ani artış, Çin'in otuz sekiz yıl boyunca Tayvan'da uyguladığı sıkıyönetim dayatmasının ve politik baskının sona erdiği 1987'de hayata geçti.''


(><) Geleceklerinden emin olmayan Wen-ching ve ailesi önlerindeki dünya ile yüzleşir.


(><) Filmin afişi karakterlerin yaşadığı zor zamanları işaret eder. (Sayfa: 436-437)
*
AVRUPA DÖNEM SİNEMASI
*
''Sovyetler Birliği'nin yıkılışının ardından, Avrupa 1990'lara, diğer pek çok şeye ek olarak, sanatsal özgürlük ruhu içinde girdi. Ancak ekonomideki değişim, belli başlı ülkelerin film üretimi bütçelerini kısıtlamalarıyla kendini hissettirdi; en çok da dönem filmleri üreten ülkelerde, yüksek maliyetinden ötürü bu tür filmler azaldı.''


(><) Beatrice (Emma Thompson) ve Hero (Kate Beckinsale), Shakespeare'nin çöpçatanlık komedisinden uyarlanan Much Ado About Nothing (Kuru Gürültü) filminde, dönüş yolundaki erkekleri karşılamak için Toskana kırlarında koşuyor.


(><) Land and Freedom'da (Ülke ve Özgürlük) işsiz kalmış komünist işçi Ian Hart, İspanyol Cumhuriyetçileri adına savaşa katılır.


(><) Il Postino'da (Postacı) İtalyan bir postacı Şilili ünlü bir şairle kurduğu ahbaplık sayesinde şiiri sevmeyi öğrenir. (Sayfa: 440-441)
*
Cyrano de Bergerac, 1990
Jean-Paul Rappeneau (d. 1932)
*
''Jean-Paul Rappeneau'nun Cyrano de Bergerac'ı oldukça hoş bir sürprüzdi. Bu film, klişeleşmiş bir Fransız oyununun, adı daha çok romantik komedilerle anılan ve çok da verimli olmayan bir yönetmen tarafından çekilmiş yeni bir versiyonuydu. Fakat Cyrano de Bergerac bir zafer oldu: Film Anthony Burgess'ın asıl metnin on iki heceli ritmik dizilimini koruyarak yazdığı İngilizce altyazı sayesinde, ülke sınırlarını aştı. Senaryo, karakter ayrıntıları ve nüktedan performanslarla süslenerek Edmond Rostand'ın 1897 tarihli oyununa yeni bir soluk getirmiş oldu. Jean-Claude Carriere ve Jean-Paul Rappeneau'nun yazdığı senaryoda, Roxane ve Christian karakterleri ustaca değiştirilmiştir. Roxane daha zeki, Christian ise daha cesur kişiler olarak karşımıza çıkar. Sırlar, yanlış anlamalar ve özlemle dolu bir aşk üçgeni yaratan üç ana karakter, filmi duygu bakımından geliştirir.''


(><) Kendine özgü bir ateşli konuşmanın şiddeti içindeki Cyrano (Gerard Depardieu).


(><) Ateşli aşığın kimliği tıpkı filmde sır olarak kaldığı gibi, düşüncenin başarılı bir biçimde görselleştirildiği afişte de gizlenmiştir. (Sayfa: 442-443)
*
Aşık Shakespeare, 1998
Shakespeare in Love, John Madden (d. 1949)
*
''Modern izleyiciye dönük ince bir mizaha sahip olan filmde Ölümsüz Ozan'ın insani kusurlarıyla resmedilmesi, izleyiciyi neşelendirir. Âşık Shakespeare, yazarın eserlerine göndermeler barındırmasına rağmen anlaşılabilir bir filmdir. Hollywood dostu bu film Britanya'nın zengin kültürel tarihinden büyüleyici bir şekilde yararlanır. Bundan ötürüdür ki, film En İyi Görüntü de dâhil toplam yedi Akademi Ödülü kazanmıştır. (..) John Madden'in usta yönetmenliği sayesinde Âşık Shakespeare kısıtlayıcı bir teatral hava hissini asla vermez. Film, tiyatronun gücünü aktarmak için sinemanın gücünü kullanır. Bu görüşü Shakespeare de kesinlikle onaylardı.''


(><) Genç Shakespeare (Joseph Fiennes) yazmak için bir ilham kaynağına gereksinim duyar.


(><) Mahrem bir anın görüntüsü -ve yıldız oyuncular- filmin afişini süsler. (Sayfa: 444-445)
*
HOLLYWOOD DRAM FİLMİ
*
''1990'larda, çekildikleri dönemi tanımlayan filmler yapmış güçlü oyuncular ve yönetmenler geri döndüler.''


(><) Baba II'de (The Godfather II, 1974) başrolü paylaşmış olmalarına rağmen, Al Pacino ve Robert De Niro, yönetmen Micheal Mann'ın (d. 1943) göz alıcı heyecan filmi Büyük Hesaplaşma'ya kadar bir sahneyi paylaşmadılar.


(><) Zamanımızın bir kahramanı Jim Carrey şöhret ve medya üzerine bir taşlama ve televizyon gerçekliğine isabetli bir yaklaşım olan Truman Show'da Truman Burbank'ı canlandırdı.


(><) Lestern Burnham (Kevin Spacey) Akademi ödülü American Beauty'de (Amerikan Güzeli) yeni yüzyılın Lolitası Angela Hayes'i (Mena Suvari) gözlemledi. (Sayfa: 446-447)
*
Sosyeteden İnsan Manzaraları, 1993
Short Cuts, Robert Altman (1925-2006)
*
''Geniş oyuncu kadrolarıyla çalışan Altman'a oyuncular teslim olur. Bunun nedeni Altman'ın oyuncularını Machiavelci tarzda serbest bırakarak performansları ateşlemesi ve bu sayede diğer yönetmenlerin bulmaya çalıştığı oyunculuk düzeyini yakalama başarısıdır. Filmde, Lori Singer nefes kesicidir. Film sonları belirsizdir ancak bu, filmi tekrar izlenecek kadar değerli kılar.''


(><) Piggot'lar (Lily Tornlin ve Tom Waits) sorunlarını unuturlar ve eğlenceye dalarlar.


(><) Oyuncular takım uyumlarıyla ödül kazandı. (Sayfa: 448-449)
*
Ucuz Roman, 1994
Pulp Fiction, Quentin Tarantino (d. 1963)
*
''Adından da anlaşılacağı üzere ''pulp'' dergilerden biri gibi olan Ucuz Roman birbirine bağlı bir dizi öyküyü, onların düzenini bozarak anlatır.'' (..) Film, kara filme özgü arketip durumlarla olmasının yanında (dövüşü, para karşılığı bilerek kaybeden bir boksör, felakete dönen bir randevu, kurtulunması gereken bir ce*set) beklenmedik şekillerde gerçekleşen bir dizi gülünç hikâyeye de yer verir.''


(><) Vincent ve Jules si*lahlı bir soyguncuyla karşı karşıya kalırlar. Akıl almaz bir biçimde adamı vu*ramazlar ve adam kaçar.


(><) Uma Thurman onu üne kavuşturan filmin afişinde başroldedir. (Sayfa: 450-451)
*
Er Ryan'ı Kurtarmak, 1998
Saving Private Ryan, Steven Spielberg (d. 1946)
*
''Filmin ruhunu yansıtan, D-Day çıkarmasının (Normandiya Çıkarması) canlandırıldığı açılış sekansıyla ünlü olan, Spielberg'in bu İkinci Dünya Savaşı yapıtı, yönetmenin en başarılı filmlerinden birirdir. İzleyicisini Na*zi So*ykırımının dehşetinin uzaktan gözlemcileri konumuna oturtan Schindler'in Listesi'nin (1993) aksine, Er Ryan'ı Kurtarmak çok az filmin başarabildiği bir yoğunlukla seyircisini girdabın tam ortasında bırakır.''


(><) Kardeşler grubu, filmin zirve mücadelesinden hemen önce Ramelle'e gelir.


(><) Savaşta bireysel insanlığı bulmak, bir yaşamın değeriyle bağlantılıdır. (Sayfa: 452-453)
*
BAĞIMSIZ AMERİKAN SİNEMASI
*
''Amerikan bağımsız sineması 1980'lerde ve 1990'larda altın çağını yaşamış olsa da, bu durum, bu olgunun hiçbir şekilde bu döneme özgü olduğu anlamına gelmez. Stüdyo sisteminin dışında üretilen gerçek anlamda bağımsız sinema Birleşik Devletler için yeni değildir. Küçük stüdyolar ve tekil girişimciler sinemanın ilk günlerinden beri ticari olarak varlıklarını sürdürmüştür. Bağımsız film, yapım ve dağıtım kriterleri ile tanımlanabilir olmaktan ziyade, en azından kuramsal olarak özgür fikirli, ana akımın kurallarına direnen ve belli belirsiz şekilde karşı-kültürel filmdir. Amerikan bağımsız sineması, kendi filmlerinin yapımcılığını üstlenen ve filmlerin haklarını elinde bulunduran, farklı bakış açılarına sahip sinemacıların üretimleri olarak değerlendirilir.''
*
''1982'de başlayan -1991'den sonra değişen ismiyle- Sundance Film Festivali, kısmen Başkan Ronald Reagen döneminde yaygın olan muhafazakarlığa tepki olarak büyüyen Amerikan bağımsız sinema kültürüne damga vurdu.''


(><) Jim Jaarmusch'un 19. yüzyılda sınır kasabasındaki yaşakı konu aldığı Ölü Adam'da başıboş William Blake (Johnny Depp).


(><) Filmdeki grotesk karakterlerin mutsuzluklarını vurgulayan, Todd Solondz'un Happiness (Mutluluk) filminin afişi.


(><) Clerks (Tezgahtarlar) yönetmen Kevin Smith'in gündüz çalıştığı dükkanda, geceleri siyah-beyaz olarak çekildi. (Sayfa: 454-455)
*
*
*

(><) Vincent Gallo, Bufallo '66 filminde iyi bir kadının sevgisine ihtiyaç duyan intikamcı adam olarak Chiristina Ricci ile başrolde oynadı.


(><) Michael Moore'un Columbine Lisesi ka*tliamını konu alan belgeselinin afişi alttan alta si*lahsızlanma mesajı iletir.


(><) Alışılmadık çift Charlotte (Scarlett Johansson) ve Bob (Bill Murray) Bir Konuşabilse'de benzer bir ruha sahip olduklarını kanıtlarlar.


(><) Wes Anderson'ın Tenenbaum Ailesi filminin cafcaflı afişi, filme ismini veren ailenin sıradışı yönlerine işaret eder.
*
''..pop kültür sinemasının dahi çocuğu olarak selamlanan Quentin Tarantino'dur (d. 1963). Tantino'nun ünü iniş çıkışlar gösterse de, kendisi her zaman bağımsız sinema tutkunlarının öncelikli referansı olarak yerini korudu.''
*
''Bütün kariyeri boyunca yazar-oyuncu-yönetmen Orson Welles (1915-85) yaratıcı kontrolün kimde olduğu konusunda stüdyolarla tartışma içinde oldu.''
*
''Amerikan bağımsız sinemasının sağlığı kötüye gitmeye başladı. Yine de teçhizat maliyetleri düşer, internet pazarı büyür ve Hollywood'un yaratıcılığı durgunlaşırken, Amerika'daki bağımsız sinemacılık asla gözardı edilmemelidir.'' (Sayfa: 456-457)
*
Yalnız Kovboy, 1996
Lone Star, John Sayles (d. 1950)
*
''Yalnız Kovboy, kabul edilmesi ve aşılması gereken siyasi ya da toplumsal yapay bölünmeler üzerinedir. ABD-Meksika sınırına yakın bir Teksas topluluğunda beyazlar, siyahlar, hispanikler, yerliler birlikte yaşarlar ama kendi kimliklerini, kan bağlarını ve insan doğalarını kıskanç bir şekilde korumaları yüzünden kaçınılmaz biçimde bir erozyona uğrarlar.''


(><) Şerif Charlie Wade (Kris Kristofferson) kurumsal ırkçılığı kişiselleştirmiştir.


(><) Filmin afişi her şeyi açıklıyor. (Sayfa: 458-459)
*
Fargo, 1996
Joel Coen (d. 1954) Ethan Coen (d. 1957)
*
''Gerçek bir hikayeden uyarlandığı iddiası doğru olmayan Fargo'nun olay örgüsünün temel hatları ile Coen biraderlerin ilk filmi Kansız'a (1984) benzer ancak farklı bir atmosferi vardır.''


(><) Frances McDormand'ın performansı ona en iyi kadın oyuncu Oscar'ını getirdi.


(><) Afiş, küçük bir kasabada bile hayatın nahoş olabileceğini vurgular. (Sayfa: 460-461)
*
AVUSTRALASYA SİNEMASI
*
''1990'lar Avustralasya sinemasının tanımlayıcı karakteristiği onun çeşitliliğidir. Bölge giderek daha fazla dışa açılmaya başlıyordu; uluslararası işbirliklerine daha açıktı ve Crocodile Dundee (Timsah Dundee, 1986) filmindeki gösterilene taban tabana zıt bir yaşamın olduğunu göstermek için kültürel imajını yeniden tanımlamaya hazırdı. Bu on yılın öncesinde, yerek film endüstrisi kültürel içerik yönünden zengin ama nüans açısından zayıf toplumsal gerçekçi filmlere odaklanmıştı.''


(><) P. J. Hogan'ın ilgi çekici komedisi Muriel's Wedding (Muriel'in Düğünü), Film, Avustralya'nın varoşlarında yaşayan dışlanmış bir kız hakkındadır. Toni Colette beceriksiz Abba hayranı portresi ile izleyicinin gönlünü kazanmıştır.


(><) Baz Luhrmann'ın Strictly Ballroom'unda (Aşk ve Dans) Paul Mercurio ve Tara Morice dans pistindeler.


(><) Jane Campion'un The Piano 8Piyano) filmindeki dilsiz bir kadın ile kızı hakkındaki etkileyici öyküsü, güzel ve düşsel bir manzarada gelişir. Film Yeni Zelanda'da sinemanın daha geniş bir izleyici kazanmasına yardım etti. (Sayfa: 462-463)
*
Çöller Kraliçesi, 1994
The Adventures of Priscilla, Queen of the Desert, Stephan Elliott (d. 1964)
*
''Stephen Elliott tarafından tasarlanan, yazılan ve yönetilen bu Avustralya yol filmi, müzikal türünün yeniden canlanmasına katkıda bulundu.''
*
''Film aynı zamanda baskılanmış olana bir hoşgörü çağrısıdır ve maço kültürüyle tanınan bir ülkede erillik ve normallik anlayışını inceler.''


(><) Adam/Felicia, kumpanyanın Priscilla adlı otobüsünün üstünde dans etmektedir.


(><) Afiş bu Avustralya yol filmindeki kamp heyecanını vurgular. (Sayfa: 464-465)
*
Cennet Yaratıkları, 1994
Heavenly Creatures, Peter Jackson (d. 1961)
*
''Gerçek yaşama ait bir öyküsü olabilir ama, Cennet Yaratıkları ka*nlı bir ci*nayet geriliminin çok uzağındadır.''
*
''Filmi yapanların ellerinin altında birçok olanak vardı. Bunlardan biri o zamanlar tanınmayan Kate Winslet'ın de dahil olduğu sıradışı oyuncu kadrosuydu. Başka bir tanesi, olayları anlatmakta kullanılan ve filmin otantiklik boyutuna katkıda bulunan Pauline Parker'a ait günlüğüydü. Walsh ve Jackson hayal ürünü bir gençliğin ruhunu yakalayan ve yaklaşık kırk yıl önce dünyayı şok etmiş ve ilgisini çekmiş bir gizeme ışık tutan, ödül kazanmış bu filmleriyle haklı övgüler aldılar.''


(><) Juliete ve Pauline kendileri için tehlikeli bir şekilde baştan çıkarıcı ve özel bir dünya yaratırlar.


(><) Cennet Yaratıkları En İyi Özgün Senaryo Oscar'ını kazandı. (Sayfa: 466-467)
*
İNGİLİZ VE İRLANDA SİNEMASI
*
''1989'da İngiliz film üretimi darboğazdaydı. Sinemaya giden izleyici sayısında bir artış vardı ama çok sayıda İngiliz filmi ticari olarak başarılı oldu. Ancak İngiliz oyunculuğu hâlâ iyi durumdaydı ve My Left Foot (Sol Ayağım, 1989) filmindeki Christy Brown rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazanmış olan Daniel Day-Lewis bu on yılda gözde oyuncu oldu. 1990'larda on beş İngiliz ve İrlandalı oyuncu en iyi aktör ya da aktris dallarında Oscar adaylığı kazandı. Bu oyuncuların başarısı İngiliz-İrlanda sinemasını ilgi odağında tuttu.''
*
''..Bu filmler, İngiliz-İrlandalı sinemacıların Amerikan pazarının ilgisini çekmek için kendi değerlerini seyreltmelerine gerek olmadığını kanıtladı.''


(><) In the Name of the Father'da (Babam İçin) Gerry Conlon (Daniel Day-Lewis) itirafa zorlanır. Senaryo, Conlon'un otobiyografik romanından uyarlandı.


(><) Hugh Grant, Four Weddings and a Funeral'daki (Dört Nikah Bir Cenaze) pek çok fars benzeri sahneden birinde otel odasının gardrobunda saklanır.


(><) Trainspotting'in İngiltere gösteriminin simgeleşmiş afişi. Irvine Welsh'in aynı adlı romanından uyarlanan film kült bir izleyici kitlesi edindi. (Sayfa: 468-469)
*
Ağlatan Oyun, 1992
The Crying Game, Neil Jordan (d. 1950)
*
''Sinemanın en kötü şöhretli sürpriz dönüşlerinden birini içeren Ağlatan Oyun, Neil Jorden'ı İngiliz-İrlanda sinemasının değişken figürlerinden kılan özelliklerin mükemmel bir damıtımıdır.''


(><) Kabare şarkıcısı Dil, performansının ortasında. Ancak afişteki cümlede verilen ipucu gibi ''Hiçbir şey göründüğü gibi değildir..''


(><) Filmin afişi yanıltıcı bir şekilde ihtiraslı bir kara filmi akla getirir. (Sayfa: 470-471)
*
Sırlar ve Yalanlar, 1996
Secrets & Lies, Mıke Leıgh (d. 1943)
*
''Sırlar ve Yalanlar 1990'ların kent (varoş) yaşamının sempatik ama çok da övülecek yanı olmayan bir mikrokozmosu olan bir aileye odaklanır. Bu arada etraftaki diğer çiftlerin ve aile gruplarının kısa ama eksiksiz portrelerini de sunar.'' (..) ''Sırlar ve Yalanlar dahil olan herkesin kariyerinde bir zirveyi gösterir.''


(><) Anneyle kızın gergin buluşması.


(><) Filmin afişi çok daha mutlu bir buluşmayı işaret eder. (Sayfa: 472-473)
*
AVRUPA SİNEMASI
*
''1990'larda Avrupa sineması Hollywood'un mevcut kültürel emperyalizmine karşı kıtasal bir kimlik oluşturmaya çalıştı. Avrupa Birliği'ne yeni ''katılan'' Orta ve Batı Avrupa ülkelerindeki sinemacılar özgün ulusal sinemalarını savunma arzuları ile, Avrupa geleneğinin parçası olarak tanınma isteklerini dengeleme çabasına girdiler. Kısmen Soğuk Savaş'ın sonucu olarak Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin uzun zamandır popüler yapıtlar için yerel pazarları vardı; bu nedenle çok az yönetmen daha geniş bir kitlenin ilgisini çekecek filmler yapmayı düşündü.''


(><) Delicatessen'in (Şarküteri) açılış sahnesinde Pascal Benezech, Kaçmaya Çalışan rolünde, yamyam kasaptan kaçmak için çöpte saklanırken.


(><) Trois couleurs: Blue (Üç Renk: Mavi) afişinde, yas tutan dul Julie de Courcy'yi oynayan Juliette Binoche.


(><) Kusturica'nın nükteli kara mizahı Yeraltı'nda, gelin Jelena (Milena Pavlovic) düğün sahnesinde bir melek gibi uçarak ekranı boydan boya geçer. (Sayfa: 474-475)
*
*
*

(><) Esrarengiz Sofia (Penelope Cruz), Aç Gözlerini'de yakışıklı sanat meraklısının aklından çıkmaz.


(><) Sonsuzluk ve Bir Gün ölmekte olan şair Alexandre'ın (Bruno Ganz) öyküsünü ve karısı Anna'ya (Isabelle Renauld) duyduğu aşkı anlatır.


(><) Şölen'de yemeğe gelen misafir Michael (Thomas Bo Larsen), serinletici içki servis eden terk edilmiş garson kız tarafından hoş karşılanmaz.


(><) Koş Lola Koş'un birbirine eklenmiş resimlerden oluşan afişi, filmin çoklu anlatı yapısını yansıtır. (Sayfa: 476-477)
*
Protesto, 1995
La haine, Mathieu Kassovitz (d. 1967)
*
''Matthieu Kassovitz'in Protesto filmi, 1995'te Fransa'da gösterime girdiğinde büyük gürültü kopardı. Paris'in çevresindeki yasa dı*şı kenar mahalleler olan banliyöleri anlatmaya cüret eden ilk filmlerden olan Protesto Paris'teki aya*klanmaları ve polisin kullandığı aş*ırı şi*ddeti gösteren haber filmiyle başlar. Filmin ''nef*ret'' anlamına gelen adı, kışkırtıcı bir şekilde bu banliyölerde yaşayan, ırksal olarak karışık gençler ile polis arasındaki ne*frete gönderme yapar.''
*
''Film renkli çekildi ancak Kassovitz'in çıplak gerçekliği ve zamansızlık niteliğini hissettiği siyah-beyaz formatta gösterildi. Filmin müthiş enerjisi ve oyuncuların çarpıcı performansları dünya çapında izleyicileri büyüledi. Kassovitz'in işaret ettiği gibi, bu film polis va*hşetinin sadece Fransa'ya özgü olmadığının anlaşılmasına yardımcı oldu.''


(><) Kassovitz'in ırk ve polis şi*ddetine dair incelemesinde, yabancılaşmış gençlerden oluşan üçlü Paris'in arka sokaklarında poz verir.


(><) Afişte Vinz'in (Vincent Cassel) gözlerinden nefret ve hoşnutsuzluk fışkırır. (Sayfa: 478-479)
*
Ö*lümcül Oyunlar, 1997
Funny Games, Michael Haneke (d. 1942)
*
''Yönetmen Michael Haneke, seyirciyi kendi riyakârlığıyla yüzleştirmek, daha önceki bütün sinemaları eleştirmenin ve yapıbozuma uğratmanın peşindedir. İzleyicinin ekranda acı çeken karakterlerle empati kurabilmesi, katarsise yol açan son zafer sayesinde suçluluk duygusundan kurtuldukları sürece onların köşeye sıkışmalarını izleme arzusunu azaltmaz (bu, hikâyeyi daha iyi hale getirmek içindir). Haneke şüpheli beklenti gerilimine saldırır ama paradoksal biçimde de yönlendirici Hitchcock tarzı filmler yapmakta çok beceriklidir.''


(><) Paul (Arno-Frisch) kafasına torba geçirilmiş Georgie ile. Bir sonraki sa*dist oyun kimin ö*leceğini belirlemek için sayarak eleme oyunudur.


(><) Afiş, filmin kendisinin bir gözlemleme eylemi olduğunu vurgular. (Sayfa: 480-481)
*
Annem Hakkında Her Şey, 1999
Todo sobre mi madre, Pedro Almodovar (d. 1949)
*
''Çoktandır İspanyol sinemasının gururu olan yazar-yönetmen Pedro Almodovar, daha önceki çalışmalarından izler taşıyan bu zengin ve dokunaklı dram filmiyle oldukça beğenildi.''


(><) Huma Rojo (Marisa Paredes) makyajını tazelerken, Manuela (Cecilia Roth) ona bakar. Kırmızı renk filmde egemendir.


(><) Filmin afişi göz alıcı bir sanatsal ve grafik çizimle güçlü ana renkleri bir araya getirir. (Sayfa: 482-483)
*
CGI VE ÖZEL EFEKTLER
*
''CGI (Bilgisayar Görüntüleri [CGI - Computer-Generated Imagenery]) bilim-kurgu filmlerine 1970'lerde sızdı.''


(><) Roland Emmerich'in kıyametimsi yaratık istilasını konu alan epik Independence Day (Kurtuluş Günü) filminde devasa ana geminin gölgesi New York'un üzerine düşer.


(><) İlk TRON'dan (1982) sonra uzun süre beklenen devam filmi TRON: Legacy'de (Tron Efsanesi, 2010) Dan Shor, Rizler'i canlandırdı.


(><) James Cameron'un rekor kıran filmi Avatar'dan Na'vi savaşçısı prensesi Neytiri. Filmin çekimleri, mevcut teknoloji yönetmenin tasarımını gerçekleştirecek kapasitede olmadığı için ertelenmişti. (Sayfa: 484-485)
*
Matrix, 1999
Andy Wachowski (d. 1967), Larry Wachowski (d. 1965)
*
''Milenyum öncesi yaz aylarında Hollywood'un beklentileri Yıldız Savaşları: Bölüm 1-Gizli Tehlike filmine bağlanmışken, bilim kurgunun gişe bombası aslında 1999'da zamanın ruhunu yakalayan Matrix oldu.''


(><) Gerçekliğin temeli olan ''kodlar'' biçiminde görünen bir koridor ve üç ajan.


(><) Filmin posteri için fırtına ve şimşekler. (Sayfa: 486-487)
*
CANLANDIRMA (ANİMASYON) FİLMİ
*
''Batıda aşağılayıcı sayılabilecek ''çizgi film'' ifadesinden daha kapsayıcı ve ağırbaşlı olan ''canlandırma (animasyon) filmi'' terimine geçiş, Pixar'ın Oyuncak Hikayesi sayesinde oldu.''


(><) Muhteşem, Yukarı Bak filminde yetmişlik ihtiyar Carl ile 8 yaşındaki Russell umulmadık bir şekilde serüven arkadaşı olurlar.


(><) Sylvian Chomet'nin abartısız bir cevher olan L'illusionniste (Sihirbaz) filminin afişi.


(><) Coraline filminde bir genç kız, olası ailesindeki kötü ikiziyle karşılaşır. (Sayfa: 488-489)
*
Oyuncak Hikayesi, 1995
Toy Story, John Lasseter (d. 1957)
*
''Mucizevi Pixar'ın temel taşı olan ve tamamı bilgisayar ürünü bir animasyon olarak Oyuncak Hikayesi bir paradokstur. Film el yapımı oyuncakların ''Made in Taiwan'' damgalı yüksek teknolojili plastik oyuncaklardan daha değerli olduğunu ileri sürmek için en son teknolojileri kullanırken, bir yandan da oyuncak endüstrisindeki değişimleri ve oyuncağın amacının ne olduğu konusundaki düşünceleri bir komedi aksiyon filmine oturtur.''


(><) Buzz ve Woody çöp kamyonuna yetişebilmek için gözü kara bir takibe girişirler.


(><) Filmin afişi: Kahraman ufaklıklar. (Sayfa: 490-491)
*
Ruhların Kaçışı, 2001
Sen to Chihiro no kamikakushi, Hayao Miyazaki (d. 1941)
*
''Miyazaki'nin filmlerinde her zaman olduğu gibi, onun kılı kırk yaran epizodik öykü yapısı ve egzotik karakterlerin geçit töreni, sonunda tek bir tematik görünümde birleşirler. Bu film yabancı diyarlara uyum sağlama, başkalarına yardımcı olmanın getirdiği avuntular, ekolojik yıkımın etkileri ve en önemlisi kim olduğunu ve nereden geldiğini sürekli hatırda tutmanın önemi üzerinedir.''


(><) Filmin animasyonları klasik el çizimi ile bilgisayar ürünü grafikleri ustalıkla birleştirir.


(><) Hayao Miyazaki'nin saygı uyandıran filmi En İyi Canlandırma Filmi Oscar'ını kazandı. (Sayfa: 492-493)
*
KORKU SİNEMASI: YENİ BİR BAŞLANGIÇ
*
''90'lı yıllardan itibaren korku sineması kendisini eski ile yeninin arasında sıkışmış halde bulmuştur. Bir yandan hayalet hikayeleri ya da slasher filmleri hiç olmadığı kadar yaygın bir hale gelirken öte yandan yeni teknolojiler bu türü etkilemeye başlamıştır.''


(><) Türü yeniden tanımlayan Çığlık (1996) filminde, Drew Barrymore, tanınmış ünlü bir oyuncu olmanın da mutlu sonu garantilemediğini kanıtlar.


(><) İnternet Çağı için Korku Filmi: Küçük bütçeli The Blair Witch Project (Blair Cadısı, 1999) filminin afişi, film henüz piyasaya çıkmadan web sitesi üzerinden takibi teşvik etti.


(><) Son yıllardaki pek çok başarılı korku filmi gibi Lat Den Ratte Komma In (Gir Kanıma, 2008) filmi de, modern yaşamın karanlık yüzüne işaret etmek için korku sinemasını kullandı. Eli adındaki genç bir vampir rolünü oynayan film yıldızı Lina Liandresson. (Sayfa: 494-495)
*
Kuzuların Sessizliği, 1991
The Silence of the Lambs, Jonathan Demme (d. 1944)
*
''It Happened ine One Night (Bir Gecede Oldu, 1934) ve One Flew Over The Cuckoo's Nest (Guguk Kuşu, 1975) ile birlikte beş büyük akademi ödülünü (En İyi Film, Yönetmen, Senaryo, Kadın Oyuncu ve Erkek Oyuncu) birden kazanan Kuzuların Sessizliği korku türünde bu onura erişen ilk film oldu.''
*

(><) Lecter'in tanımlayıcı imgesi: Isırmasını engelleyen hokey maskesi.


(><) Clarice, aradığı ka*tile ilişkin bir motif olan kuru kafa kelebeği tarafından ''sessizleştirilir.'' (Sayfa: 496-497)
*
DOĞU ASYA SİNEMASI
*
''1990'lı yıllarda Beşinci Nesil Çinli sinemacılar ülkelerinde sansüre uğrasalar da, artan bir şekilde uluslararası sinema izleyicisinin karşısına çıktılar ve yabancı film festivallerine davet edildiler.''
*
''Çinli yönetmenler sansürle mücadele etmeye çalışırken, Güney Kore Sineması demokrasi çağında devlet kontrolünün liberalizasyonundan yarar sağladı.''
*
''Küreselleşmeye rağmen görünen o ki Asyalı izleyiciler Asya sinemasını ayakta tutabilmektedir.''


(><) Gong Li, Da Hong deng long gao gua filminden bir karede. Gong Li, Zhang Yimou'nun sekiz filminde başrolde oynadı.


(><) Tony Leung ve Maggie Cheung, Fa Yeuhng Nihn Wah (Aşk Zamanı) filminde. Bu film, A Fei Zheng Chuan (1990) ve 2046 (2004) filmleriyle zayıf bir üçleme oluşturur.


(><) Oldeuboi filmi Boksuneun Naui Geot (2002) ve Chinjeolhan Geumjassi (2005) filmleriyle birlikte yönetmen Park Chon-Wook'un Vengeance üçlemesini oluşturur. (Sayfa: 498-499)
*
Kaplan ve Ejderha, 2000
Wo hu cang long, Ang Lee (d. 1954)
*
''Sinemanın ne yapacağı önceden kestirilemeyen yönetmeni Ang Lee, Kaplan ve Ejderha filmiyle çocukken Tayvan'da izlediği dövüş sanatları filmlerine olan sevgi dolu hürmetini sunmaktadır. Filmin Wang Du Lu'nun epik bir erken 20. yüzyıl romanından alınan öyküsü, yaklaşık iki yüzyıl öncesinde Geç Mançurya (Qing) Hanedanı'nın efsanevi bir versiyonu içinde geçer.''


(><) Nefes kesici manzaralar görüntü yönetmeni Peter Pau tarafından çekildi.


(><) Kaplan ve Ejderha Amerika tarihinde en yüksek kâr getiren yabancı filmdir. (Sayfa: 500-501)
*
Yi yi, 2000
Edward Yang (1947-2007)
*
''..pek çok durum N. J.'in 8 yaşındaki meraklı oğlu Yang Yang'ın (Jonathan Chang) etrafında döner, o insanlara ''Kendilerini göremediklerini'' göstermek için onların kafalarının arkasından fotoğraflarını çekmektedir.''


(><) Filmin içindeki olayların pek çoğu sekiz yaşındaki Yang-Yang'ın gözünden aktarılır.


(><) Filmle empati kurması istendiği için fotoğraf makinesi izleyiciye yöneltilir. (Sayfa: 502-503)
*
İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış.. ve İlkbahar, 2003
Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom, Kım kı-Duk (d. 1960)
*
''En güzel ve akıldan çıkmayan modern Kore filmleri arasında olan Kim Ki-Duk'un bu önemli filmi, ölçülü bir sadeliğe ve özlü bir anlatıya sahiptir.''
*
''Filmin teması Karma yasasından çıkan Budist bir temadır ve filmin simgeciliğinin büyük bölümü Budizm öğretisi ve teolojisi üzerine kuruludur.''


(><) Seo Kyung-Jae ve Ha Jin-Yeo gölün ve tapınağın oluştırduğu huzur dolu sahnede.


(><) Filmin yaşamın ve dinsel adanmışlığın bu sıra dışı ve sevgi dolu incelenişine uygun afişi. (Sayfa: 504-505)
*
İRAN YENİ DALGASI
*
''1979 yılında Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin devrilip, Ayetullah Humeyni'nin iktidara geldiği İran Devrimi'nden sonra bir yıl boyunca şiddetli gösteriler devam etti. Eski rejimle ilişkisi nedeniyle, sinema alanındaki faaliyetler hemen hemen durma noktasına geldi. Yeni düzenin kurulması tamamlanınca, eski rejimin aracı olarak görülen sinemanın rolüne dönük bir öfke patlaması yaşandı. Devrim sonlandığında 180 sinema salonu imha edilmişti. Bunu izleyen birkaç yılda çok az sayıda film çekilebildi. 1983'te hükümet, film yapımını denetleyen ve filmlerin İslam kültürünün kutsal değerlerine uygun bir şekilde çekilmesini sağlamakta önemli bir rol oynayan Farabi Sinema Kurumu'nu kurdu. Bu yılın sonunda 22 adet uzun metraj film çekildi.
Devrimden sonra ortaya çıkan yeni sinemacılardan en önemlisi Mohsen Makhmalbaf'tı (d. 1957). 1970'li yıllarda İslamcı bir militanken şahlık rejimi tarafından dört yıl cezaevinde tutulmuştu. Devrimden sonra, bir yazar olarak zaten tanınmış olan Mohsen film yapımına yöneldi''
*
''Devrimden sonra sinemada kadınların rolü daha önemli hale geldi. Ortaya çıkan önemli kadın yönetmenler arasında Mohsen'in karısı Marzieh (d.1969) ve kızları Samira (d. 1980) ve Hana (d. 1988) Makhmalbaf da vardı.''


(><) Abbas Kiarostami, Ta'm e Guillass (Kirazın Tadı) filminde izleyicilerin karakterler üzerine düşünmeleri için görsel bir mesafe oluşturan uzun çekimler kullandı.


(><) Mohsen Makhmalbaf'ın şiirsel filmi Sokout'ta gözleri görmeyen Khorshid (Tahmineh Normatova) müzik enstrümanlarını akort işinde çalışmaktadır.


(><) Marzieh Makhmalbaf'ın Roozi Ke Zan Shodam filminde kadın, kocasına rağmen bir bisiklet yarışına katılır. (Sayfa: 506-507)
*
*
*
''İran'ın en önemli kadın yönetmeni Rakhshan Bani Eternad'dır (d. 1954). Tahran Üniversitesi Dramatik Sanatlar Fakültesi mezunu olan yönetmen önce televizyonda çalıştı, daha sonra bir dizi kısa belgesel çekti.''
*
''Onun filmleri, İslami kurallara göre yönetilen ülkelerde kendi kimliklerini oluşturmaya çalışan kadınları anlatması nedeniyle, uluslararası alanda görünür olmuşlardır. Onun karmaşık ve bazen satirik işleri, aynı zamanda kadınların genel olarak gördükleri muameleyi eleştirirken uluslararası anlamda da ilgi çekmiştir.''
*
''Son kuşak İranlı yönetmenlerden en çok övgü alan yönetmen ise Jafar Panahi'dir (d. 1960).''
*
''..Panahi de adaletsizliği ortaya çıkarabilmede ve ideal biçimde değişimi teşvik edebilmede sinemayı çok güçlü bir araç olarak görür.''


(><) Samira Makhmalbaf'ın Taliban rejiminin düşüşünden sonraki dönemde Afganistan'da geçen filmi Penj e Asr'da, burkasını bir şemsiyeyle değiş tokuş eden idealist ve azimli Nogreh'nin (Agheleh Rezaie) öyküsü anlatılmaktadır.


(><) Jafar Panahi'nin Offside (Ofsayt) filmi statta futbol maçı izleyebilmek için erkek kılığına giren kızların hikayesini anlatıyor.


(><) Hana Makhmalbaf'ın Buda as sharm foru rikht (Utanç) filminde genç kız Bakhtay (Nikbakht Noruz) okuma yazma öğrenebilmek konusunda umutsuzdur. (Sayfa: 508-509)
*
Zeytin Ağaçları Altında, 1994
Zire darakhatan zeyton, Abbas Kiarostami (d. 1940)
*
''Çoğu ekran dışından gelen çoğu önemli seslerin ve diyalogların olduğu, uzun, çoğu kez durağan ve ironik bir şekilde düzenlenmiş çekimler serisinden oluşan film, film yapımının meşakkatli yanını, gerçek yaşamın bir kaydedicisi olarak sinemanın rolünü, atmosferde ortaklaşa asılı sallanan şiir ve ö*lümün olduğu bir dünyada, aşkın olasılıklarını irdeler.''


(><) Abbas Kiarostami'nin birçok filmi gibi Zeytin Ağaçları Altında da minimalist ve doğalcı bir şekilde çekilmiştir.


(><) Afişin tarzı filmdeki bir manzaradaki şiirsel betimlemeyi yansıtır. (Sayfa: 510-511)
*
Daire, 2000
Dayereh, Jafar Panahi (d. 1960)
*
''Yakın dönem Tahran sokaklarından çarpıcı öyküler anlatan bu seçki, İran Yeni Dalgası'nın eski öğrencilerinden Jafar Panahi'nin üçüncü filmidir.
Franz Kafka ya da George Orwell romanlarından yırtılmış bir sayfayı andıran ölçülü bir politik mesajla ve kaba bir aciliyetle işlenmiş Daire, insanlarına gaddar ve sıklıkla ayrımcı yasalar dayatan bir toplumu cesurca ele verir.''


(><) Amatör aktris Mamizadeh, yalnız ve kaçak olan sorunlu Nergis'i canlandırır.


(><) Filmin afişi şu dokunaklı sloganı içerir: ''Tek suçu kadın olmaktı.'' (Sayfa: 512-513)
*
LATİN AMERİKA SİNEMASI
*
''Latin Amerika Sineması yeni bin yılda en iyi sinemalardan bir oldu. Meksika, Brezilya, Arjantin, Şili ve Peru'daki sinemacılar kuşağı yerel ve küresel ölçekteki izleyiciler arasında yankı uyandıran filmler yaptılar; önemli ödüller kazandılar ve kazandıkları uluslararası itibarı halen ülkelerinin sinema endüstrisi yararına kullanıyorlar. 1990'ların başlarında bu durum hayal bile edilemezdi.''


(><) Sokak punkçısı Jarocho (Gustavo Sanchez Parra) Amores perros'da (Paramparça Aşklar ve Köpekler) köpeklerinden birini dövüş için hazırlar.


(><) Ivan (Marco Rica), Beto Brant'ın O ınvasor filminde işe aldığı bir tetikçinin kendi taleplerini ona dayatmaya başlaması ile hayatının kontrolden çıktığını fark eder.


(><) Anapola Mushkadiz, Carlos Reygada'nın ahlaki sorumluluk ve kaderin tartışmalı bir incelemesi olan Batalla en le Cielo (Cennette Savaş) filminin afişinde. (Sayfa: 514-515)
*
*
*

(><) Korkutucu ve unutulmaz bir görüntü: Guillermo del Toro'nun Pan'ın Labirenti filminde çocuk yiyen Soluk Adam uyanır.


(><) Julia (Martina Gusman), Pablo Trapero tarafından yönetilen Leonera filminde oğlunu hapishanede büyütmek için mücadele eder.


(><) Sayra (Paulina Gaitan) ve ailesi, Cary Fukunaga'nın Sin nombre filminde, Birleşik Devletler'e giden bir trendeki yasadışı göçmenlerin bir parçasıdır.


(><) Bir seri ka*tilin John Travolta'nın Saturday Night Fever'daki (Cumartesi Gecesi Ateşi, 1977) rolüne duyduğu hayranlık Pablo Larrain'in Tony Manero filmi için garip bir temel oluşturur. (Sayfa: 516-517)
*
Merkez İstasyonu, 1998
Central do Brasil, Walter Salles (d. 1956)
*
''Walter Salles'in üçüncü filmi Merkez İstasyonu Berlin'de Altın Ayı'yı kazandığında, başarısı durgun geçen yılların ardından Brezilya sinemasının dünya sahnesine dönüşünün habercisi oldu.''
*
''Anthony Minghella (1954-2008) Merkez İstasyonu için: ''Bu küçük Brezilya filmi neredeyse bildiğim bütün filmlerden daha fazla kalplere seslenen bir film. Film uluslararası sinemada gerçek bir sesi duyurdu'' demiştir.''


(><) Josue'nin babasının izleri belirsizleşmeye başlayınca, Dora çocuğu kendisiyle yaşamaya davet eder.


(><) Uzun bir günün ardından bitkin düşen ikilinin bir ânını yakalayan ağarmış film afişi. (Sayfa: 518-519)
*
Ananı da.! 2001
Y tu mama tambien, Alfonso Cuaron (d. 1961)
*
''Film, ö*lüm, yaşam ve ilişkilerin neşeli ve düşünce dolu bir incelemesidir ve Latin Amerika Sineması için uluslararası düzeyde ezber bozan hit bir film olmuştur.''


(><) Gösterişsiz kamera kullanımı ve ölçülü hikaye anlatımıyla ortaya çıkmış bir ustalık dersi.


(><) Filmin afişinde, suyla ilişkili önemli bağlantılara gönderme yapılır. (Sayfa: 520-521)
*
Tanrı Kent, 2002
Cidade de Deus, Fernando Meırelles (d. 1955)
*
''Tanrı Kent, muhtemelen son yirmi yılın en önemli Latin Amerika filmidir. Bu şaşırtıcı, hayat dolu sinema eseri aynı zamanda toplumsal açıdan da önemliydi ve gişede de büyük başarı elde etti. Meirelles'in henüz ikinci uzun metrajı olması ve oyuncuların profesyonel olmayan çocuklardan oluşması onu daha da önemli hale getirir.''


(><) Gerilimli açılış sahnesinden geçmişe, Rocket'in futbol oynadığı bir plana geçer.


(><) Bu dinamik afiş, filmin başındaki önemli bir sahneye atıfta bulunur. (Sayfa: 522-523)
*
MİLENYUM SONRASI İNGİLİZ SİNEMASI
*
''21. yüzyılın ilk on yıllık dönemi, İngiliz filmlerinin çok sayıda ödül kazandığını gösterdi ve yönetmen Danny Boyle (d. 1956), Bollywood bölgesinde riske girdi: Slumdog Millionaire (Milyoner, 2008) En İyi Film dahil & Oscar kazanarak manşetlere yerleşti.''
*
''1990'lar, İngiliz Sineması'nda dönem filmi ve romantik komediler etrafında dönen bir yeniden doğuşa şahitlik ederken 2000'ler daha etkili ve sert filmler ve Scot Kevin Macdonald (d. 1967) tarafından yönetilen The Last King of Scotland 8İskoçya'nın Son Kralı, 2006) filminde kendi çok uzak olmayan sömürgeci geçmişi üzerinde düşünmeye hazır bir Britanya gördü.''


(><) Jamie Bell, Billy Eliot filminde başrolü başarıyla canlandırdı. Billy dans tutkusuyla kavgacı madenci ailesinin arasında bölünür.


(><) Wallace and Gromit: The Curse of the Were- Rabbit (Wallace ve Gromit Yaramaz Tavşana Karşı) Nick Park'a dördüncü Oscar'ını kazandırdı. İlk ödülünü Creature Comforts (1989) filmi ile almıştı.


(><) Kraliçe Galler Prensesi Diana'nın ölümünü yorumladı. Helen Mirren'in mükemmel oyunculuğu bir BAFTA ve bir Oscar dahil birçok ödülü beraberinde getirdi. (Sayfa: 524-525)
*
Aşk Yazım, 2004
My Summer of Love, Pawel Pawlikowski (d. 1957)
*
''Polonya doğumlu senarist ve yönetmen Pawel Pawlikowski'nin ikinci (ve ilk bağımsız) uzun metrajlı filmi Aşk Yazım iddialı ve özgün bir sesin gelişini ilan etti. Yazar Helen Cross'un Yorkshire'da geçen ve farklı sınıflardan gelen 15 yaşındaki iki genç kızın, kendilerini kısa ve tehlikeli biçimde tutkulu bir yaz aşkına kaptırmalarını konu alan romanın tematik olarak zengin ve üst düzeyde sinemasal bir versiyonu olan film, 21. yüzyıl İngiliz sineması içindeki edebi, romantik ve sosyal gerçekçi eğilimlerim bazılarını topa tutarak, yönetmenin uluslararası duyarlılığını, yerleşik geleneklere karşı çıkan ve sınırları aşan zihniyetini ortaya koydu.''


(><) Tamsin ve Mona birlikteliklerine doğru ilk adımları attıkları nehre doğru yola çıkarlar.


(><) Natalie Press ve Emily Blunt arzu imasıyla dolu film afişinde.
*
ROMANDAN BEYAZPERDEYE

KAYNAK: https://www.arvon.org/tutors/helen-cross/


Pawlikovski, Helen Cross'un 2001 yılında yayınlanan Betty Trask ödüllü romanında kapsamlı değişiklikler yaptı. Kitabı ''yoğun'', ''çok spesifik ve aynı zamanda çok kapsamlı'' olarak gördü. Birlikte çalıştığı senarist Michael Wynne ile birlikte, Paddy Considine'in canlandırdığı Mona'nın Protestanlığa geçmiş kardeşi Phil karakterini eklerken, romandaki yan karakterlerin çoğunu v eözel referansları -1980'lerin madenci grevlerini, Yorkshire ka*tilini- senaryoya almadı. Böylelikle filmi ideal ya da mutlak aşkın bir tasarımı olarak sunmanın yanı sıra genç kadınların oldukça kaotik ve çelişik duygular taşıyan aşklarını belirginleştirdi. Sonuçta ortaya çıkan senaryo, Pawlikovski'nin tamamen karakterlerin duygusal gelişmelerini incelemeye yönelik geniş bakış açısına izin veren bir hale gelirken, oyuncuları da kitap üzerinden yapacakları okuma ve doğaçlamalardan ziyade, ruhsal açıdan aralarındaki ilişkiyi geliştirmelerine olanak sağlıyordu. Edebiyat uyarlamasına dönük bu cesur ama sempatik özcü yaklaşım, Pawlikovski'nin anlatı sinemasına katkısının tanımlayıcı niteliklerinden biridir. (Sayfa: 526-527)
*
GİŞE BOMBASI AİLE FİLMLERİ
*
''Jaws (1975) filminin gösteriminden beri yazlık gişe bo*mbaları daha genç izleyicileri hedeflemiştir. Geçmişte epik ve dram filmleri yetişkinlere yönelikti: son 30 yılda ise aile eğlencesi daha baskın hale geldi. Endüstri açısından bu yöne değişikliği bilet satışlarının ötesinde bir gelir artışı olarak görülmektedir. Oyuncaklar, video ve DVD satışlarına uzanan gelir miktarı çoğunlukla sinema gösterimlerinden daha fazladır. Disney aile eğlencesinin önemini daha başlangıçta fark etti.''


(><) Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl'de (Karayip Korsanları: Siyah İnci'nin Laneti) Kaptan Jack Sparrow (Johnny Deep) ve Will Turner (Orlando Bloom) kılıçlarını gösterişli bir şekilde kullanırlar.


(><) Harry Porter (Daniel Radcliffe) ve Ron Weasley (Rupert Grint) büyü serisinin altıncısında ve David Yates'in yönettiği ikinci filmde.


(><) Iron Man 2'de (Demir Adam 2) Demir Adam (Dobert Downey Jr.) Monacı Grand Prix'sinde düşmanı Ivan Vanko'ya (Mickey Rourke) kendine has etkisiz hale getirici ışınını gönderir. (Sayfa: 528-529)
*
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule, 2002
The Lord of the Rings: The Two Towers, Peter Jackson (d. 1961)
*
''Yüzüklerin Efendisi'nin 21. yüzyılın ilk on yıllık diliminin sinemasal bir dönüm olup olmadığını zaman gösterecektir ancak bu film sessiz sinemadan bu yana kesinlikle en cesur ve iddialı girişimlerden biriydi.''
*
''Yüzüklerin Efendisi ana akım sinemanın 21. yüzyıldaki doruklarından biridir.''


(><) Frodo'nun yüzüğü yok etmek için çektiği zorluk, ona kahraman konumu kazandırır.


(><) Oyuncu topluluğu filmin afişinde. (Sayfa: 530-531)
*
Batman Başlıyor, 2005
Batman Begins, Chiristopher Nolan (d. 1970)
*
''Tuhaf bir şekilde, DC Comicks'in pelerinli savaşçısının önceki versiyonlarının hiçbiri Batman'ın kökenini araştırmamıştır. Bu filmin yarısı, Bruce Wayne'nin (Chiristian Bale) pelerin ve maskesini takmadan ve enfes Gotham Şehri'nin suçlularını kasıp kavurmadan önceki halini, yani öksüz bir çocukluktan zor kullanarak düzeni sağlayan bir kahramana dönüşmesini anlatır.''


(><) Batman'ı çağırmak için Teğmen Gordon bir yarasa sinyali tasarlar.


(><) Kıyamete benzeyen afiş, Nolan'ın Batman'ını tehditkâr gotik bir intikamcı olarak sunar. (Sayfa: 532-533)
*
MİLENYUM SONRASI AVRUPA SİNEMASI
*
''Gelecek nesiller 21. yüzyılın ilk on yıllık dönemine baktıklarında, pekala bu on yılı sanki Avrupa Sineması'nın altın çağıymış gibi görebilirler. Bunun nedeni 1990'ların başından beri süregelen Avrupa Birliği teşviklerinin meyvelerini vermeye başlamış olmasıydı. Yönetmen ve yapımcılar istisnalardan ziyade kural haline gelen ortak yapımlarla Avrupa genelinde çalışınca, filmleri için malzeme avantajına sahip oldular. Yine de yeni yüzyılın ortak yapımları kötü bir şekilde ''Avrupa-pudingleri/karışımları'' denen 1990'ların yapımlarından dağlar kadar farklıdır.''


(><) Film üzerine eleştirel görüşler ikiye bölünse de, Björk, Karanlıkta Dans (Dancer in the Dark) filmindeki performansıyla Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazandı.


(><) Good Bye Lenin (Elveda Lenin) filminde kardeşler komadan yeni uyanmış kırılgan annelerinden Berlin Duvarı'nın yıkıldığını saklayabilmek için geçmişte yaşıyormuş gibi davranırlar.


(><) Naomi Rapace The Girl with the Dragon Tattoo'dan (Ejderha Dövmeli Kız) uyarlanan filmde Birleşik Devletler'de sadece 202 salonla sınırlı bir gösterim programına rağmen film 10 milyon dolardan fazla hasılat elde etti.
*
ÖNEMLİ OLAYLAR:
*
(2004) Fatih Akın'ın Alman-Türk yapımı filmi Gegen die Wand (Duvara Karşı) ulus, göçmenlik ve entegrasyonla ilgili sorunları ele aldı. (Sayfa: 534-535)
*
*
*
''Fatih Akın, Gegen die Wand (2004) gibi filmleriyle Almanların tek-kültürlü ve etnik açıdan homojen toplum algısını değiştirmeye dönük yoğun çaba harcadı.''
*
''21. yüzyılın başı, Doğu ile Batı arasındaki yarık henüz kapanmasa da Avrupa Sineması'nın gelişimine tanıklık etmiştir.''


(><) Kalpazanlar İngiltere'yi sahte paralarla doldurmak üzerine kurulu Nazi planı Bernhard Operasyonu'nun öyküsünü anlatır. Film, En İyi Yabancı Film Oscar'ı ile ödüllendirildi.


(><) Ciro Petrone ve Marco Macor Napolili bir suç örgütü olan tutarlı bir Camarro çalışması olan Gomorrah filminde.


(><) Michael Haneke'nin I. Dünya Savaşı'na aylar kala bir Alman köyünde geçen Beyaz Bant filmi, ona göre ''her türlü te*rö*rizmin kaynağı''nı inceler. (Sayfa: 536-537)
*
Aşkın Getirdikleri, 2004
Le conseguenze dell'amore, Paolo Sorrentino (d. 1970)
*
''Yeni bin yıl, öncü kuvvetlerin içerisindeki en yetenekli çağdaş yönetmenlerden birisiyle birlikte İtalyan sinemasında yeniden dirilişi vaat etti. Paolo Sorrentino görsel bir stilist ve benzersiz bir öykü anlatıcısıdır ve Aşkın Getirdikleri filmi onun en aldatıcı filmidir. Bir mafya öyküsü (ya da tam tersi) gibi işlenmiş varoluşsal bir karakter incelemesi olan filmde, Toni Servillo İsviçre'deki Lugano Hotel'in daimi müşterisi Titta Di Girolamo rolünü canlandırır.''


(><) Di Girolamo (Toni Servillo) ve otel barmeni Sofia (Olivia Magnani)


(><) Titta Di Girolamo, Sorrentino'nun psikolojik geriliminde yalnız adam olarak filmin afişinde. (Sayfa: 538-539)
*
Başkalarının Hayatı, 2006
Das Leben der Anderen, Florian Henckel Von Donnersmarck (d. 1973)
*
''Florian Henckel Von Donnersmarck'ın Başkalarının Hayatı filmi, Komünist Doğu Almanya'daki hayatın kabus olduğunu kabul eden, iki Almanya'nın yeniden birleşmesinden sonra çekilen az sayıda filmden biridir.''


(><) Doğu Alman oyuncu Ulrich Mühe, Stasi izleme görevlisi Weisler rolünü oynar.


(><) Filmin afişinde Weisler gölgeler içerisinde ruhani bir röntgenci gibi görünür. (Sayfa: 540-541)
*
BOLLWOOD
*
''O dönemde Bombay'da kurulu olan Hint sinema endüstrisinin adının ''Hollywood'' ile birleştirilmesi sonucu ortaya çıkan ''Bollywood'' teriminin kökeni 1970'lere kadar uzanır. Endüstrinin yıldızlarının çoğu -aralarında Amitabh Bachcan da vardır- terimi kullanmaktan nefret eder, yerine ''Hindistan sinema endüstrisini'' demeyi tercih eder. Ancak Bachcan haksızdır. Batı'da ''Bollywood'', Hindistan sineması ile eşanlamlı kullanılsa da, aslında Bollywood engin okyanusun, yani Hindistan sinema endüstrisinin sadece küçük bir parçasıdır. Bollywood Hindistan'ın yılda ürettiği bini aşkın filmin ancak dörtte birini üretir.''


(><) Kareena Kapoor (ortada) kuşaklararası romantik dramı Bazen Sevinç, Bazen Hüzün'ün çarpıcı dans sekansının ortasında.


(><) Saif Ali Khar (önde ortada) Kal ho naa ho'da. Film eleştirel ve ticari açıdan başarılı oldu ve Uluslararası Hindistan Film Akademisi Ödüller'inde birçok ödül ve adaylık kazandı.


(><) Başrollerinde Shah Rukh Khan ile Manisha Koirala'nın yer aldığı Dil se'nin yakışır şekilde nefes kesici ve romantik afişi. (Sayfa: 542-543)
*
*
*

(><) Aamir Khan Rang de basanti'de. Film tartışma yarattı ve Hindistan sansür kurulunun dikkatini üzerine çekti.


(><) Love, sex aur dhokha'nın afişi. İyi eleştiriler alan film, medya tüketimini hicvediyordu.


(><) Peepli Live komik bir hiciv, çağdaş toplum üzerine bir yorumdu ve Sundance Film Festivali'nde yarışan ilk Hindistan filmi oldu.


(><) 3 Aptal büyük bir gişe hitiydi ancak kaynak romanı Five Someone'la ilişkisi tartışma yarattı. (Sayfa: 544-545)
*
Asoka, 2001
Santosh Sıvan (d. 1961)
*
''Sivan, çarpıcı görüntülerle parlayan ve aynı zamanda şiddetim aptallığı hakkında güçlü bir masal olan bir film yaratır. Özellikle savaş sahneleri batı sinemasının ürettiklerine eşittir ve hepsi de özel efktlerin yardımı olmadan başarılmıştır.''


(><) Süperstar Shah Rukh Khan, düşünceli ve sıkıntılı Asoka rolünde.


(><) Tarihi epik filmin afişi. (Sayfa: 546-547)
*
Lagaan: Evvel Zaman İçinde Hindistan'da, 2001
Lagaan: Once Upon a Time in İndia, Ashutosh Gowariker (d. 1964)
*
''Khan girdiği riskli işin karşılığını gişede fazlasıyla aldı: Lagaan: Evvel Zaman İçinde Hindistan'da 5.5 milyon dolara yapıldı (o dönemde bir Bollywood filmi için çok fazla) ve dünya çapında 54 milyon dolar kazandırdı.''


(><) Oyuncular Aamir Khan ve Gracy Singh, Bhuvan ve Gauri rollerini oynadılar.


(><) Lagaan En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü'ne aday gösterildi. (Sayfa: 548-549)
*
11 EYLÜL SONRASI AMERİKAN FİLMLERİ
*
''2001'deki te*rö*rist saldırıları izleyen dönemde, Amerikan Sineması'nda iç hesaplaşmanın bariz göstergeleri vardı.''


(><) Edward Norton ve Barry Pepper 25. Saat'te. David Benioff'un romanından uyarlanan filmin mesajı 11 Eylül'ün ardından güncelleşti.


(><) Steven Spielberg'in karanlık ve alegorik Münih filminin karamsar afişi. Filme konu olan İsrail operasyonları Tanrının Gazap Operasyonları olarak da bilinir.


(><) Daniel Day Lewis, There Will Be Blood'daki (Kan Dökülecek) büyüleyici performansıyla Akademi ödülünü kazandı. (Sayfa: 550-551)
*
Şiddetin Tarihçesi, 2005
A History of Violence, David Cronenberg (d. 1943)
*
''Film izleyicinin şi*ddete karşı tutumunu zekice test eder. ABD toplumunun bir eleştirisi olduğu kadar, belki de her bireyin gerekirse si*lah yoluyla kendi mülkünde huzur içinde olma hakkına dair benimsenmiş anlayışı eleştirir.''


(><) Tom'un şi*ddet dolu geçmişi onu yakalar.


(><) Film, John Wagner ve Vince Lacke'in çizgi romanına dayanıyordu. (Sayfa: 552-553)
*
Ölümcül Tuzak, 2008
The Hurt Locker, Kathryn Bıgelow (d. 1951)
*
''Bigelow filmle ilgili şöyle yorum yapar: ''Savaşın kirli küçük sırrı, bazı adamların ona aşık olmasıdır. Bunun nedenini çözmeye, bir kahraman olmanın ne demek olduğuna bakmaya çalışıyorum.''..''


(><) Filmin en önemli ''ismi'' Guy Pearce yalnızca küçük bir rolde görünür.


(><) Filmin afişi kumlu ve dokuludur.
*
YÖNETMENİN PROFİLİ:


2003'ten günümüze: 6 yıllık aradan sonra Ölümcül Tuzak'ı yönetti. Film Venedik Film Festivali'nde en büyük ödülü ve En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dahil, altı Oscar ödülü kazandı. Böylece Bigelow, En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazanan ilk kadın oldu. (Sayfa: 554-555)
*
MİLENYUM SONRASI FRANSIZ SİNEMASI
*
''21. yüzyılın ilk on yılında Fransız film endüstrisi, hem özel hem de kamu sektöründeki radikal fon kesintileri nedeniyle krizde görünüyordu. Buna rağmen, kültürel miras filmlerinin 1980'lerin sonunda ülke içinde ve dışında pa*tlama yapmasından bu yana, başarılı olan filmlerin bazıları bu dönemde üretildi.''
*
''Kimi eleştirmenlerin öne sürdüğü gibi bu gerçekten de kriz dönemi idiyse, o zaman zorlukların yaratıcılığı ortaya çıkardığı atasözü de kanıtlanmış oldu.''


(><) Ludivine Sagnier, Virginie Ledoyen, Catherine Deneuve, Danielle Darrieux, Isabelle Huppert, Fimine Richard ve Emmanuelle Beart & Kadın filmindeki sadece itibarı olan yedi kadın.


(><) La momme'da (Kaldırım Serçesi) Marion Cotillard şarkıcı Edith Piaf rolüyle Oscar kazandı.


(><) Jean-Dominique Bauby'nin güçlü ve canlı biyografisinden uyarlanan ödüllü The Diving Bell and the Butterfly'da (Kelebek ve Dalgıç) Mathieu Amalric ve Marie-Josee Croze oynadı. (Sayfa: 556-557)
*
Amelie, 2001
Le fabuleux destin d'Amelie Poulain, Jean-Pierre Jeunet (d. 1953)
*
''Fransız Yönetmen Jean-Pierre Jeunet bir keresinde, kendisinin ve yazım ortağı Guillaume Laurant'ın başıboş düşüncelerle tuhaf gerçekleri birtakım kağıt parçalarına karalayıp hepsini büyük bir kaseye attıklarını açıklamıştı. Böylece kase dolduğunda yeni fikirler için kaseyi karıştırabilir ve filmi yapmaya başlayabilirlerdi. Sepya rengindeki büyüleyici Amelie her parçasında bu yöntemin bir ürünü olduğunu hissettirir.''


(><) Jeunet periye benzer Tautou'yu, komedi ve dramı harmanlayabilmesinden ötürü seçti.


(><) Filmin büyük bir kısmı, Paris'teki Amelie'nin çalıştığı Montmartre'da çekildi. (Sayfa: 558-559)
*
Saklı, 2005
Cache, Michael Haneke (d.1942)
*
''Filmin bazı özellikleri aksini düşündürtse de Saklı, şüpheli beklenti gerilimiymiş gibi görünür. Filmin büyük bir kısmının, sinir bozucu bir şekilde gizli kamera açısından çekilmiş gibi görünen orta plan çekimlerden oluşmasına rağmen, iki de*hşet verici şi*ddet sahnesi, izleyiciyi şaşırtmak için Haneke'nin ne kadar ileri gitmeye hazır olduğunu bize hatırlatır.''


(><) Georges'un gerilimin ve öfkesinin kırılma noktasına ulaştığı bir sahnede, Daniel Auteuil ve Juliette Binoche.


(><) Korku filmi tarzındaki afiş filmdeki önemli bir âna gönderme yapar. (Sayfa: 560-561)
*
Yeraltı Paygamberi, 2009
Un prophete, Jacques Audiard (d. 1952)
*
''Audiard oyuncuların uzun süre cezaevinde kalmanın psikolojik etkilerini kavrayabilmeleri için uzun bir çekim programını kullandı. Her ne kadar film bugüne kadar Audiard'ın çektikleri arasında fiziksel olarak en sınırlı mekana sahip olsa da, yönetmenin en kapsamlı filmi olduğu rahatlıkla öne sürülebilir.''


(><) Tahar Rahim, sıkıntılı, çatışmalar içindeki Malik el Djebena olarak sürükleyici merkezi bir performans sergiler.


(><) Fransız afiş, fiziksel ve zihinsel tutukluluğu ifade ediyor. (Sayfa: 562-563)

Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)

  ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo * Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusu...