Bu Blogda Ara

12 Ağustos 2021

Andrey Tarkovski - The Sacrifice (Kurban), 1986

 Yönetmen: Andrey Tarkovski
Senaryo: Andrey Tarkovski
Yapım yılı: 1986
Oyuncular: Allan Edwall, Erland Josephson, Guðrún Gísladóttir, Susan Fleetwood
Ödüller: 1 BAFTA Film Award. Diğer 7 ödül & 3 adaylık


Akil Adam Hayranlığı
*
Hz. İsa doğduğunda Doğu’daki üç kral Bethlehem Yıldızı’nın rehberliğinde Hz. Meryem’e gelerek Hz. İsa’ya hediyeler sunmuşlardı. Bu resim tam olarak bu olayı anlatıyor yani İncil’den bir kesit.
Resmin tam ortasında Hz. Meryem ve çocuk İsa’yı görmekteyiz. Hz. Meryem’in önünde ise üç kral var. Bu üç krala “magi” ya da “akil adam” denilmektedir.


Bir zamanlar, çok uzun yıllar önce, bir Ortodoks manastırında yaşlı bir keşiş yaşarmış. Adamın adı, Pamve'ymiş. Bir ağacın yamacına kuru bir ağaç dikmiş. Aynı bunun gibi.. Genç bir öğrencisi varmış. Öğrencisinin adı Loaan Kolov'muş. Ona: ''Bu ağaç canlanıncaya kadar, her gün buraya gelip sulayacaksın,'' demiş. Loaan, her sabah erkenden, bir kovaya su doldurup manastırdan çıkarmış. Dağa tırmanır ve suyu, kurumuş ağacın dibine dökermiş. Akşam olup karanlık çökünce de, manastıra geri dönermiş. Bu, üç yıl sürmüş. Günün birinde, yine dağa tırmanmış ve ne görsün, koca ağacın her yanında çiçek açıyormuş.
*
Ne dersen de.. Bir yöntemin, bir sistemin, kendine göre meziyetleri vardır. Bazen kendi kendime şöyle derim: ''Eğer biz de her gün, tam aynı saatte, bir ayin yapar gibi, belirli bir davranışı hiç değiştirmeden, sistemli olarak yinelersek, dünya çok farklı olur. Bir şeyler değişirdi. Değişmesi gerekirdi.''
*****
- Gandhi, haftada bir gün, hiç kimseyle konuşmazmış, biliyor muydun.?
- Sistemli olarak.
- Neden acaba.? Herhalde insanlardan sıkılmıştı.


Ölüm diye bir şey yok. Sadece ölüm korkusu var.


İnsan hep başkalarına karşı savundu kendini. Başka insanlara, doğaya karşı.. Durmadan doğaya karşı, güç kullandı. Sonuç: Güce, şiddete, korkuya ve bağımlılığa dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil. ''Teknik ilerleme'' dediğimiz şeyin, bize getirdiği tek şey konfor oldu. Bir tür hayat standardı. Ve bir de, gücü korumak için gereken şiddet araçları. Vahşiler gibiyiz. Mikroskobu, cop gibi kullanıyoruz. Hayır, yanlış. Vahşiler, maneviyata daha çok önem veriyor. Önemli, bilimsel bir buluş mu yaptık, onu hemen kötülüğe âlet ederiz. Hayat standardına gelince, bir zamanlar bilge bir kişi ''Gerekli olmayan şey, günahtır'' demişti. Ve eğer bu doğruysa, uygarlığımız baştan aşağıya, günah üzerine kurulmuş demektir. Korkunç bir uyumsuzluk edindik. Maddi ve manevi gelişmemiz arasında, bir dengesizlik söz konusu. Kültürümüz bozuk. Yani uygarlığımız. Temelde bir bozukluk var, oğlum. Belki de sen, sorunu birlikte irdelememizi ve çözüm bulmamızı önerirsin. Geç olmadan bunu yapmalıyız. Geç olmadan.


- Nedenini bilmiyorum. Sahnede utanmaya başladım. Başka birini oynamaktan, başkasının duygularını taklit etmekten utanıyordum. Ama en kötüsü, sahnede içten olmaktan utandım. Bir eleştirmen bunu fark etmişti. Tabii bu birdenbire olmadı.
- Yani sence bir oyuncunun egosu olmamalı mıdır.? Kimliğini kayıp mı etmeli.?
- Hayır, tam olarak öyle değil. Oyuncunun kimliğinin, rolünün içinde eriyip gitmesinden söz ediyorum. Ben, egomun erimesini istemedim. Bunda günahı çağrıştıran bir şeyler, bir kadınsılık, bir zayıflık vardı.
- Demek kadınsılık vardı.! Günahı çağrıştıran buydu herhalde. Seni oyuncu olarak sevdim. Sense tiyatroyu bıraktın. Hepsi bu.!
- Bilmiyorum olabilir.
- Olabilir değil, öyle.
- Evet, ben de olabilir dedim.
- Başka bir deyişle, önce oyunculuğuyla beni baştan çıkardı. Sonra Londra'dan buraya getirdi. Ve beni, ortada bıraktı. Oysa, büyük bir aktörün karısı olmak, oldukça hoşuma gitmişti. Bağışla beni ama bunda bir kötülük yok.


- Büyük bir fedâkârlık olmayabilir ama..
- Neden olmasın.? Tabii ki bu da bir fedâkârlık . Her hediye, bir fedâkârlık demektir. Fedâkârlık olmasa, hediye olmaz.


Hepimiz körüz. Hiçbir şey görmüyoruz.




Şimdi anlıyorum. Hiç kimseye bağımlı olmak istemiyoruz. İki insan birbirini sevince, eşit sevmiyorlar. Bir daha güçlü, diğeri zayıf oluyor. Ve zayıf olanı, düşünmeden seviyor. Hesapsızca.


Ulu Tanrım, Göklerdeki Ulu Tanrım, adın mübarek olsun. İnayetin üzerimize olsun. Yalnız senin dediğin olur. Rızkımızı sen verirsin. Bizi kötülüklerden korursun. Cennet senindir. Güç, zafer senindir. Amin. Tanrım, bu korkunç zamanda bizi esirge. Çocuklarımın ölmesine izin verme. Dostlarımı, karımı, Victor’u, seni sevenleri ve sana inananları, kör oldukları için sana inanmayanları da esirge. Seni bir an bile düşünmeyenleri de. Çünkü onlar acının ne olduğunu hiçbir zaman bilmediler. Bu saatte, bütün umutlarını, bütün hayatlarını, bütün geleceklerini kaybettiler. Sana teslim olma fırsatını kaçırdılar. Yürekleri korkuyla dolu olanlar, sonlarının yaklaştığını hissedenler, kendileri için değil, sevdikleri için korkanlar, onları senden, yalnızca senden başka hiç kimse koruyamaz. Çünkü bu en son savaş. Savaşların en korkuncu. Bu savaştan geriye ne yenen ne de yenilen kalacak. Şehirler, kasabalar, ağaçlar, otlar, kuyulardaki sular, göklerdeki kuşlar yok olacak. Sahip olduğum her şeyi sana vereceğim. Çok sevdiğim ailemi vereceğim. Evimi yıkacağım. Küçük Adam’dan vazgeçeceğim. Dilsiz olacağım. Bir daha kimseyle konuşmayacağım. Beni hayata bağlayan her şeyden vazgeçmeye razıyım. Yeter ki sen, her şeyi eskisi gibi yap. Bu sabah ve dün nasılsa öyle yap. Beni hasta eden bu ölümcül hayvani duygudan kurtulmama yardım et. Evet, her şeyim senindir! Tanrım! Bana yardım et! Söz verdiğim her şeyi yapacağım.


Anladığım kadarıyla Alexander, kişinin kendisini özgür iradesiyle bir sanat eserine dönüştürmesinin, insana özgü bir şey olduğunu söylemek istedi. Şiire ilişkin bütün çabaların ürünü, genellikle şairden o kadar uzaktır ki, onun bir insan elinden çıktığına inanmak bile güç olur. Bir aktörün durumunda, bunun tam tersi geçerlidir. Aktörün kendisi, kendi yarattığı bir sanat eseridir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bizim Krino - Our Krino / Belgesel

  Anthony Kafato (Oğlu): * Bize öğrettiği üç önemli değer vardı. Bunlar: dürüstlük, saygı ve çalışmak.. Eğer bu üç şeyi yaparsak, kendimizle...