Yapım yılı: Ağustos 1979, Rusya
Yayın tarihi: 25 Mayıs 1979 (Moskova)
Uyarlandığı eser: Uzayda Piknik
Senaryo: Andrey Tarkovski, Arkadi Natanoviç Strugatski, Boris Strugatski
*
''Neydi o.? Bir göktaşı mı.? Yoksa kozmik uçurumun sakinlerinden bir ziyaret mi.? Öyle ya da böyle küçük ülkemiz bir mucizenin doğuşunu gördü; Bölge. Oraya derhal birlikler gönderdik. Geri dönmediler. Sonra polis kordonuyla Bölge'yi kuşattık. Belki de yapılması gereken en doğru şey buydu.''
*
Nobel ödüllü Profesör Wallace'ın bir söyleşisinden
Gerçeği ararken, gerçeği keşfedeceğime, onun değiştiğini görüyorum. Çok derine daldım özür dilerim. En iyisi adlandırmamak.
Ama müzede sergilenen vazoyu düşünün. Zamanında yiyecek artıklarını saklamak için kullanılıyordu, ama şimdi anlamlı deseni ve eşsiz biçimiyle, evrensel hayranlığın bir simgesi. Herkes 'Oh.!' ve 'Ah.!' diyor. Ve birdenbire hiç de antik olmadığı, dalgacı birinin arkeologları kandırdığı anlaşılıyor. Sadece eğlenmek için. Tuhaf, görüldüğü gibi hayranlık bitiyor.
- Kahretsin. Sigara almayı unuttum.
- Oraya dönme sakın.
- Neden.?
- Dönmemelisin.
- Her zaman böylesiniz.
- Nasıl.?
- Hep bu saçmalıklara inanıyorsunuz. Şey, bunu yağmurlu bir güne bıraksam iyi olacak.
Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim.? İstediğim şeyi, aslında istemediğimi, nasıl bilebilirim.? Ya da istemediğim şeyi, istemediğimi.? Bunlar anlaşılması zor şeyler. Onları adlandırdığınız an, güneşte kalan bir deniz anası gibi erir, çözülür ve anlamları kaybolur.
Bilincim, dünyayı kendi tarafına çekmek için vejetaryen olmak istiyor. Ve bilinçaltım, bir parça et için çıldırıyor.
- Sonunda.! Evdeyiz.! Ne kadar sessiz. Burası dünyanın en sessiz yeridir. Siz de göreceksiniz. Ne kadar güzel, tek bir ruh bile yok.
- Peki biz neyiz.?
- Üç kişi, bir günde bir yeri kirletemez.
- Kesinlikle kirletebilir.
- Çiçeklerin kokusu olmaması çok garip. Ya da ben.. Bir şey hissediyor musunuz.?
- Bataklığın pis kokusunu alıyorum.
- Hayır, o nehrin kokusu. Burada bir nehir var.
- Buralarda bir çiçek tarlası vardı. Ama, Kirpi onları ezip geçti. Kokusu yıllarca burada kaldı.
- Bunu neden yaptı ki.?
- Bilmiyorum. Bunu ona ben de sordum, o da ''Daha sonra anlarsın,'' dedi. Bence Bölge'ye buradan nefret etmek için geldi.
- Kirpi. İsmi gerçekten bu mu.?
- Hayır, seninki gibi bir lakap. Yıllarca insanları Bölge'ye getirdi. Kimse onu durduramazdı. O benim öğretmenimdi, gözlerimi o açtı. O zamanlar Öğretmen derdik, Kirpi değil. Sonra, sanki ona bir şey oldu. İçinde bir şey kırıldı. Aslında ben cezalandırıldığını düşünüyorum.
- Ben bir yürüyüş yapacağım.. Bir şey yapmam gerekiyor.
- Nereye gidiyor.?
- Sanırım yalnız kalmak istiyor.
- Neden.? Üçümüz birlikteyken bile kendimi garip hissediyorum.
- Bölge'yle bir randevusu var. O bir avcı.
- Peki bunun anlamı ne.?
- Biliyorsun, avcı olmak güçlü bir istek gerektirir.
- Daha farklı olacağını düşünmüştüm.
- Ne gibi.?
- Şey, bilirsin. Deri çizmeler, yerliler filân gibi şeyler..
- Geçmişinde daha korkunç şeyler de var. Birçok defa hapis ve burası yüzünden çok zarar görmüş. Mutant bir kızı var. Bölge'nin kurbanı dediklerinden. Bacakları olmadığını söylüyorlar.
- Peki bu Kirpi meselesi nedir.?
- Cezalandırıldı da ne demek.? Yoksa sadece lâfın gelişi miydi.?
- Günlerden bir gün, Kirpi buradan geri dönmeyi başardı. Ve bir gecede zengin oldu. İnanılmaz zengin.
- Yani sen buna, ceza mı diyorsun.?
- Bundan bir hafta sonra kendini astı.
- Ama neden.?
- Sessiz ol.!
- Bu da neyin nesi böyle.?
- Yirmi yıl önce buraya bir meteor düştüğü tahmin ediliyor. Her şeyi küle çevirmiş. Meteoru her yerde aradılar ama tabii ki bulamadılar.
- Neden ''tabii ki'' dedin.?
- İnsanlar burada ortadan kaybolmaya başladı. Buraya geliyorlar ve geri dönmüyorlar.
- Böylece sonunda meteorun, gerçek bir meteor olmadığına karar verildi. Önceleri, meraklılarını korkutmak için etrafına dikenli tel çektiler. Bütün bunlar yüzünden, Bölge'de insanların dileklerini yerine getiren bir yer olduğu dedikodusu yayıldı. Elbette bundan sonra, Bölge'yi gözbebekleri gibi korumaya başladılar. Kimin nasıl bir dilek dileyeceğini kim bilebilir ki.?
- Peki o halde neydi, bir meteor değilse.?
- Söyledim ya, kimse bilmiyor.
- Peki sen ne düşünüyorsun.?
- Her şey olabilir, ya da hiçbir şey. Ya da dostlarımdan birinin söylediği gibi, insanlığa bir mesaj. Ya da bir hediye.
- Bir hediye mi.? Neden böyle bir şey yapsınlar ki.?
- Bizi mutlu etmek için.
- Nasıl geri döneceğiz.?
- Buradan geri dönmezler.
- Ne demek istiyorsun.?
- Biz, anlaştığımız gibi gideceğiz.
- Bölge, bir sürü tuzaktan oluşan karmaşık bir sistemdir. Ve hepsi de ölümcüldür. Burada insanlar olmayınca neler olduğunu bilmiyorum. Ama, insanlar burada görünür görünmez, her şey hareket etmeye başlıyor. Eski tuzaklar yok olup, yerine yenileri geliyor. Güvenli alanlar, geçit vermez yerlere dönüşüyor. Artık sizin yolunuz kolay, umutsuzca bu işe bulaştık. Bölge, budur. Her an yeniden değişebilir. Ama bu da bizim, şartlanmalarımızla yarattığımız bir şeydir. Daha önce yolun yarısında vazgeçip, dönmek isteyen insanlar oldu. Hattâ bazıları, odanın kapısındaki eşikte düşüp öldüler. Ama burada olup biten her şey, Bölge'ye değil, bize bağlı.
- Yani iyi insanların geçmesine izin verip,
kötü olanları öldürüyor mu.?
- Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.
Bence, içeriye girmesine izin verdiği kişiler, dünyadaki bütün umudunu kaybetmiş olanlar. İyi ya da kötü olanları değil, zavallı olanları.. Ama en zavallı adam bile, nasıl davranacağını bilmiyorsa, ölecektir.
Onların, bütün plânlarının gerçekleşmesini sağla. Onların inanmasını sağla. Ve onların, kendi tutkularına gülmelerini sağla. Onların, tutku diye adlandırdıkları şey, gerçek bir duygusal enerji değil, dış dünyayla ruhları arasındaki çatışma. En önemlisi, kendilerine inanmalarını sağla. Onların, çocuklar gibi çaresiz kalmasına izin ver. Çünkü zayıflık, harika bir şeydir. Ve güç, hiçbir şey değildir. Bir insan yeni doğduğunda, zayıf ve esnektir. Öldüğü zamansa, kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır. Ama kuru ve sert hâle geldiğinde, ölüp gider. Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir şey, kazanmayı başaramaz.
- Sırt çantan olmadan yapamam.
- Burada hiç kimsenin, geldiği yoldan geri dönemeyeceğini anlamıyor musun.?
- Unut artık şu sırt çantanı. İçinde ne var, elmasların mı.?
- Oda, sana istediğin, aklından geçen her şeyi verebilir. Gerçekten oda seni, sırt çantalarına boğabilir.
- Şu oda, ne kadar uzakta.?
- Dümdüz gidersen, yaklaşık iki yüz metre. Ama burada düz gitmek diye bir şey yok. Gidelim.
Deneysel tavrınızdan vazgeçin, Profesör. Mucizelerin deneyle ilgisi yoktur.
- İnanılmaz. Bizim önümüze geçmeyi nasıl başardın.?
- Önümüze geçmek de ne demek.? Buraya sırt çantamı almak için döndüm.
- O halde bizim somunumuz buraya nasıl geldi.? Aman Tanrım, bu bir tuzak.! Kirpi, bunu buraya özellikle koymuş. Bilerek. Peki, Bölge geçmemize nasıl izin verdi.? Aman Tanrım, ben bir adım daha atmamaya kararlıyım. Ta ki.. Bundan hoşlanmadım..
- Buraya baksana izci. Buraya bir sürü insan getirmiş olmalısın, öyle değil mi.?
- İstediğim kadar çok değillerdi.
- Önemli olan bu değil. Buraya neden geliyorlardı.? İstedikleri şey neydi.?
- Sanırım, mutluluk.
- Evet ama, nasıl bir mutluluk istiyorlardı.?
- İnsanlar, içlerindeki duygulardan bahsetmekten hoşlanmaz. Ve bu ne seni, ne de beni ilgilendirir.
- Her koşulda, sen şanslı bir adamsın. Şahsen ben, hayatımda hiç, gerçekten mutlu bir adam görmüş değilim.
- Ben de. Odadan geri dönerler ve ben onlara geri dönüş yolunu gösteririm. Sonra birbirimizi bir daha hiç görmeyiz. Dilekleri hemen o anda gerçekleşmez.
- Sen hiç bu Oda'da, kendin için dilek diledin mi.?
- Ben halimden memnunum.
- Beni dinleyin Profesör. Edinilen ilhamdan bahsetmiştik ya.. Farz edelim ki ben, o Oda'ya girdim ve Tanrı'nın terk ettiği kasabamıza gerçek bir dahi olarak döndüm.. Bir adam ancak, acı çektiği için, şüpheleri olduğu için yazar. Sürekli olarak, kendine ve başkalarına, aslında bir değeri olduğunu kanıtlamak zorundadır.
Peki ya, bir dahi olduğumu, kesin olarak biliyorsam; o zaman neden yazayım ki. Neyi kanıtlamak için.?
Şunu söyleyebilirim ki, varoluş sebebimiz..
*
Her neyse, sahip olduğumuz bütün bu teknoloji, hepsi; bütün o maden ocakları, değirmenler, ve onlar, ve bunlar, ve şunlar, sadece daha az çalışıp, daha çok yemek için tasarlanmış. Protez kol ve bacaklar..
Ve insanlık sanat eserleri üretmek için yaratılmıştır. Diğer insan davranışlarının aksine, bunun içinde bencillik mevcut değildir. Muhteşem illüzyonlar. Mutlak gerçeğin görüntüleri.!
Beni dinliyor musunuz Profesör.?
- Nasıl bencillik yok diyebilirsin.? İnsanlık hâlâ açlıktan ölüyor, sen aydan mı geldin.?
- Ve onlar, bizim akıllı aristokrasimiz olarak adlandırılıyor. Soyutlama yaparak düşünmeyi bile başaramıyorsun.
- Şimdi sen bana, hayatın anlamını mı öğreteceksin.? Ve, nasıl düşünmem gerektiğini.?
- İşe yaramaz, profesör olabilirsin ama cahilsin.
Ve bir zamanlar, müthiş, büyük bir deprem olmuştu. Ve güneş, saçlardan örülmüş,
tövbe giysisi kadar siyah olmuştu.
Ve ay, tamamen kan kırmızı olmuştu. Ve gökteki yıldızlar, tek tek yeryüzüne düştü.
Müthiş bir rüzgârla sarsılıp sallanan incir ağacı, bütün ham incirlerini dökmüştü. Ve gökyüzü, sarılmış bir parşömen gibi ikiye ayrılmıştı. Ve her ada, ve her dağ, bulundukları yerden hareket etmişlerdi. Ve dünyada bulunan krallar ve büyük adamlar ve zenginler ve varlıklı olanlar ve güçlü ve özgür olan her kişi kendilerini mağaralara ve dağların arasındaki kayalık yerlere saklamışlardı. Ve dönüp dağlara ve kayalara dediler ki: ''Üzerimize düşüp bizi şu an tahtta oturan hükümdarın varlığından kurtarın.
Ve masumların gazabından.. Onun hıncını alma günü geldiği zaman, ayakta durmayı başaran kim olacak.?
Ve iki gün sonra aralarından iki kişi, yaklaşık 60 mil uzaklıktaki bir köye doğru yola çıktılar. İsmi..
Ve aralarında her konu üzerinde gevezelik ediyorlardı. Ve onlar aralarında tartışıp söyleşirken;
O, kendisi suretini gösterdi ve onlarla yürümeye başladı. Fakat gözlei, O'nu tanımamaları için engellenmişti.
Ve O dedi ki: ''Birbirinize sarf edip durduğunuz bu sözler de ne ve neden bu kadar üzgünsünüz.? Ve aralarından biri, ismi..
*****
Hayatlarımızın anlamı üzerine, konuştuğunuzu duydum. Ve sanatın bencil olmayışı..
Örneğin müziğe bakalım; o gerçekliğe her şeyden daha az bağlıdır. Ya da bağlıysa bile, fikirlere değil, mekaniktir. Basit bir ses, çağrışımlardan uzak.
Ama yine de müzik, bazı mucizeler gibi, yüreğimize ulaşmayı başarır.
Bizim içimizdeki, düzenlenmiş seslere tepki veren kısım neresidir.? Bunu büyük bir zevk kaynağı haline getiren.. Bizi duraksatan ve bir araya gelmemizi sağlayan.?
Buna neden ihtiyacımız var.? Daha önemlisi, kimin için.?
''Kimse için değil ve sebebi yok'' diyebilirsiniz. Bencillik etmeden.
Ama hayır, ben böyle düşünüyorum. Sonuç olarak bence, her şeyin bir anlamı var.
Anlamı ve sebebi.
Umarım senin yanında da böyle bir şey yoktur.
- Ne gibi.?
- Bir silah gibi.
- Hayır. Son çare olarak yanımda getirdiğim şey,
bir ampul.
- Ne ampulü.?
- Şırınga ampulü. Yani zehir.
- Aman Tanrım.! Sen buraya ölmek için mi geldin.?
- Ah, ampul sadece
önlem olarak var.
Ben bu işe, kalbimi ve ruhumu koydum. Kalbimi ve ruhumu almak isteyecekler.
Ben ruhumu pisliklerden temizleyeceğim ve bunu da kapışmak isteyecekler. Hepsi o kadar iyi bir eğitim almış ki.. Hepsinin sorunu da duyusal yetersizlik.
Ortalıkta onlardan çok var. Gazeteciler, editörler, eleştirmenler.. Sonsuz bir koşturma içindeler.
Ve tek istedikleri; daha çok, daha çok.! Artık yazmaktan nefret ediyorsam, nasıl bir yazar olabilirim ki.? Bu artık bana, acı ve utanç verici bir işkence gibi eziyet ediyorsa.. Sanki bir hemoroidi sıkıyormuşum gibi..
*
Eskiden kitaplarım sayesinde birilerinin daha iyi olacağını düşünürdüm. Hayır, kimsenin bana ihtiyacı yok.
Benim ölümümden iki gün sonra, başka birinin peşinden koşmaya başlayacaklar.
Onları değiştirmek istemiştim ama, beni değiştiren onlar oldu. Sonunda beni de, kendilerine benzettiler.
Eskiden gelecek, sadece şu ânın devamıydı. Ufuk çizgisinde görünen bütün değişimleriyle. Arık şimdi ve gelecek, birbirinin içine girdi.
Bunun için hazırlar mı peki.? Hiçbir şey bilmek istemiyorlar, bildikleri tek şey tüketmek.
İşte yaz geçip gitti
Hiçbir iz bırakmadan
Güneş hâlâ ısıtıyor
Ama artık yetmiyor
Avucumun içine yerleşen
Yumuşacık beş parmak gibi
Her şey gerçek olabilir
Ama artık yetmiyor
Geriye güzellikler kaldı
Kötülük zayıfladı
Dünya şenlikle aydınlandı
Ama artık yetmiyor
Hayat her zaman katmanlı
Endişeli ve eğlenceli
Ve ben gerçekten şanslıydım
Ama artık yetmiyor
Yapraklar daha sararmadı
Dallar fırtınayla kırılmadı
Gün, cam gibi, her şeyi yıkadı
Ama artık yetmiyor
- Ama dünya üzerindeki, tek iz sürücü sen değilsin.
Hiçbir iz sürücü, önderlik ettiği kişilerin, buraya ne getireceğini ve buradan neler götüreceğini bilemez. Ve sebebi olmayan suçların sayısı her geçen gün artıyor. Sen de bunu yapmıyor musun.?
Orduların yaptıkları askeri darbeler ya da hükümetlerin içlerine sızmış mafya üyeleri.
Bütün bunlar senin müşterin değil mi.? Ya da o lazerler, o titizlikle korunan süper bakteriler.
Bu kadar zamandır, özenle güvende tutulan bütün o pislik.
- Lütfen şu sosyolojik ağız ishalini keser misin.? Bütün bu hikâyelere gerçekten inanıyor musun.?
- İyi olanlarına inanmıyorum, ama, kötü olanlarına kesinlikle evet.!
- Haydi ama yapma.! Gerçekten de tek bir insanın, bütün insanlığı etkisi altına alabilecek kadar, bir sevgi ya da nefret hissedebileceğine inanıyor musun.?
- Para ya da kadın, belki de alınmak istenen bir intikam.. Patronumun üstünden araba geçmesini istemek bunları anlayabilirim.. Ama dünyayı yönetmek istemek, adil bir toplum kurmak.! Tanrı'nın yeryüzündeki krallığı.! Ama bunlar sadece basit dilekler değiller. Bu ideolojidir, eylemdir, konseptlerdir.. Bilinç dışı merhamet, henüz hayata geçmeye hazır değil. Normal, içgüdüsel bir tepki olarak.
- Başka birisinin insana vermesiyle, insan mutlu olamaz ki.
- Artık açıkça görüyorum ki, sizin plânınız, insanlığı iyi eylemlerle nefessiz bırakmak.
- Bu sadece bir bomba.
- Ne dedin sen.? Bu şaka olmalı.!
- Hayır bu bir bomba, yirmi kilotonluk.
- Ne için.?
- Bunu arkadaşımla birlikte yaptık. Eski iş arkadaşlarımla birlikte.
Burası, hiç kimsenin hayatına, hiçbir zaman mutluluk getirmeyecek.
Ama eğer, bu, yanlış ellere geçerse.. Aslında artık çok da emin değilim.
Sonuca gelecek olursak, sanırım Bölge'yi patlatmamız gerekiyor.
Eğer bu, bir çeşit mucizeyse de, yine de doğanın bir parçası.
Bu yüzden de içinde, umut barındırıyor.
Bence insanın, şöyle bir prensibi olmalı.
Asla geri döndüremeyeceğin
hiçbir şeyi yapma.!
Her şeyi anlıyorum, ben manyak filan değilim. Ama bu musibet, ortalıkta her serserinin ulaşabileceği gibi durduğu sürece, bana huzur ve uyku yok.
Senin içini görebiliyorum. Sadece, bizim acılarımızı kullanarak para kazanıyorsun.
Mesele para bile değil.
Burada kendi kendini eğlendiriyorsun. Burada Yüce Tanrı gibi bir şeysin.
İki yüzlü bir zavallı, kimin yaşayıp kimin öleceğine karar veriyor.
Bölge'ye, hep benim gibi insanları getiriyorsan, insanoğlu hakkında hiçbir şey bilmiyorsun demektir, izci.
Hiç kimse inanmıyor. Sadece ikisi değil, hiç kimse. Oraya kimi götüreceğim.?
Bir daha oraya kimseyi götürmeyeceğim.
- Beni oraya götürmek ister misin.? Sence benim isteyecek bir şeyim yok mu.?
- Sen gidemezsin.
- Neden.?
- Hayır, hayır.! Peki ya bu, sende de işe yaramazsa.
Senin gözlerini seviyorum
Sevgili arkadaşım
Öyle tutkulu ve ışıl ışıllar ki
Yukarı bir anda bir bakış fırlattığında
Cennetten çıkmış gibi ışıklı
Bunu baştan başa karşılamak için, oradayım
Ama, daha da hayran olduğum şey
Aşağı indirdiğin zaman gözlerini
Aşkın yakıcı alevi, yakıyor beni
Ve hızla yere indirirken kirpiklerini
Kasvetli bir ihtiras çağrısı beliriyor yüzünde
THE END mi.?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder